- ORUCUN ARKA PLÂNI
Oruç eylemiyle gerçekleştirilmek istenen şey yeme, içme ve cinsellikten uzak durmak değildir. Che Guevera gibi “Bana aç insanların karnını doyurduğum zaman kahraman, bunların neden aç olduğunu sorduğum zaman komünist diyorlar.” diyebilmek oruçtan beklenen salihâttır. Elçi Muhammed’in “Yalan söylemeyi terk etmeyen, yanlış davranışlardan kaçınmayan kimsenin kendini aç ve susuz bırakmasına Tanrı’nın ihtiyacı yoktur.“[1] demesi Kur’an’ın erdem betimlemesiyle birebir örtüşür. “Oruçluya iftar ettiren kimse, oruçlunun alacağı olumlu karşılıktan bir eksilme olmaksızın, oruçlunun alacağı kadar karşılık alır.”[2] hadisi kendini gün boyu yanlışlar karşısında tutma erdemi ortaya koymuş kimselerle oturup yemek yemenin değerli bir eylem olduğunu anlatır. Çünkü üzüm üzüme baka baka karardığı için erdemin bulaşıcılığı artar.
- SEDD-İ ZERÎ’A
Kendini tutma eğitiminin belki de en değerli yanı klasik fıkhın deyimiyle sedd-i zerî’a[3] davranışı kazandırmasıdır. Bu nedenle kapitalist bir patron, tıka basa doyan bir zengin, gizli hesapları şişkin bir para babası alttakilerin ezilmişlikleri nedeniyle oluşacak devrimci isyanlarla keyfini kaçırmak istemiyorsa onlarla paylaşmayı, ortaklaşmayı, sırdaşlığı, kardeşliği, açlıktan kurtulma yollarını, yoksulluğu yok etme teşebbüslerini kendinden ödünler vererek hayata geçirmeli; biriktirme, zenginlik tepeleri oluşturma, sınıf yaratma hırsına bürünme gibi ruhsal arızalara karşı kendini tutmalıdır.
“Oruç, ateşten koruyan kalkandır.”[4] aktarımından da anlaşılacağı üzere keyfinin kaçmasını istemeyen kimse yukarıda sıralanan erdemleri içselleştirdiği gibi kendi hırslarını da tutmasını bilmelidir. Aksi halde zenginler, makam sahipleri, kariyer ve konfor düşkünleri tüm varlıklarıyla yoksulluk ateşinin yaktığı alevlerin arasında kalır.
Geleneksel fıkıh ıskât-ı savm[5] diye bir hüküm koyarak oruç tutma borcuyla ölen birinin vârisine yoksullara fidye vermesini söylemesiyle güzel bir karara imza atmıştır. Ancak zenginlere daha çok hizmet eden fıkıh bu konuda da palyatif[6] çözümler üretmekten uzak durmamış, kendini hortumculuk düzenini yok etmeye adamış olan Kur’ân’ın sistemsel tepkisini hortumcunun lehine kırmıştır.
