Sadakat-itaat enfeksiyonuyla kendini anmaya değmez hale getiren SP
Erbakan’ı hırsız ilan eden mahkeme kararını haksız, yetkisiz, olağanüstü dönemin ürünü ve komplo gören kalpler ve akıllar, Anayasa Mahkemesi’nin yetki alanına girdiği halde yerel bir mahkemede dava açılarak mahkeme marifetiyle SP’nin kongreye götürülmesi vehameti karşında körleşmiş, hissizleşmiş, umursamaz ve kayıtsız olabilmiştir.
“Kayıp trilyon” kararıyla yerel bir mahkemenin siyasete müdahalede bulunmasına siyasi hayatları boyunca karşı çıkmaları ve bu kararın hiçbir yerde izi kalmamacasına mevzuattan silinip atılması için mücadele etmesi gerekenler, siyasi rakipleri Kurtulmuş’u tezyif edebilme fırsatı mukabilinde, kendilerini Türkiye kamuoyuna hırsız, uğursuz, ahlaksız tanıtan bir kararı emsal almayı bile içlerine sindirebilmişlerdir.
Bir kişiye veya duruma muhalif olunsa dahi ilke söz konusu olduğunda hakikati teslim etmesi gereken ruh dinamizmi kaybedildiğinde orada ne kalpten, ne akıldan, ne de ruhtan eser kalmayacağını daha iyi görebileceğimiz başka olay var mıdır?
Kurtulmuş’un ayrılmaya karar verdiği SP, işte böyle bir ilkesizlik, politik pragmatizm ve kuralsızlık üzerine inşa ediliyor. Eğer genel başkanının ve bütün kurullarının iradesine rağmen SP’yi yerel mahkeme eliyle zorla kongreye götürme kararında herhangi bir sorun yoksa, hesap sorma yöntemine bakmaksızın Erbakan’ı Refah Partisi’nin trilyonunu çalmakla suçlayan yerel mahkeme kararında da hiçbir sorun yoktur!
Sadakat-itaat enfeksiyonuna maruz kalarak kalplerine maraz damlayanların “kayıp trilyon” davasının yöntemiyle tamamen aynı yolu izleyen kongre çağrısı girişimine itiraz etmemesi onlara hayatları boyunca yetecek bir utançtır ve inancın en temel vasfı olan güvenilirliğin politik pragmatizmin ayakları altında ezilmesine verdikleri onayla hem kendilerini, hem de SP’yi artık anmaya değmez hale getirdiklerini bilmelidirler.
SP, 2008’de Numan Kurtulmuş’un genel başkan seçilmesiyle başlayan yeni sürecinde siyasetin ‘farklı’ seçeneği olabileceğine dair umudu 11 Temmuz kriziyle noktalamıştır. 2008’den bu yana Türkiye’nin muhafazakar iktidarın elinde neo-liberal bakış açısına mecbur olmadığını anlatan farklı üslubun kenara çekilmesiyle SP’nin siyasette işgal edeceği alanın bindelik ilgi kategorisine gerileyeceği biliniyor. Bu gerçekle yüzleşecek olan sadakat-itaat doktrininin kesin inançlı neferleri, marifetin Kurtulmuş’un üslup ve söyleminde değil, Erbakan’da ve onun kesin inançlı taraftarlarında olduğu iddiasının geçerliliğini test edecekleri yeterli sayıda seçim dönemi geçireceklerdir. Bütün bu seçimlerde görecekleri ilginin düzeyi her defasında negatif gerçekleştiğinde onları “seferden sorumlu” ilan ederek güven tazeleyecek bu heyetten razılarsa ve bu halden mutluluk duyuyorlarsa kimsenin buna diyecek bir sözü olamaz kuşkusuz. Hakikatin tabiatında zorbaca dayatılma ve kabul ettirme yoktur ve o yüzden de hakikat ile şiddet, yıldırma, baskı, zorbalık ve aldatma birarada olamaz. Şiddet ve baskıya başvurmanın yegâne gerekçesi, hakikate saygısızlık ve meraksızlıktır.
Marifetin Kurtulmuş’un üslup ve söyleminde değil, Erbakan’da ve onun kesin inançlı taraftarlarında olduğunu sananlar, 60 yıldır cemaatlerin, İslami hareketin ve Müslüman entelektüel faaliyetin kolektif birikimi olan İslam düşüncesinin toplumsal ve siyasi etkilerini devşire gelmiş bir siyasi hareketin (Milli Görüş), bu büyük birikimi tek başına varettiğine inanıyorlar. O nedenle kimi kara propaganda odakları, Kurtulmuş ayrılsa bile SP’nin eski günlerine dönmekte hiç güçlük çekmeyeceği vaadiyle siyasi kadroları yerlerinde tutmaya çalışıyorlar. Olağanüstü dönemlere özgü mahkeme yönteminin Talibanizme özgü yıldırıcı eylemlerle işbirliği sonucu SP’den tasfiye edilen Kurtulmuş’un ayrılmasından sonra bu partinin asgari algının ilgi menzilinden hemen çıkacağını, çok uzun sürmeyecek bir süre sonunda hep birlikte gözlemleyeceğiz. Çünkü kamuoyunun sırf Kurtulmuş’un adalet ve özgürlük üslubunun hatırına 2008’den bu yana SP’yi gözucuyla izlemeye aldığını bütün siyasi analizler söylüyor.
