- Ebû Câfer Şelmegânî (Şelmeganlı Cafer’in babası): On birinci imam Hasan Askerî’nin ölümü üzerine liderliğe soyunması, Hasan Askerî’nin yerine geçirilen Hüseyin bin Rûh tarafından mürted ilan edilip Şiîlikten çıkarılması, taraftarlarının çoğalmasının Şiîler ile Hanbelîleri rahatsız etmesi üzerine vezir ibn-i Mukle’nin emriyle tutuklandı, uzun süre sorgulandı, bir suç bulunamadı. Ancak öldürülmesi için özellikle Hanbelî ulemâ yönetime baskı yaptığı için önce seksen değnekle cezalandırıldı, ardından asıldı, cesedi yakıldı, külleri Dicle’ye savruldu.[1]
- İbn-i Şenebûz el-Bağdâdî (Bağdatlı Şenebuz’un oğlu): Pek çok âyeti namazda bile resmî Kur’ân’daki yazımın dışında kalan şaz kıraatlarla[2] okuması, yedi kıraat sınıflamasını ilk defa yapan ibn-i Mücâhid’e karşı çıkması ve onun kabul etmediği okumanın reddedilmesini reddetmesi, Kur’ân’ın toplanmasından önceki farklı okuyuşları dikkate alarak Kur’an okuması üzerine Abbâsî kralı Râzî Bi’l-lâh tarafından tutuklanır, kral huzurunda resmî ulemâ tarafından sorgulanır; sahabelerin birbirinden farklı okumaları olduğunu ve onlar gibi Kur’ân okumayı sürdüreceğini söylemesi üzerine çırılpçıplak soyularak şiddetle dövülür ve kamçılanır. Acılara dayanamaz hale gelince fikrinden döndüğünü belirten bir yazıyı imzalar; ancak yönetim onu yine de hapse atar ve hapiste ölür.[3]
- İbn-i Hibbân el-Büstî (Büstlü Hibbân’ın oğlu): Âyetleri mezhep kısıtlamalarına takılmadan oldukça rahat yorumlaması, âyet ve hadis metinlerinde literal[4] anlamlar yerine illet[5] ve hikmetlere[6] yönelmesi, âyet ve hadislerin edebî sanatlar üzerinden gerçeği anlattığını söylemesi, “Tanrı belirlenmiş bir alana sığdırılamayacağı için tanımlanamaz.” demesi, felsefeyle ilgilenmesi, müteşâbih[7] olduğu düşünülen âyet ve hadisleri te’vîl etmesi[8] üzerine özellikle kelâm ve felsefeden nefret eden Hanbelîler tarafından zındıklıkla suçlanır ve onların yönetimi etkilemesiyle önce sürgün cezasına çarptırılır, sonra idam edilir.[9]
- İbn-i Nablusî (Nabluslunun oğlu): Fâtımî devleti kralı Muiz li-dîni’l-lâh’ın teravih namazını yasaklaması ve Sünnîlere baskı yapmasını eleştirmesi, Fâtımîlerle savaşmanın Bizanslılarla savaşmaktan daha önemli olduğunu söylemesi, Fâtımîlerin Hz. Ali’den imamlara geçtiğini savunduğu Tanrısal ışık (ilâhî nûr) sayesinde hatalardan uzak durdukları fikrini reddetmesi üzerine zincirlenerek bir eşek sırtında Kâhire sokaklarında gezdirilir, üç gün durmadan işkence edilir, derisi yüzülerek öldürülür ve ardından cesedi saman doldurularak bir ağaca çivilenir.[10]
- Aynu’l-Kuzât Hemedânî (Hemedanlı kadıların gözü): Hallâc-ı Mansur’u dâra[11] götüren şathiyeleri[12] hem söyleyip hem yorumlaması, Ahmet Gazâlî’ye mürit olup da tasavvufî söylemleriyle literal anlam dışındaki yaklaşımları küfür[13] sayan ulemâ tarafından zındık ilan edilmesi üzerine Bağdat’ta tutuklanmasına rağmen Hemedan’a götürüldü, orada yakılarak öldürüldü ve yakılmış bedenine ait kalıntılar takipçilerinin gittiği medresenin kapısına asıldı.[14]
