Türkiye, Kürt sorununda şiddetin, operasyonların yeniden tırmandığı bir sürece girdi. Şiddetin coğrafyasının bu kez sınır ötesinden batıdaki şehirlere kadar uzanarak boyutlanmaya başlaması, çeşitli kesimlerdeki demokratik çözüme dair beklentilerin de gerilemesine yol açmış gibi gözüküyor. Tam da bu süreçte, sorunun şiddet dışı yöntemlerle çözülmesine yönelik demokratik taleplerin güçlü bir biçimde dillendirilmesi de büyük önem taşıyor. Bu süreç nasıl aşılabilir? Çözüm için ne yapmalı? Evrensel Gazetesi, Mehmet Bekaroğlu’yla yaptığı röportajda bu sorulara yanıt aradı.
***
Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu, eski parlamenter kimliği yanında Doğu Konferansı girişimi gibi bölgesel ölçekli konularda sorumluluk almış bir isim. İslami kesimler içinde de, Kürt sorununa devlet eksenli bakışa muhalif olan bir duruşu var. Kürt sorununun çözümüne dair adım atmanın koşulunun ‘önce terörü bitirelim’ söylemiyle koşut ele alınmasına tepki gösteren Bekaroğlu, dünyanın hiçbir yerinde böylesi sorunların örgütü ya da onun temsilci gördüklerini muhatap almadan çözülemediğine de vurgu yapıyor.
Kürt sorunuyla bağlantılı çatışma süreci yeniden derinleşiyor. Sizce neden böyle oldu ve nereye gidiyoruz?
Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu, eski parlamenter kimliği yanında Doğu Konferansı girişimi gibi bölgesel ölçekli konularda sorumluluk almış bir isim. İslami kesimler içinde de, Kürt sorununa devlet eksenli bakışa muhalif olan bir duruşu var. Kürt sorununun çözümüne dair adım atmanın koşulunun ‘önce terörü bitirelim’ söylemiyle koşut ele alınmasına tepki gösteren Bekaroğlu, dünyanın hiçbir yerinde böylesi sorunların örgütü ya da onun temsilci gördüklerini muhatap almadan çözülemediğine de vurgu yapıyor.
Kürt sorunuyla bağlantılı çatışma süreci yeniden derinleşiyor. Sizce neden böyle oldu ve nereye gidiyoruz?
PKK, Kürt hareketi dönemsel sönümlenme ve alevlenmelerle gidiyor zaten. Bahar aylarının gelmesi gibi faktörler var. Ama bence bu kez iki faktör etkili oldu. Bunlardan bir tanesi, ‘açılım’ dediğimiz dağın fare doğurması. İnsanlar umutlandı, AK Parti’ye en karşı olanlar bile bir şeyler bekledi. Ama oradan bir şey çıkmadı. Şu kadar beklersek bir şey çıkabilir düşüncesi de anlamsız hale geldi. Diğer faktör de, Kürt siyasi hareketinin çıkmazı. Tamam AK Parti, ‘açılım’ demesine rağmen ortaya çok somut şeyler koymadı filan ama, Kürt siyasi hareketi de çözüme yönelik teklifler ortaya koymadı. Sadece hükümet değil onlar da tıkandılar.
Ama Kürt hareketi, siyasi af, yeni anayasa, siyasal alanın genişletilmesi gibi bir dizi teklif de getirdi. Kısa, orta, uzun vadeli kimi öneriler dillendirildi. Öcalan’ın çağrısı ile ‘barış grupları’ geldi…
Doğru ama, sonuçta karşılıklı bir noktaya gelinemeyince, herkes yine en çok bildiği şeyi yapmaya başladı. Yeniden şiddet devreye girdi. Uluslararası konjenktürün de bir etkisi oldu.
Ne gibi?..
Bölgede tekrar gerginlik siyasetlerinin öne çıktığı bir döneme giriyoruz. İran’a yeni yaptırımlar, Türkiye-İsrail gerginliği… Konjonktür de yeniden şiddedin öne çıktığı bir döneme işaret ediyor. Kürt meselesi, Türkiye’nin meselesi ama, PKK artık sadece Türkiye’nin örgütü değil.
Son dönemde ABD, Türkiye, Irak, İran, Suriye gibi pek çok ülkenin PKK’ye operasyon gibi bir mutabakatı olduğu görülüyor. PKK sonuçta, kökü Türkiye’de olan sorunun sonucu değil mi?