- ERDEM[7]
اِنَّ الْمُسْلِم۪ينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِت۪ينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِق۪ينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِر۪ينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِع۪ينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّق۪ينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّٓائِم۪ينَ وَالصَّٓائِمَاتِ وَالْحَافِظ۪ينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِر۪ينَ اللّٰهَ كَث۪يراً وَالذَّاكِرَاتِ اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْراً اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً مُب۪يناً [8] “Adalet, eşitlik, kardeşlik, sevgi, acıma, paylaşım, özgürlük, barış değerlerine teslim olan erkek ve kadınlar;[9] vicdân, akıl ve sağduyu değerlerine güven duyan ve bu konuda kendisine güven duyulan erkek ve kadınlar;[10] kendini güven ve barış değerlerine adayan erkek ve kadınlar;[11] direnen, direnişçi duruşa sahip olan erkek ve kadınlar;[12] vicdân, akıl ve sağduyu değerlerine karşı saygısızlık yapmaktan kalpleri ürperen erkek ve kadınlar;[13] güven, barış, adanmışlık, direniş, saygıyla dopdolu ruhsal ürperti içinde oluşunu servetini yoksullarla paylaşarak ispatlayan erkek ve kadınlar;[14] elini, belini, dilini tutmasını bilen, benliğini kontrol edebilen erkek ve kadınlar;[15] cinsel organlarını taciz, tecavüz, fuhuş ve jigololuğa kapatan erkek ve kadınlar;[16] barış, adalet, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik değerlerinin şerefini ısrarla yüksekte tutan erkek ve kadınlar[17] için toplumsal vicdân bağışlama ve büyük ödülleri layık görür.[18] Vicdân, akıl ve sağduyu değerleri ile bu değerlerin elçisi olan Muhammed bir konuda karar vermişse[19] Tanrısal değerlere güvenen ve kendisinde bu güveni yansıtan erkek ve kadının ilgili karara karşı başka bir karar vermesi asla düşünülemez. Kim ki özgürlük, eşitlik, adalet, paylaşım, kardeşlik, sevgi ve barış değerleri ile bunlara elçilik eden Muhammed’e başkaldırırsa bu değerlerden gizlisi saklısı olmayacak biçimde sapmış biri olur.[20]”
Yukarıdaki âyetler kendi döneminde tam bir manifesto[21] çıkışıdır. İlgili âyetler evvela erkek ile kadını eşit sorumluluk sahibi göstererek “Ataerkil ve erkekçi bir toplumsal düzene hayır!” [22] diyor. Erkek ve kadının olmazsa olmazları “barış, güven, adanmışlık, direniş, saygı, imkânların paylaşımı, cinselliği ölçülü yaşama, vicdân değerlerinin şerefini kişiliğinde temsil etme” biçiminde sıralanıyor. Tüm bunların ardından öylesine bir hüküm var ki samimiyet ve sadakatin ana ölçüsü olarak belirtiliyor. Birey ve toplumun kıymetini yükselten değerler ile onları söz ve eylemleriyle yayanların protesto edilmemesi isteniyor. Bu beklenti dikey bir hiyerarşiye dayalı itaat bekleyişi değildir.
- FÂSIK KAVİM
Kur’ân, değerler ile onu yayanlar arasında eşit ve yatay bir ilişki kurmaktan yanadır. فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَاَطَاعُوهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِق۪ينَ [23] “Firavun halkını adam yerine koymadıkça, aşağıladıkça ve küçük gördükçe halk da sanki her şey normalmiş gibi davranarak Firavun’un emir ve yasaklarını uygulamayı sürdürdü. Kendilerine baskı yapan, düşünce ve yaşam biçimleri dayatan, özgürlük ve adâleti kendisi ve yandaşları adına kısıtlayan Firavun’a boyun eğmeyi sürdüren bir halkın kediyi görünce yuvasında durmak yerine yuvasından fırlayıp çıkan şaşkın fareden ne farkı var?” âyeti kendine haksızlık yapan iktidar güçlerini “Ne yapayım, başka çarem yok. Alternatif mi var?” diyerek destekleyenleri “fâsık kavim” olarak niteler. Bu nedenle Müslüman için “Yok, yoktur.”
- KAPİTALİZM, ECDÂDCILIK
قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ [24] “Ey Şuayıp ‘Atalarımızı kutsallaştırmamızı, dedelerimize kayıtsız şartsız bağlı kalmamızı, ecdâdımızın izinden gitmemizi veya malımızı istediğimiz gibi harcayıp kullanmamızı siyâsî, ekonomik, askerî, hukûkî ve toplumsal alanlarda örgütlenerek yardımlaşma ve dayanışma içine girmen mi engelliyor?’ dediler.” âyeti firavunist düzende yaşamayı içselleştirmiş olan fâsık toplumun iki temel hastalığını ortaya koyar:
- Atacılık/Ecdadcılık
- Mülkiyetçilik
İlgili âyet mülkiyetin kapitalist ekonomiye uygun biçimde kullanılmasını ve kavmiyetçiliğin temellerinden olan dede, ecdâd, ata bağlılığını eleştirmektedir.