- Sühreverdî el-Maktul (Öldürülen Süheverdli): Platon ve Aristo felsefelerini birleştirir gibi teosofik[15] karakterli mistik[16] tecrübe ile rasyonalist Meşşâî akılcılığını İşrâkîlik adıyla sentezlemesi, Tanrı’nın sürekli peygamber gönderme gücünde olduğunu söyleyerek peygamberliğin sonlanmadığını iddiâ etmesi, antik felsefecilerin bir takipçisi olarak suçlanması, yazdığı bir kitabı Selahaddin-i Eyyûbî’nin rakibi olan Artuklu emîri İmâdüddin Ebubekir’e ithâf[17] etmesi, Selahaddin-i Eyyûbî’nin oğlu Melikü’z-Zâhir’i etkilemesi üzerine Sünnî ulemânın şikâyetiyle Selahaddin-i Eyyûbî tarafından tutuklanır ve öldürülür. Ölüm şekli olarak yakıldığı, boğulduğu, kaleden atıldığı, başının kesildiği biçiminde farklı anlatımlar vardır.[18]
- Fahreddin Râzî: Sorgulayıcı geleneğin en önemli temsilcilerinden birisi olması, felsefe ve kelâmda cedeli aşacak yöntemler peşine düşmesi, İbn-i Sînâ felsefesinden hareketle düşüncesini sağlamlaştırması gibi nedenlerle Sünnî ve Şiîler tarafından tehdit edilir. Hanbelîlerle girdiği tartışmaları nedeniyle onlar tarafından karısına iftira atılır, Gazneli sarayından destek alan Mürcîlerin Kerrâmî kolu tarafından halk onun aleyhine kışkırtılır, Hasan Sabbah taraftarları tarafından ölümle tehdit edilir; Kerrâmîler tarafından zehirletilerek öldürülür. Mezarının bulunması halinde Kerrâmîler tarafından cesedinin çıkarılıp cesede işkence yapmalarından korkulduğu için mezarı gizlenir.[19]
- Feridü’d-Dîn Attâr (Eczâcı Feridüttin): Ehl-i beyt[20] mensuplarını çok sevmesi, Hallâc-ı Mansûr’un düşüncelerini daha da geliştirmesi, şathiyeler söylemesi, taklitçi tipleri eleştirmesi, ironik[21] ve eleştirel bir dil kullanması, fırkacı[22] çekişmelere karşı çıkması, kalender-meşrepleri[23] onaylaması nedeniyle Semerkant müftüsü tarafından bir eseri yaktırılınca Semerkant’tan kaçar. Moğollar Nişabur’u ele geçirip katliam yaptıklarında onu da öldürürler.[24]
- İbn-i Seb’în (Sebin’in oğlu): Fıkıhçıları bilginler sınıfının en alt katında görmesi, fıkıh-kelâm geleneğini eleştirmesi, ibn-i Teymiye taraftarlarının şiddetli eleştirsine uğraması, düşüncelerini felsefî yöntemle ispatlamaya çalışması; Sokrat, Platon, Aristo ve Hermes geleneğinden beslenmesi; filozof tasavvufçu olması gibi nedenlerle Mekke’de haşvîler[25] tarafından zehirlenerek öldürülür.[26]
- Takıyüddîn İbn-i Teymiyye (Teymiyye oğlu Takiyüttin): Tasavvufçulara karşı reddiyeler yazması nedeniyle Şam’da sorgulanıp bir buçuk yıl hapse atılmış, hapisten çıkınca Mısır’a gitmiş ve oradaki tasavvufçuların etkisiyle yine bir buçuk yıl hapis yatmış. Hapisten çıkınca üç gün sonra bir kuleye hapsedilmiş ve orada gözetim altında insanlarla görüşmesine izin verilmiştir. Sonra yeniden Şam’a dönmüş ve orada Hanbelîlerin aleyhinde propagandalarıyla bir daha hapse atılmış, mezar gezilerini şiddetli eleştirmiş, halk hurafelerine karşı keskin bir dil kullanmış; ancak en sonunda yeniden tutuklanmış, yazı yazmasını engellemek için kalem ve kâğıt kullanması yasaklanmış ve hapiste ölmüştür.[27]
- Lisânü’d-Dîn ibnu’l-Hatîb (Hatip’in oğlu Lisanüttin): Düşünceleri nedeniyle Gırnata veziri ve muhalifleri tarafından sürekli rahatsız edilir, Gırnata’dan Fas’a kaçarak sığınır, Gırnata kadısı tarafından kitaplarının yakılması ve öldürülmesi fetvâsı verilir, Fas’ta iktidâr değişikliğinin ardından yeni yönetimin veziri tarafından hapse atılır ve orada gece yarısı öldürülüp gömülür. Ancak sabahleyin ondan nefret edenlerden oluşan bir grup tarafından cesedi mezardan çıkarılır ve yakılır.[28]