Kesinlikle. Sorunun kökleri, Osmanlı’nın yıkılmasının ardından modern Türk ulus devletinin inşa edilmesi sürecinde gidilen uygulamalara dayanıyor. Kürt sorunu bu süreçlerin ürünü. PKK de Kürt meselesinin doğurduğu bir yapı. Ama dışarıyla da çok ilgili bir mesele. Kuzey Irak’tan bağımsız düşünebilir misiniz? İran’dan bağımsız düşünebilir misiniz? PJAK ile İran’ın çatışması, dünyanın İran ile çatışmasından bağımsız olmuyor.
İslami camiada ‘din kardeşliği’ ve ümmet düsturuna dayalı bir bakış var. Ama ortada kendi dilini kullanmak isteyen bir ulus var. Siz bir psikoloji profesörüsünüz aynı zamanda. Dili yasaklanan bir insan kendisini nasıl hisseder?
Ben bir Müslüman olarak bir dilin yasaklanmasını haram olarak görüyorum, büyük bir günah ve zulüm olarak görüyorum. Allah’a isyan olarak görüyorum. Ama İslamcı hareketin içinde milliyetçi, devletçi bir kanat da, hep olmuştur.
Erbakan çizgisi de buna dahil mi?
Hayır, Erbakan asla dilin yasaklanmasını savunmamıştır. AK Parti’nin de, diğer siyasi partilerle kıyaslandığında daha az sorunsuz olduğunu düşünüyorum. ‘Ümmet esası’ ile bakılması talebi, aslında ‘sınıf esası’ ile bakılması gerektiği görüşüne biraz benziyor. Bu, ‘Biz Müslümanız, ortaklığımız var, niye sen sesini çıkarıyorsun; dilini, kültürünü istiyorsun?’ demek değildir. Bu mantık devletten geldi. Bu 1924’ten bu yana hep tek millet esasına dayalı olmaktan geliyor. Cumhuriyet o tarihten bu yana farklı olanla kavgalıdır. İslami gruplar da, hem Kürtlerle ilgili olarak hem de sınıf konusuna, bu baskılanma nedeniyle sorunlu yaklaşımlar getirmişlerdir. Sol ve Kürtler de, İslama yaklaşımda sorunlu tutumlar geliştirmişlerdir. Hani bir laf vardı; ‘solu kazıyınca altından Kemalizm çıkıyor’ diye, ‘İslamcılığı da kaşıyınca devletçilik çıkıyor’. Bunları teşhir etmek durumundayız.
Kürt sorununda şiddedin yeniden alevlenmesinde, demokratik çözüm isteyen güçlerin zayıf kalmasının da etkisi olamaz mı?
Evet, tabii yani. Ama hem devlet hem de Kürt siyasetçileri, demokratik çözüm isteyenlerin yönelimlerini bozdu. Dolayısıyla artık etkili olamaz hale geldiler. Bu çok önemli bir problem. Yıllardan beri, silah insanların bu konuyu aklıselimle konuşmalarını engelledi.
Peki yakın dönemde bu süreç nereye gider?
Peki yakın dönemde bu süreç nereye gider?
Bölgede şiddetin yeniden öne çıktığını da dikkate aldığınız zaman, yakın zamanda güzel şeyler görünmüyor. Daha dün Halkalı’da polis arabasına bomba atıldı. Operasyonlar da bütün şiddetiyle devam ediyor. Dolayısıyla şiddetin öne çıktığı, demokratik taleplerin de geriye itildiği bir dönem maalesef.
Bu arada, Kılıçdaroğlu’nun soruna dair söylemini nasıl görüyorsunuz?
Valla Fatih bey, Kılıçdaroğlu’nun bir söylemi yok. ‘Ben karınlarını doyuracağım, Kürtler dillerinden vazgeçecekler, ben karınlarını doyuracağım merdiven altındaki overlokçu kızlar başörtüsünden vazgeçecekler’ diyor. Ama birileri ona, ‘laikçilikle olmuyor, işsizliği, yoksulluğu öne çıkararak AK Parti’yi çözelim’ demiş gibi görünüyor. Fena bir siyaset de değil yani. Ama Türkiye’nin başka çözüm bekleyen önemli sorunları da var. Bence zamanla, eğer ilerlemek istiyorlarsa, süreç onları Türkiye’nin başka önemli sorunlarıyla ilgilenmeye de zorlayacak.