- İSYAN-İTAAT ÇELİŞKİSİ
لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍۙ [25] “Kimseye satır sallayamazsın, kimseyi tehdit edemezsin, kimseye parmak gösteremezsin, kimseyi korkutamazsın.” âyeti siyasal, askerî, hukuksal, ekonomik, örgütsel ve toplumsal hiçbir gücün korkutma ve tehdidine karşı pabuç bırakılmamasını ilkeselleştirir.
وَلَوْ اَنَّهُمْ قَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانْظُرْنَا لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ وَاَقْوَمَۙ [26] “Onlar ‘Duyduk ve işittiklerimize uyduk. Ancak sen de bize kulak ver ve bizi dikkate al, bizimle tartışmalar yap.’ deselerdi işler daha kıvamında gider, iyilik ve güzellikler ortaya çıkardı.” âyeti yöneten-yönetilen arasındaki olması gereken karşılıklı sorumluluk düzlemini göstermektedir. Yöneten satır sallamayacak, halkı dinleyecek; yönetilen koyun olmayacak, yönetenle tartışacak. Böylece uyumlu bir Dünya düzeni ve barış yurdu kurulacak. Aksi halde toplumsal barış başka bahara kalır.
- ÖNDERLİKTE İLİŞKİ BİÇİMİ
Kur’ân’daki İslâm, herkesi hiç kimsenin hegemonyasına[27] sokmayan ama temel değerlerde eşit biçimde sorumluluk yükleyen bir ilişkiler ağı belirlemiştir.
Âyette[28] Peygamber’in kararlarına karşı çıkmak hoş görülmez; ama bu durum sosyal yaşamın herhangi bir alanında “Peygamber’e mutlaka uyun.” anlamı da çıkarmaz. Elçi Muhammed’in toplumsal eşitlik düzeni ile adâlet ve özgürlük yolunda ortaya koyduğu hükümlere uymamız gerekirken bunlarla ilgisi olmayan düzenlemelerine karşı çıkabiliriz. Örneğin:
- a. Elçi Muhammed Hendek kuşatması öncesinde Gatafan liderlerine Medine’nin o yılki hurma hasadının üçte birini verme teklifini götürerek düşmanı bölme plânı yapar, ancak Sa’d bin Muaz’ın itirazları üzerine kararından vazgeçer.
- b. Hz. Muhammed Bedir Savaşı’nda ordunun konumunu belirlerken verdiği kararı Hubab bin Münzir’in itirazı ve kuyulara yakın konuşlanma önerisi üzerine değiştirir.
- c. Hz. Muhammed, Beriye adlı bir kadın sahabenin kocasını kıramayarak Beriye’ye “Kocana dön.” demesine rağmen Beriye kocasına dönmez.
d.اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلٰٓى اَمْرٍ جَامِعٍ لَمْ يَذْهَبُوا حَتّٰى يَسْتَأْذِنُوهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ فَاِذَا اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ فَأْذَنْ لِمَنْ شِئْتَ مِنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ [29] “Vicdân, akıl ve sağduyuya güvenenler sevgi, acıma ve adaletin ete kemiğe bürünmüş biçimi olan Muhammed’e de güvenirler ve Muhammed ile birlikteliklerinden hiç vazgeçmezler. Muhammed’in kişiliğinde temsil edilen değerlere güvenenler, siyasal ve toplumsal sorunları konuşmak üzere Muhammed tarafından çağrıldıklarında ne gelmemezlik ederler ne de izin isterler. Muhammed’in toplantı çağrısına hiçbir mazeret belirtmeden katılırlar. Ancak katılmayı çok istediği halde koşulların zorlaması nedeniyle toplantıya katılamayanlar, vicdânî değerelere ve onun somutlaşmış biçimi olan Muhammed’e karşı hiçbir güven sorunu içinde değildir. Bunlar, gelemedikleri için güvenilirliklerini kaybetmiş olmazlar. Ey Muhammed! Sana geçerli mazeretini bildirenlerin gerekçelerini göz ardı etme. Ancak katılmadılar diye de gönül koyma. Toplantıya katılan vicdan sahipleri de onları hoş görsünler. Çünkü zorunlu bir mazeret nedeniyle toplantıya katılmayanlara vicdan, akıl ve sağduyu sahipleri her zaman sevgi ve bağışlama içinde yaklaşmalı.” âyeti bir değerin önderi ve yoldaşları arasındaki ilişki biçimine dair ilkesel yönelimleri anlatıyor. Yani lider ve yoldaşlar, birbirini doğru anlamalı, gerçeklere göre değerlendirmeli; birbirine karşı önyargı içinde olmamalı. Her toplantı ciddiye alınmalı, olumsuz koşullar nedeniyle katılamayanların özürleri tüm yoldaşlar tarafından kabul edilmelidir.