III. Türk Tarihinde Mihneler
- Kuşeyrî (Kuşeyirli): Büyük Selçuklu Devleti’nin ilk kralı olan Tuğrul Bey zamanında Kündürî’nin vezir olmasıyla Rafızîler ve İmam Eş’ârî’ye lanet okunmaya başlanması, Eş’ârî mezhebinden olanların vaaz ve derslerinin yasaklanması, Eş’ârî taraftarlarının tuttuklanmaları nedeniyle Tuğrul Bey’in yanına giderek Mutezile mensuplarının Hanefî görüntüsü altında Eş’ârî ve Şâfî taraftarlarına iftira attığını söylemesi, İmam Eş’ârî’yi savunan bir eser yazması, Hanefî görünüşlü Mutezile mensuplarını açıktan eleştirmesi üzerine vezir Kündürî’nin emriyle tutuklanır; Nizâmü’l-Mülk, Şâfî-Eş’ârî mezhebi taraftarı olduğundan vezir olunca onu serbest bırakır.[29]
- Nâsır-ı Hüsrev (Hüsrev’in Yardımcısı): Önce Gazneli ve sonra Selçukluların bürokrasisinde görev yaparken bir hac ziyareti sonrasında İsmâilî mezhebine geçip bunu açıktan ilan etmesi, din ve felsefeyi birleştiren bir sentez kurmaya çalışması ve bu alanda yetkinleşenlerin salt fıkıhçı ve filozoftan üstün olduğunu savunması; Kindî, Farabî ve İbn-i Sînâ’nın takipçisi olması; bilimsel düşüncenin zayıflamasını Gazneli ve Selçuklu yönetiminin politikalarına bağlaması nedeniyle zındık, Karmatî ve Rafızî suçlamalarıyla Selçuklu kralı Çağrı Bey tarafından tutuklanmak üzere takibi başlatılır ve evi yakılır. Bunun üzerine Belh’ten kaçar, Taberistan’da uzun süre saklanarak yaşar ve sonra Şiî bir emirin yönetimindeki Bedehşan’a kaçarak oranın Yemgan köyünde ölür.[30]
- Abdu’l-Melik bin Abdi’l-lâh en-Nîsâbûrî (Abdullah’ın oğlu Nişaburlu Abdülmelik): İmâmu’l-Haremeyn el-Cüveynî diye tanınır. Selçuklu kralı Tuğrul Bey’in onayıyla itikatta Mûtezile ve amelde Hanefî olan veziri Kündürî Eş’ârî-Şâfî mensuplarına kadılık, vâizlik ve ders hocalığını yasakladı, hutbeden İmam Eş’ârî’ye lanet okuttu ve Şâfî-Eş’ârî ulemânın Nişabur’dan ayrılmalarına izin vermedi. Bunlardan biri olan Hubbâzî göz hapsindeyken öldü ve önde gelen pek çok ulemâ tutuklandı. Cüveynî’ye de ders vermesi ve halkla iletişim kurması yasaklandı. Cüveynî ev hapsindeyken başka Şâfî-Eş’ârî âlimlerle birlikte şehirden çıkarıldı ve Mekke’ye zorunlu ikâmete gönderildi.[31]
- Ebû İsmâîl Abdu’l-lâh Herevî (İsmail’in babası Heratlı Abdullah): Tanrı’yı insan gibi somutlaştırdığı suçlamasıyla Mûtezile ve Eş’ârî ulemâsı tarafından Gazne kralı Mes’ûd’a şikâyet edilince kral tarafından yapılan sorgulaması sonucunda ceza yerine ödül aldı. Selçuklular Gaznelililer yerine egemen olunca bidat ehli olmakla suçlandı, bunun üzerine Mûtezile ve Eş’ârîlere karşı açıktan eleştiri yaptığı için tutuklandı ve hapse atıldı. Vezir Abdü’l-Mülk Kündürî’den sonra gelen Nizâmü’l-Mülk devrinde de Hanefî ve Şâfi ulemâ tarafından kamu düzenini bozmakla suçlandığı için Herat’tan Belh’e sürgüne dildi. Eş’ârîler tarafından ölümle tehdit edildi. Abdullah’ın taraftarları bir kelâm bilginini dövüp evini yaktıkları için ona ceza Abdullah’a kesildi ve Nizâmü’l-Mülk tarafından yedi yıl ordan oraya sürgün edilerek fiili işkenceye uğratıldı.[32]