Türkiye’de adaletin tesisini ve özgürlüklerin eksiksiz hayata geçirilmesini dava edinmiş olan SP’lilerin bu idealler uğrunda mücadeleye devam etmek için SP’nin artık bir mecra olmadığını görebilmeleri için gerekli bütün olaylar ve aşamalar Kurtulmuş’a reva görülenler sırasında yaşandı. Bütün bunlara rağmen SP’de kalmayı tercih edenleri bekleyen yegâne seçenek, sadakat-itaat prangasıdır ve bu prangaya vurularak özgürlüğünden, dolayısıyla da sorumluluklarından kaçmak isteyenlerin katlanmak zorunda kalacakları şey, her türlü ilkesizliği meşrulaştırmaya uğraşan bir vicdanın adım adım kirlenmesine göz yummak olacaktır.
“Erbakancılık” doktrinine bağlı yeni SP’nin görev emri, ne pahasına olursa olsun ve her halükarda sadakat ve itaati emreden dar çemberde donup kalmak; eleştiri, sorgulama, istişare, analiz ve yenilik peşinde koşmamaktır. Her eleştiri ve sorgulama denemesi, daha ilk adımında sapkınlık, inhiraf, sadakatsizlik ve itaatsizlikle suçlanacaktır ve hiç kuşku yoktur ki, yol boyunca yeni başlar devireceği her bakımdan belli sadakat-itaat kılıcı asla kınına girmeyecektir. Bu vasatta tek mücadelenin sadakat-itaat kılıcını ele geçirme etrafında yaşanacağını bugünden tespit etmemiz de kehanet sayılmamalıdır.
Peygamber Efendimize itaati bile şarta bağlamış (60/Mümtehine, 22) ve maruf bilinen şeylerin dışındakileri itaatin haricinde bırakmış bir dine mensup olmanın “Erbakancılık” nezdinde bu kadar değersizleşmesi gerçekten ürkütücüdür.
Bir siyasi parti genel başkanını “lidere sadakatsizlik ve itaatsizlik”le suçlamanın tuhaflığı bir yana, Kurtulmuş’u SP’den bu nedenle tasfiye edenler, sadakat ve itaat doktrin hale getirildikten sonra parti içinde gerilimin artık yatışacağını sanmakla hata ediyorlar. Sadakat ve itaat; doğrunun, hakikatin, geçerli ve meşru olanın kriteri haline geldiğine göre bundan böyle her kriz anında gerilimin tarafları birbirlerini sadakat-itaat doktrinine göre yargılayacak ve suçlayacaklardır. Donanımsızlığı ve yetersizliği nedeniyle herhangi bir mevkide rol verilmeyenler dahi kendilerinin sadakat-itaat doktrinine bağlılığını öne sürerek itiraz yöneltebilecek, muhataplarını sadakatsiz ve itaatsiz olmakla suçlayabilecek ve bu yüzden yeni gruplaşmalar yaşanabilecektir.
Kurtulmuş’un ayrılmasından sonra SP içinde her talebin meşru ve kabul edilmiş mecrası sadakat ve itaat olacaktır. Düşüncenin ve siyasetin merkezine oturtulmuş sadakat ve itaat, aslında SP’nin nimeti değil, lanetidir ve bu parti asla o lanetin yıkıcı etkilerinden masun kalamayacaktır.
Böyle bir siyasi partinin anmaya değer, ilgiye mazhar ve dikkati hak eden ne özelliği kalmış olabilir?
Sadakat-itaat enfeksiyonuyla kendini anmaya değmez hale getiren SP, ilkeye uymanın bağlayıcılığından kurtulmuş olarak artık derin, karanlık ve şaibeli bütün siyasi senaryoların içinde oyuncu olabilir; nasıl olsa bu halin mimarları, SP’de kalmayı kabullenmiş olanların hiçbir şeye itiraz etmeyecekleri, hiçbir girişime şüphe, eleştiri ve sorgulamayla bakmayacakları güvencesiyle rahata ermiş durumdadırlar!
Numan Kurtulmuş’un yeni bir siyasi hareket veya parti ile siyasetteki en büyük ihtiyaca cevaben yola devam edecek olmasının, sadakat-itaat enfeksiyonlu ortamlarda nefes almakta güçlük çeken SP’lilere sunduğu kıymetli imkân; her türlü eleştiri, sorgulama, muhalefet, öneri ve yeniliğin meşru, makbul, geçerli, önemli ve değerli sayılacak olmasıdır. Bu ilkelerin eksene alınacağı yeni siyasi harekete katılarak kararını Kurtulmuş’la birlikte yeni siyasi üsluptan ve özgürleşmeden yana kullanmış SP’lilere umudumu gönül ferahlığıyla emanet ediyorum; bu önemli yol ayrımında henüz kararını vermemiş SP’lilerin de vakit geçirmeden adalet ve özgürlük beklentisinin bayraktarı olmak üzere mücadele alanına girmelerini temenni ediyorum.