Yukarıdaki âyetler gösteriyor ki değerlere elçilik yapanlara mutlak itaat edilmez, eksik veya isâbetsiz söylem ve eylemlerde bulunurlarsa karşı çıkılır ve doğrusu söylenir. İlgili âyetlerde çok tanıdık sözcükler ardı ardına dizilerek muhteşem bir kombinezon[30] oluşturulmuştur. Barışçı, güvenilir, adanmış, direnişçi, saygılı, paylaşımcı; elini, belini, dilini tutan; cinselliğini gelişigüzel yaşamayan, değerlerin şerefini yücelten diye sıralanan üst insan kimliğine sahip bir kişi, Kur’ân mektebinin ideal insanıdır.[31] Tüm ritüellerin amacı da bu değerlerin şerefini yükselten birey ve toplumlar yaratmaktır. Burada “sâim kadın ve erkekler” de övgüye layık görülmüşler. Yani toplu biçimde ve karşılıklı elini, belini, dilini yanlışlara karşı tutanlar erdemli bireyler arasında görülmüştür. Aslında bu sıralanan nitelikler “Erdemlilik nedir?” sorusuna verilen bir yanıttır.
- KUR’ÂN’A PARALEL DİN
Mezhep, cemaat ve tarîkât kodlarını alan ve farklı adlandırmaları bulunan derin dinler, Kur’an’a karşı oluşturulmuş paralel dinlerdir. Bunlar, İslâm devriminin tüm devrimci dinamizmini yok ederek İslâm’ı âhiret dinine dönüştürmüş ve ömür boyu sürdürülmesi gereken ritüeller dini haline getirmişlerdir. İslâm’ın karşısında temizlenmesi gereken bir zihniyet varsa bunlar mezhep, tarîkât ve cemaat dinleridir. Daha açıkçası kurumsal din ile onun dindârlık ve din adamlığı tipolojisini kaldırmaya gelmiş; önderi bir din adamı olmayan, rehberi النَّبِيِّ الأُمِّيِّ [32] “Sivil/halktan olan, sülâlesinden evliya/enbiyâ çıkmamış olan haberci” diye tanıtılan,اُمَّ الْقُرٰى [33] “Anakent, başkent, şehirlerin anası” diye nitelenen Mekkeli birinin mesajlarını taşıyan İslâm devrimi; bütün yapısıyla Yahûdî ve Hıristiyan dinlerinin kurumsal kimliğine dönüştürülerek اَهْلَ الْكِتَابِ [34] ehl-i kitap dininden bir din olmuştur.
Mezhepçi, cemaatçi ve tarîkâtçı ekiplerاَهْلَ الْكِتَابِ ehl-i kitap kavramını da sulandırmıştır. Hâlbuki ehl-i kitap denilince kimlerin bu adlandırma içine girdiğini şöyle görebiliriz: “Bir peygamberi, çok okunan ancak devrim bilinci uyandırmayan bir kitabı, türlü türlü ritüelleri, din adamları sınıfı, tarîkât ve mezhepleri, tapınakları ve özel kıyafetleri, mânevî/rûhânî makamları[35]” olan ve ayrıca “devlet katında hiyerarşisi bulunan, yöneticilerden iltifat gören, yönetim tarafından desteklenip korunan, halkı yöneticilere itaat ettiren” resmi din sınıfının oluşturduğu dindâr tipi ve din modelidir.