- Serahsî (Serahıslı): Hanefîliğin üçüncü büyük imamıdır.[33] Karahanlıların egemen olduğu bir zamanda Fergana yakınındaki Özkent yöneticisi azat ettiği çocuklu bir cariyesini iddeti dolmadan özgür biriyle evlendirince yanındaki ulemâ bunu onaylar, ancak Serahsî iddet dolmadan yapılan evliliğin yanlış ve geçerssiz olduğunu söyler. Ayrıca devletin aşırı vergilendirmesine başkaldıranları haklı bulduğu için isyancıları destekleme suçundan zindana atılır. Atıldığı zindan geniş bir kuyu şeklindeydi, orada otuz ciltlik Mebsût’unu on bir yılda yazarken İmam Muhammed’in Siyer-i Kebir şerhini de üç yılda yazar. Selçuklu hapishanesinde tam on beş yıl tutuklu kalır.[34]
- Nasrettin Hoca (Ahî Evren): Gerçek bilgiye akılla ulaşılacağını savunması, Mevlânâ ile politik tercih ve tasavvufî düşüncede ters düşmesi, Moğollara karşı açıkça eleştiriler yapması ve Mevlânâ ile müritlerinin Ahî Evren ile müritlerini Moğollara şikâyet etmesi nedeniyle Moğollar tarafından Kırşehir’de öldürülür ve cesedi bir mezara gömülmez.[35]
- Sadreddin Deştekî (Deştekli Sadrettin): Şiraz’da felsefî düşüncenin yayılmasında etkili olması ve halkın iktidâra karşı direnç göstermesinde en etkili kişi olarak görülmesi üzerine Akkoyunlu hükümdârı Yâkup oğlu Murat’ın emriyle evi yağmalanır ve öldürülür.[36]
- Takiyü’d-Dîn Dımaşkî (Şamlı Takiyüddin): Evreni araştırma merakıyla ve III. Murat’ın izniyle Tophane sırtlarında kurduğu rasathanesi Şeyhü’l-İslâm Kadı-zâde Ahmet Şemseddîn Efendi’nin fetvasıyla yıkılır. Kadı-zâde’ye göre İran yenilgisi ile veba salgınının nedeni Takiyüddin’in rasathanesi olduğu gibi Uluğ Bey’in ölüm sebebi de Semerkant rasathanedir. Rasathanenin bir felakete dönüşmesinin bir başka sebebi meleklerin bacaklarını seyretmenin cezasıdır. 22 Ocak 1580’de Kaptan-ı Deryâ Kılıç Ali Paşa’nın boğazdan hedeflediği top atışıyla rasathane yıkılır. Bu olaydan sonra Takiyüddin saraydan kovulur ve yoksulluk içinde ölür.[37]
- Şeyh Muhyiddin Karamânî (Karamanlı Şeyh Muhittin): Görüşlerinin Hanefî mezhebi ve Sünnî kabule genelde uymaması nedeniyle Ebu’s-Suûd’un verdiği zındık olduğuna dair ölüm fetvâyla öldürülür ve cesedi bir ata bağlanarak yerlerde sürülür.[38]
- Bâlî Ağa Bosnevî (Bosnalı Bâlî Ağa): Tanrı’ya yakınlaşmak için kırk gün çile çekmenin, perhiz yapmanın ve insanlardan uzak yaşamanın gerekmediğini; zikir eylemlerinin kalbin saflaşmasında etkili olmadığını düşünmesi; İranlılar, yeniçeriler ve yöneticilerden müritlerinin çok olmasının bir tehdit olarak algılanması ve diğer tarîkât şeyhlerinin müritleri kaybetme konusunda endişeye kapılıp yönetime şikayette bulunmaları üzerine idam edilir.[39]
- Sarı Abdurrahman: Bazı âyetleri Sünnî bakış açısına ters biçimde yorumladığı ve yorumlarından dönmediği iddiâsıyla idam edilir.[40]
- İdris-i Muhtefî (Saklanan İdris): Melâmi tarîkâtı mensupları Osmanlı yönetimi tarafından öldürüldüğü ve kendisi de Ankara merkezli Bayrâmî-Melâmî tarîkâtı mensubu olduğu için aranmakta olduğundan gerçek kimliğini kırk altı yıl saklamak zorunda kaldı. Tüccar arkadaşları onu Hacı Ali Bey diye tanırken ilim meclislerinde Şeyh Aliyyü’r-Rûmî, Mekke’de Hasan, Kâhire’de İbrahim ve Medine’de Muhammed diye biliniyordu. Ticaret sayesinde çok gezen ve tarîkâtını yayan biridir. Melâmîlerin kendi aralarındaki sorunları kadılar eliyle değil de kendi başlarına çözümlemeleri, padişahları gerçek bir otorite olarak kabul etmemeleri, Hurûfîlik benzeri düşünceler taşımaları, devletin resmî mezhebi