Varsayalım siz şimdi tek başınıza iktidar olan bir partinin başındasınız ve başbakansınız. Yani Erdoğan’ın konumundasınız. Kürt sorunu konusunda ne yapardınız?
Bu sorunu, sorunların başı olarak görüyorum ben. Her şeyden evvel hak ve özgürlükler konusunda muhatap şartına bakmadan, anayasadan yasalara kadar gerekli tüm düzenlemeleri yapardım. Devleti bir etnik grubun devleti olmaktan çıkarırdım. Diliyle eğitim yapabilmesinin altyapısını oluştururdum.
Demokratik özerlik talebine ne derdiniz?
Bir defa ben, kişisel olarak bölgenin ve Türkiye’nin birliğinden yanayım. Bunun Kürtler için de Türkler için de Araplar için de daha iyi olduğunu düşünüyorum. Ve şiddete başvurmadığı sürece Kürtlere kendilerini ifade etme hakkı tanınması gerektiğini düşünüyorum. Federasyondan yana değilim.
Bu konuda bir referandum talep edilse…
Bu referandumu nerede yapacaksınız? Sadece Diyarbakır’da yapacaksanız olmaz. Onların sonu yok. Kürtçenin serbest olması, özerlik gibi bir çalışma içine girmezdim. Ama bunun yanında grup haklarına kadar açığım. Eğitim bireysel hak olamaz ki. Kürtlere Kürtçe okullar açılmalı ve çocuklarını okutabilmeliler. Şundan da emin değilim kimse kusura bakmasın: PKK ‘Demokratik özerklik’ derken ne demek istiyor? Eski PKK daha netti. Eski PKK ‘Birleşik Kürdistan’ derdi. Bugünkü PKK, demokratik özerkliği bir adım olarak mı görüyor bilmiyorum. Samimiyet ölçecek de değilim. Gördüğümü söylüyorum.
Muhatap almadan çözemez misiniz?
PKK’nin dağdan indirilmesi olayıyla Kürt sorununun halledilmesinin eş zamanlı olarak ele alınması gerekiyor. Bölgede ve dünyada örgütlenmiş bir örgüt var. Bunları muhatap alarak bu sorunu çözeceksiniz. Dünyanın her yerinde de bu böyle olmuştur. Ama Kürt meselesiyle ilgili çok fazla düşünmeye, muhataplarıyla pazarlık yapmaya gerek yok. Esas olarak hak ve özgürlüklerle ilgili bir sorun olduğu için eğer AK Parti bir şeyler yapmak istiyorsa, yapılacak olanlar bellidir. Dille eğitimle ilgili, kültürle yerel yönetimlerle, mevcut anayasa ve yasalarla ilgili neler yapılacak; bunlar bilinmeyen konular değil. Parlamentoda bir çoğunluğunuz varsa bence bir zorluk yok. Buna rağmen çatışmalar hemen bitmeyebilir. Ama sorun buradan kaynaklandığı için çözüme doğru gider. Sonra belki af çıkarırsınız. Ama Türkiye’de kötü bir ezber var, ‘Özal bir şey yapacaktı, PKK şiddeti artırdı yapılmadı’, ‘AK Parti yapacaktı, şiddet arttı yapamadı’… Ne alakası var? Sen yapacağını yap yine. Siyasal çözüm ve haklar konusunda hiçbir muhatap sorunu etmeden adım atılmalı. Paralelinde de örgütle ilgili olarak, örgütü muhatap alacaksınız orada, başka çare yok. Kimin elinden silahı alıyorsanız, onu ya da onun temsilci gördüğünü muhatap almak sorundasınız. Dünyanın başka çatışmalı yerlerinde böyle çözülmüştür.
Gazze ile İskenderun olayının denk düşmesi talihsizlik
Öcalan’ın muhataplık sorununun çözülmemesi nedeniyle 31 Mayıs’tan sonra çekileceğini açıklaması ve yeniden şiddetin artması, tam o süreçte de bazı olayların birbirinin üzerine düşmesi, Gazze’ye saldırı ile İskenderun eyleminin aynı güne denk gelmesi ciddi bir talihsizlik oldu.
Böyle bir denk düşme bu konuda konuşmayı da zorlaştırmıştır. Ama bunun yanında, ben Kürtlerin, talepleriyle İsrail’in bağlantılandırılmasının da ahlaksızlık olduğunu düşünüyorum.
Bir yüzleşme sürecine girilmeli
Çatışma süreci Türkiye’yi nereye götürüyor?