Peygamber mescidinde tartışma, düğün, eğlence, kaynaşma, mülk paylaşımı, ritüel gibi hayatın tüm işlemleri bulunurdu. Vaaz verilmezdi, ancak karşılıklı konuşulur, hesap sorulur, cevaplar verilirdi. Mescit/cami özel vaaz törenlerinin yapılmadığı, hayatın atar damarlarındaki sorunların en gerçekçi biçimde tartışılıp sonuca bağlandığı yerdi. İşte bu nedenle herkesi toplayan bu tür mekânlara câmî’ denilirdi. Fakat kiliselerde papaz konuşur, cemaat dinler, dinsel yorumlar din baronlarının tekelindedir, Tanrı törenlerle anılır, kutsal kitaptan bölümler okunur ama okunan metinlerin anlam derinliğini kavramak yerine içten bir bağlılıkla sözlerin sessiz biçimde dinlenmesi istenir.
İslâm dünyasında hadisler mişnâ’ya, tefsirler de Talmut’a benzer. Mişnâ, Tevrat’ın dışında kalmasına rağmen Tevrat’tan daha etkili olmuş ikincil kaynaktır. Mişnâ, Yahûdî bilginlerinin zihnindeki söz, davranış ve tartışmalarla ortaya çıktığına inanılan ikinci kutsal kaynaktır. Buna sözlü Tevrat da denir. Bunun yorumlanmasıyla da Talmut ortaya çıkmıştır.
Mişnacı ehl-i kitap kültürünün İslân dünyasında nasıl yaşamakta olduğuna dair Suudî Arabistan, Mısır, İran, Afganistan, Bangladeş, Bahreyn, Kuveyt, Yemen, Irak, Tunus, Cezâyir, Fas ve Pakistan’daki manzaralara şöyle bir göz atalım:
- a. Câmiler tapınağa dönüştürülmüştür. Camilerde ülkenin iktisadi, hukûkî, askerî ve siyâsî hiçbir meselesi konuşulup tartışılamaz; mahallenin sorunları çözülmez, komşuların geçim durumları tespit edilmez.
- b. Namaz kıldırma ve vaaz etme “me(eee)murları” ile fetvâ makamları biçiminde üretilmiş olan resmî din hiyerarşisi diğer dinlerdeki papa, kardinal, psikopos, papaz ve kohenlik sınıflamasından kopye edilmiştir.
- “Suudî Arabistan’da Yüksek Âlimler Heyeti, İran’da Âyetu’l-lâh’ın seçtiği Uzmanlar Meclisi, Mısır’da Mısır Müftüsü, Afganistan’da Âlimler Şûrâsı” İslâmî düşüncenin kendini yeniden üretmesi, Kur’an’ın farklı yorumlarla yeniden ele alınması, zamanın ruhuna göre yeni bir din anlayışının ortaya çıkması, özgün içtihatlar ve tercümeler yapılması konularında en büyük engellerdir.
Bu ülkelerdeki devlet tekelli resmî kurumlar öncelikle bir mezhebin tetikçileri, bir yorumun sabit fikirli yandaşları, tarîkât ve cemaatlerin meşrûiyet tarlalarıdır. Bu kurumlar yönetimden beslenir, yönetime hizmet eder, yönetimin istediği biçimde din anlayışı pompalar, yönetimin hedeflediği insan tipinin üretilmesine katkı sağlar, yönetici elitin güvenliğine hizmet eder; iktidarların siyasal, hukuksal, askerî ve ekonomik politikalarını halkın benimsemesi için dinsel yorumlar yapar ve fetvalar verir.