olan Sünnîliği kabul etmemeleri, kutup dedikleri liderlerinin vahdet-i vucûda ermiş ve Tanrı’nın yansımalarına ulaşmış kimse kabul etmeleri sebebiyle Osmanlı Sünnî ulemâsı ve devlet yönetimi tarafından kontrol dışına çıkan bir tehdit olarak algılanmış, kâfir ve zınık ilan edilmiştir. Bu nedenle bir Melâmî şeyhi olan İdris-i Muhtefî de hem Fâtih’te oturmuş hem de camilerde açıktan vaazlar vermiş olmasına rağmen Osmanlı yönetimi ve ulemâsından gerçek kimliğini gizleyerek yaşamak zorunda kalmıştır. 1615’te öldüğünde gerçek kimliği ortaya çıkmıştır.[41]
- Ahmed-i Sirhindî (Sirhindli Ahmet): İmam Rabbânî diye tanınır. Bâbür kralı Ekber Şâh’ın farklı dinlerin ilkelerinden oluşturulan ve adına Dîn-i İlâhî denilen bir dini zorla yaymak istemesine karşı çıkması, Ekber Şah’tan sonra kral olan Cihangir Şah’a secde yöntemiyle saygı göstermemesi üzerine bir kalede üç yıl hapsedilir. Hapisten çıkarıldıktan iki yıl sonra tutukluluk döneminin verdiği rahatsızlıklar nedeniyle ölür.[42]
- Şeyhü’l-İslâm Ahî-zâde (Ahi’nin oğlu Şeyhülislam): IV. Murat’ın İznik kadısını idam etmesine karşı çıkması, tütün ve kahve yasağı fetvâsını baskı altında vermesi, yeniçerilerin gözünde çok itibarlı görülmesi, IV. Murat’ın katı davranışlarını onaylamaması ve padişaha komplo düzenlemek üzere olduğu iftirası nedeniyle idam edildi.[43]
- Hezâr-Fen Ahmet Çelebi: IV. Murat Döneminde Galata Kulesi’nden Üsküdar Doğancılar Meydanı’na kadar uçar. Ancak padişah IV. Murat “Bu adam korkunç biri, istediği her şeyi elde edebilir, bu tiplerin yaşamaı câiz değildir.” diyerek öldürmek ister; ancak öldürmekten vazgeçip başarısı nedeniyle bir kese altın verir ve ardından Cezâyir’e sürgün eder. Hezarfen, kalan sekiz yılını Cezayir’de kötü koşullarda geçirerek ölür.[44]
- Sütçü Beşir Ağa: Mensubu olduğu Bayramî-Melâmîliğin İsmail Mâşukî kolunun iktidâra karşı eleştirel duruş ortaya koyması; çiftçiler, sipâhîler, esnaf ve aydın kesimden pek çok insanın ilgisini çekmesi; Hurûfîlik ve Hallâc-ı Mansûr’un düşüncelerine yakın olması üzerine Şeyhü’l-İslâm Sun’i-zâde’nin fetvâsıyla boğulmuş ve cesedi Fenerbahçe’den denize atılmıştır.[45]
- Lârî Mehmed (Larlı Mehmet): Tanrı’nın varlığını inkâr etmesi, Tanrı’yı inkâr eden ve kendilerine musırrîn[46] diyenlerin içinde önemli bir konuma sahip olması nedeniyle devrin selefîleri olan Kadı-zâdelilerin etkisiyle sorgulanır ve idam edilir.[47]
- Patburun-zâde Mehmet (Patburun oğlu Mehmet): Bir Müslüman kadın ile bir Yahûdî erkeğin zinâ ettiği iddiası üzerine Rumeli Kazaskeri Beyâzî-zâde Ahmet Efendi’nin yeterince inceleme ve sorgulama yapmadan recm kararı vermesini eleştirmesi üzerine IV. Mehmet’in emriyle başı kesilmiştir.[48]
- Niyâzi Mısrî (Mısırlı Niyâzi): Kadızâdelilerin tehdidine uğraması, Kadızâdelilerin İstanbul’da ortaya çıkan veba salgınının sebebini tasavvufçulara yüklemesi gibi nedenlerle Limni adasına sürgün edilir ve ayağı prangalı biçimdeyken zehirlenerek öldürülür.[49]
- İlhâmi Baba: Osmanlının Bosna-Hersek’teki adâletsizliklerini eleştiren şiirler yazdığı için Bosna valisi Celalettin Paşa tarafından idam edilir.[50]
NOT: Kaynakça oldukça zengin bir literatür oluşturduğundan bu yazının genişletilmiş biçimi olacak ilgili kitapta detaylı kaynakçaya yer verilecektir.