Çatışma süreci Türkiye’yi nereye götürüyor?
Çatışma süreci Türkiye’yi iyi yerlere götürmüyor. 1990’lı yıllarda çok acılar yaşandı. Çok büyük kayıplar, çok büyük acılar yaşadık. Eğer politikacılar çözüm bulmazlarsa bu acılar yeniden yaşanacak. Hatta bu acıların yaşanmasına göz yumulursa, ‘90’lı yıllardan çok daha büyük olur darbesi. En önemlisi, binlerce yıl bir arada yaşamış halkların bir arada yaşama arzusu büyük bir darbe alır. Gelişmeler böyle giderse, halkların birlikte yaşama arzusuna zarar verir ki, Türkiye için asıl tehlike budur. Benim asıl endişem de bu tehlikenin gelişmesidir.
Bu süreç nasıl aşılabilir; çözümün kapısının aralanması için neler yapılabilir?
Çözüm kapısını aralamak çok kolay. İngiltere bunu yaptı; İspanya, Fransa yaptı. Yapmamak için hiçbir neden yok.
Nasıl muhatap alınıp çatışılıyorsa, sonuç almak için de muhatap almak gerekiyor. Mutlaka muhataplık ilişkisini kurup, adım atılmalı.
Muhataplık da farklı olabilir. Parlamentoda BDP ciddi muhatap alınabilir. Çatışmasızlık sürecinin devam etmesi için PKK ile de bir şekilde muhataplık ilişkisi kurulmalıdır.
Kürtler açısından Abdullah Öcalan çok büyük bir faktördür. Biliyorsunuz, onu irade olarak kabul eden 3.5 milyon imza toplanmıştı. Yasal statüsü bellidir, cezaevinde tutukludur, gidilip görüşülebilir, muhataplık ilişkisi kurulup kapı aralanabilir. Bunu siyasi iktidarın yapması da gerekmiyor. Bürokrasisi, ordusu, istihbaratı, polisi de yapabilir. Bu kamuoyuna açıklanmayabilir de.
Kürt sorunu nasıl çözülür?
Burada bir barış süreci olmalıdır. ‘Savaş mı var ki barış olsun?’ diye spekülasyon da yapılmamalı. 30 yıldır bir çatışma süreci yaşanıyor. Bu çatışma sürecinin sona erdirilmesi, öncelikle cumhuriyetin demokratikleştirilmesinden, çoğulculuğun kabul edilmesinden geçer. Farklılıkların kabul edildiği, ayrımcılığın olmadığı, temel hak ve özgürlüklerin teminat altına alındığı bir anayasa değişikliği gerekmektedir.
Genel af çıkarılması da gerekmektedir. Ordusu, polisi, istihbaratı, PKK’siyle, bu kesimlerin tüm bildiklerini kamuoyuna açıklaması, bir yüzleşme sürecine girilmesi gerekiyor. Rahat konuşmaları için de af çok önemlidir. Diğer rolü de genel affın, dağdakileri indirebilmek için gereklidir.
Bunların hepsi yapılabilir. Ama bu hususların gelişebilmesi için anayasadan da önce ceza mevzuatının bir bütün olarak değişmesi zorunludur. İfade ve örgütlenme önündeki engellerin kaldırılması lazım.
Seçilmişlerin, parti yöneticilerinin, herkesin gözaltına alındığı, tutuklandığı bir ortamda çözüm olmaz.
Siyasi iktidar ceza mevzuatını baskı aracı olarak kullanıyor. Öncelikle siyasi iktidar bu araçtan vazgeçmeli, ifade ve örgütlenme özgürlüğü güvence altına alınmalıdır. Zamanında bu yapılmadığı için de süreç böyle gelişti.
Devletin gerçek yüzü mahkemelerdir, biz mahkeme kararlarıyla devletin gerçek yüzünü, bakışını anlarız. Mahkemeler, 12 Eylül dönemi gibi kararlar üretiyorsa, soruna bakışda değişiklik yok demektir.
İnsanlar şiddete başvurmadığı sürece ifade ve örgütlenme özgürlüğünü rahatça kullanabilmelidir. Şiddete başvuranlar ile başvurmayanların, ayrım gözetilmeksizin aynı maddelerden yargılandığı, “terör örgütü üyesi” sayıldığı bir ortamda, bırakın Kürt sorunu gibi devasa bir sorunun çözümünü, sorunlar daha da artar.
Evrensel