Bizans imparatorluğunda Kardinallık makamı neyse bu ülkelerdeki resmi din kurumları da öyledir. Kardinallık Hz. İsâ’ya ne kadar bağlıysa bunlar da Hz. Muhammed’e o kadar bağlıdır. Kardinallık ne kadar halkın, vicdânın, Hz. İsa’nın mücadelesinin, eşitlik ve adâletin, özgürlük ve barışın, hukuk ve âdil yargılamanın yanındaysa bunlar da o kadar temel insânî değerlerin yanındadır. Kardinallık mensupları siyasal iktidara hizmet ettiği için krallar tarafından ödüllendirilir, zengin bir yaşama kavuşturulur. Bu kurumların halkı afyonlayan “me(eee)murları” da ülkelerindeki siyasal iktidarlar tarafından varlıklı, torpilli ve seçkin konuma oturtulur. Bu kurumlar papalık, kardinallık ve kohenliğin İslâm elbisesi giydirilmiş modelidir.
ç. Bu ülkelerde yaşayan Şiîlerin “kütüb-ü erbaa”sı ile Sünnilerin “kütüb-ü sitte”si[36] mişnâlara dönüştürülmüştür.
- d. Kur’ân metinleri, anlaşılmak için değil sözde sevap kazanmak için okunur olmuştur.
- e. Kişiler şeyh, âyetullah, rehber, efendi, hoca, imâm ve cemaat liderlerine tüm varlığıyla bağlanmayı dindâr olmanın önemli basamağı görür. Dindâr olmak isteyen Kur’an’ı okumak ve Kur’ân üzerinde araştırma yapmak yerine bir efendinin eteğine yapışmaya gider.
- f. Ebced-cifir hesabı dalavereciliği dini çevreler ve toplumda yaygındır.[37]
- g. Sorgusuz itaate alıştırılmış sözde “din(i)dâr” tipine ihlâslı ve mübârek kişi yakıştırması yapılır.
Bu örnekler İslâm devriminin -bahsi geçen ülkelerde- bir ehl-i kitap dinine dönüştürüldüğünün en çarpıcı örnekleridir. Bu ülkelerde uydurulan din zihniyeti için çabalayanların kâhir ekseriyetinde[38] görülen partici ve mezhepçi asabiye,[39] despotluk, tek tipçilik, çoğulculuk karşıtlığı, kavmiyetçilik, cennet vaatçiliği, evliyâcılık, dini ve siyasi liderlere taparcasına bağlılık, kadercilik, kadını aşağılayıcı tavırlar, ötekileştiricilik, tahammülsüzlük, camileri tapınaklara dönüştürme, mehdîcilik[40] ve mesihçilik[41] ehl-i kitap kültürünün etkili sonuçlarıdır.
Bu ülkelerdeki dînî kurumların temsil ettiği din, Kur’ân’ın tertemiz dini olmayıp ehl-i kitabın dinlerinden bir dindir. Bu “resmî hizmete özel” rûhânî[42] kurumların dinini reddedenler, onların anlattığı ve savunduğu “mezhepçi dinciliği” kökten eleştirenler, gerçek anlamda “Kur’ân’ın dindârları” ve “Elçi Muhammed’in yoldaşları”dır. Bunlardan uzaklaşanlar Kur’an’a yakınlaşır; bunlara yakınlaşanlar, okun yaydan fırladığı gibi Kur’an’dan uzaklaşırlar. Tercih belli: Ya Kur’an İslâm’ı ya da Kardinal külahını sarığının içine saklamış olan Kardinal İslâm’ı.[43]
- SONUÇ
Suudî Arabistan, Mısır, Bangladeş, Bahreyn, Kuveyt, Afganistan, İran, Bahreyn, Kuveyt, Yemen, Irak, Tunus, Cezâyir, Hindistan, Malezya, Fas ve Pakistan’daki mevcut dindârlık modelleri Kur’ân’ın dini veya Hz. Muhammed’in mesajları değildir. Îsevî[44] ve Mûsevî[45] ehl-i kitaplığa vagon yapılan Muhammedîlerin[46] ehl-i kitap modelidir. Bu dinin anlayış ve pratiklerinden adâlet, özgürlük, eşitlik, barış, emanet, ehliyet, maslahat, meşveret, direniş, paylaşım, sevgi, saygı, akıl ve sağduyuya kaçıp kurtulmalıyız. Sıralanan tevhit ilkelerine sığınırken temel bakış açımızı Mehmet Âkif gibi belirlemeliyiz:
Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhâmı
Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı
[1] HADİS, Buhârî, Savm, 8
[2] HADİS, Tirmizî, Savm, 42; İbn-i Mâce, Sıyâm, 45
[3] Sedd-i Zerî’a: Zarar gelmesi kesin olmadığı gibi zarar ihtimali dahi olmamasına rağmen kişinin kendini tehlikeli ortam, eylem ve söylemden uzak tutmasıdır.