__________________________________________________
[1] Ölümü: M. 934.
[2] Şaz: Genel kabulün dışında kalan, ayrık, aykırı. [Şaz kıraat: Resmî okumaların dışında kalan okuma(lar)]
[3] Ölümü: M. 939.
[4] Literal: Sözel, lafzî, kelimenin bilinen en yaygın anlamı, ilk anlam.
[5] İllet: Sebep, neden.
[6] Hikmet: Bilge, bilgelik, derin kavrayış. Anlamın yularını tutma.
[7] Müteşâbih: Benzeşen, ayırt edilmesi zor olacak şekilde birbirine benzeyen, aralarında benzerlik ilgisi bulunduğundan hangi anlama geldiği kesin olmayan.
[8] Te’vîl: Yorumlama, olası anlamlardan birine göre yorumlama.
[9] Ölümü: M. 965.
[10] Ölümü: M. 974.
[11] Dâr: İdam sehpası.
[12] Şathiye: Tanrı ve kutsallar hakkında ortaya konan görüşleri ironik, metaforik, alaycı ve ince zekâ isteyen bir dille eleştiren şiir.
[13] Küfür: Karartma, gizleme, reddetme, görmezden gelme.
[14] Ölümü: M. 1131.
[15] Teo-sofi: Tanrısal bilgi/bilgelik, Tanrısal hikmet. İnsan, evren ve Tanrı arasındaki ilişkileri açıklayan felsefî sistem olup sistemin kurulması için “ırk, renk, inanç ve cinsiyet ayrımı yapmama; din kuralları, felsefe ve bilim sınırlarını aşma; doğanın keşfedilmemiş tarafları ve insanın bilinmeyen yönlerini araştırma” yöntemlerini kullanmaktır. Gerçeğin tek başına hiçbir din, inanç ve anlayışın tekelinde olmadığı, her din ve düşüncenin gerçeğin bir bölümüne sahip olduğunu ileri süren görüş. [Teosofi(k): Teo-sofi ile ilgili]
[16] Mistisizm: Doğaüstü güçlerin kâlp gözü, duygu ve sezgi ile kavranacağını savunan akım.
[17] İthâf: Hediye, sunma, adama. (İthâfen: Adama yoluyla)
[18] Ölümü: M. 1191.
[19] Ölümü: M. 1210.
[20] Ehl-i beyt: Ev halkı. Hz. Muhammed’in eşleri, çocukları, torunları ve damadı Ali’den oluşan âile halkı.
[21] İroni: Bir şeyin tersini kastederek alay etmek.
[22] Fırka: Grup, parti, bölük.
[23] Kalender-meşrep: Alçakgönüllü, gösterişsiz (yaşayan).
[24] Ölümü: M. 1221.
[25] Haşvî: Çözümü nakilde (âyet, hadis) gören ve bu nedenle akılcılıktan nefret eden ekol.
[26] Ölümü: M. 1270.
[27] Ölümü: M. 1328.
[28] Ölümü: M. 1374.
[29] Ölümü: M. 1072.
[30] Ölümü: M. 1073.
[31] Ölümü: M. 1085.
[32] Ölümü: M. 1089.
[33] İmam A’zam ve İmam Muhammed’den sonra gelir.
[34] Ölümü: M. 1090.
[35] Ölümü: M. 1261.
[36] Ölümü: M. 1498.
[37] Ölümü: M. 1521.
[38] Ölümü: M. 1550.
[39] Ölümü: M. 1573.
[40] Ölümü: M. 1602.
[41] Ölümü: M. 1615.
[42] Ölümü: M. 1624.
[43] Ölümü: M. 1634.
[44] Ölümü: M. 1640.
[45] Ölümü: M. 1662.
[46] Musırrîn: Düşüncesini saklayanlar.
[47] Ölümü: M. 1665.
[48] Ölümü: M. 1665.
[49] Ölümü: M. 1694.
[50] Ölümü: M. 1821.