[4] HADİS, Buhârî, Savm, 2; Nesâî, Sıyâm, 43; İbn-i Mâce, Sıyâm, 1, Zühd, 22, Fiten, 12
[5] Iskât-ı savm: Diriyken oruç tutmayan birinin ölünce onun tutmadığı günler sayısınca yoksullara fidye ödenerek ölenin omzundan oruç borcunun düşürülmesi (anlayışı).
[6] Palyatif: Anlık, geçici, kalıcılık göstermeyen, pansuman edip tedavi etmeyen.
[7] Erdem: İyi, güzel ve yararlı eylem. Kötü, çirkin ve zararlı olmayan
[8] Ahzâb, 35-36/ İnne’l-muslimîne ve’l-muslimâti ve’l-mu’minîne ve’l-mu’minâti ve’l-gânitîne ve’l-gânitâti ve’s-sâdigîne ve’s-sâdigâti ve’s-sâbirîne ve’s-sâbirâti ve’l-hâşi’îne ve’l-hâşi’âti ve’l-mutesaddigîne ve’l-mutesaddigâti ve’s-sâimîne ve’s-sâimâti ve’l-hâfizîne furûce-hum ve’l-hâfizâti ve’z-zâkirîne’l-lâhe kesîran ve’z-zâkirâti e’adda’l-lâhu le-hum maġfiraten ve ecran ‘azîm(en) ve mâ kâne limu’minin ve lâ-mu’minetin izâ gaza’l-lâhu ve rasûlu-hu emran en yekûne le-humu’l-hiyeratu min emri-him ve men ya’si’l-lâhe ve rasûle-hu fegad dalle dalâlen mubîn(en)
[9] İnne’l-müslimiyn(e) ve’l-müslimât(i)
[10] Ve’l-mü’miniyn(e) ve’l-mü’minât(i)
[11] Ve’l-gânitiyn(e) ve’l-gânitât(i)
[12] Ve’s-sâbiriyn(e) ve’s-sâbirât(i)
[13] Ve’l-hâşi’iyn(e) ve’l-hâşiât(i)
[14] Ve’l-mutasaddıgıyn(e) ve’l-mutasaddigât(i)
[15] Ve’s-sâimiyn(e) ve’s-sâimât(i)
[16] Ve’l-hâfıziyn(e) furûce-hum ve’l-hâfizât(i)
[17] Ve’z-zâkiriyne’l-lâhe kesiyran ve’z-zâkirât(i)
[18] E’addel’lâhu le-hum mağfiraten ve ecran aziym(en)
[19] İzâ gazâ’l-lâhu ve rasûle-hû emran
[20] Ve men ye’si’l-lâhe ve rasûle-hû fe-gad dalle dalâlen mübiyn(en)
[21] Manifesto: Gemi, tır, kamyon, uçak gibi taşıma araçlarında taşınan yüklerin listesi. Bir bakış açısını/dünya görüşünü belirleyen temel ilkelerin anlatıldığı bildiri.
[22] Ata-erkil: Erkeğin yönetme, hükmetme ve kontrol etme yetkisi olduğunu kabul eden ve bu sebeple kadını ikinci sınıf gören. Erkek egemen yönetme anlayışı.
[23] Zuhruf, 54/Fe’s-tehaffe gavme-hû fe-edâ’ûh(u) inne-hum kânû kavmen fâsigîn(e)
[24] Hûd, 87/Gâlû yâ şu’aybu e-salâtu-ke te’muru-ke en netru-ke mâ ya’budu âbâu-nâ ev en-nef’ale fî emvâli-nâ mâ neşâ(u)
[25] Ğaşiye, 22/Leste ‘aley-him bi-musaytir(in)
[26] Nisâ, 46/Velev enne-hum gâlû semi’nâ ve ata’-nâ ve’s-ma’ ve’n-zur-nâ le-kâne hayran le-hum ve agvem(e)
[27] Hegemonya: Siyasi, sosyal, ekonomik, askeri ve dinî alanda üstünlük kurmak
[28] Ahzâb, 36
[29] Nûr, 62/İnneme’l-mu’minûne’l-lezîne âmenû bi’l-lâhi ve rasûli-hi ve-izâ kânû me’a-hû ‘alâ emrin câmi’in lem yezhebû hattâ yeste’zinû-hu inne’l-lezîne yeste’zinûne-ke ulâ-ike’l-lezîne yu’minûne bi’l-lâhi ve rasûli-hi fe-izâ’ste’zenû-ke li-ba’di şe’ni-him fe’zen li-men şi’te min-hum ve’s-tağfir le-humu’l-lâh(e) inna’l-lâhe ğafûrun rahîm(un)
[30] Kombinezon: Başarı elde etmek için yapılan sıralama/düzenleme.
[31] İnsan-ı kâmil, adam kadmon, üst(ün) insan.
[32] A’raf, 158/En-nebiyyi’l-ümmiyyi
[33] En’am, 92/Ummu’l-gurâ
[34] Âl-i İmrân, 65/Ehle’l-kitâb(i)
[35] Papa, kardinal, haham, papaz, pastör gibi.
[36] Şia’nın kütüb-ü erba’a dedikleri el-Kâfî (Küleynî), Men lâ-Yehduru’l-Fakîh (Kummî), Tezhîbu’l-Ahkâm (Tûsî), el-İstibsâr (Tûsî) adlı dört hadis külliyatı; Sünnilerin kütüb-ü sitte dedikleri Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvût, İbn-i Mâce, Nesâî adlı altı hadis külliyatı
[37] Dalavere: Çaktırmadan yürütülen sahtekârlık ve hilekârlık
[38] Kâhir ekseriyet: Ezici çoğunluk, azınlığın özgür söz ve davranış ortaya koymasını engelleyen çoğunluk
[39] Asabiye: Damarcılık. Genelde soy üstünlüğüne, soyun kutsanmışlığına, soyun Tanrı’nın rızasına uygun hizmetler ürettiğine inanma, soyun kutsallığını kabul etme. (Herkesi etrafında toplayan kavram, değer ve algıdır.)
[40] Mehdî: Peygamber’den sonra gelmesi beklenen kurtarıcı(lar)
[41] Mesîh: Kıyamet yaklaştığında gelmesi beklenen İsa peygamber
[42] Rûhânî: Mezhep ve tarikat işleriyle uğraşan, dünyaya ait sorunların çözümüyle ilgilenmeyen, işi gücü ölüm sonrası yaşamla ilgili olan, rûha ait, ruhla ilgili, maddeyle ilgisiz.
[43] Bu ifadelerimden bir Kardinal asla alınmasın. Çünkü kastedilen anlam İslam ile Kardinallık makamının veya Kardinallık anlayışının bir araya gelemeyeceğinin anlatılmasıdır. Yoksa her Kardinal kendi dinini yaşama hakkına sahiptir.
[44] Îsevî: İsa’ya ait, İsa ile ilgili, Hz. İsa’nın yolunu takip eden(ler)
[45] Mûsevî: Musa’ya ait, Musa ile ilgili, Hz. Musa’nın yolunu takip eden(ler)
[46] Muhammedî: Muhammed’e ait, Muhammed ile ilgili, Hz. Muhammed’in yolunu takip eden(ler), Muhammed’in yoldaşı