“Bir bayrak, bir vatan, bir de Erdoğan”.
AK Parti Gençlik Kolu üyelerinin bu sloganı aslında seçilmiş Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın parti genel başkanlığını Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na
devrettiği kongrenin ruh halini gayet iyi yansıtıyordu.
Zaten aday da birdi, neredeyse delegelerin tamamı tarafından aday gösterilmişti.
Davutoğlu konuşmasında bunu övünerek dile getirdi. Ve bir dahaki hafta sonu yapılacak CHP kurultayında Kemal Kılıçdaroğlu’nun karşısına kendi Meclis Grup
Başkan Vekili’nin rakip olarak çıkacak olmasını bir zaafiyet göstergesi olarak örnek verdi. Olağanüstü Kongre’nin açılış konuşmasını yapan Genel Başkan
Yardımcısı Süleyman Soylu da az önce divan oluşumuna tek listeyle gidilmesini ve el kaldırma yoluyla yaptığı açık oylamada “oybirliği” sonucu çıktığını
övünerek duyurmuştu.
Şimdi sırada Erdoğan’ın bugün Meclis’te yemin etmesinden sonra cumhurbaşkanlığını Abdullah Gül’den devralmasına geldi. Sonra Davutoğlu’na hükümeti
kurma görevi verecek. Verecek ama Davutoğlu’nun listeyi bir çırpıda Çankaya’ya sunacağından o kadar emin ki, daha dün Bakanlar Kurulu’nun cuma günü, yani
29 Ağustosta hazır olacağını, kendisi ilan etti.
Belki de listenin üzerinden çoktan birlikte geçtikleri içindir. Zaten Erdoğan’ın dün kongrede Davutoğlu dışında bütün mevcut Bakanlar Kurulu ve parti
yönetimi içinden yalnızca ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın adını anması, Babacan’ın yerini koruyacağı işaret olarak yorumlandı
salonda; cuma günü görürüz.
Erdoğan’ın kongre açılış konuşmasını, mesela siyasi ve hukuk işlerinden sorumlu birinin yardımcısı ve şu kadar yıllık dava arkadaşı Mehmet Ali Şahin’e değil de
Süleyman Soylu’ya yaptırması da parti üzerindeki etkisini Davutoğlu başkanlığı altında da sürdürme isteğinin bir başka işareti sayılabilir.
Erdoğan liderliğinde AK Parti 2011 Temmuz’unda yüzde 50 seçim zaferini kazanırken, Soylu karşısındaki küçük partilerden birisinin, Demokrat Parti’nin genel
başkanıydı. AK Parti’ye 201 Eylül ayında katıldı ve hızla etkili konumlara yükseldi. Erdoğan’ın dün “Hazreti Adem ile” başlattığı davayı ömür boyu savunmuş
eski tüfeklerin sessiz bakışları arasında Soylu, artık davanın Erdoğan’a bağlılık kriteri olarak algılanmasının canlı simgesi gibi AK Parti delegelerine AK Parti’yi
anlattı.
Ama zaten Erdoğan bunun bir “veda” değil, bir başlangıç olduğunu konuşmasında vurguladı. Konuşmasının özeti, “Merak etmeyin, bir yere gidiyor değilim”
diye özetlenebilirdi.
Evet, cumhurbaşkanı olarak Çankaya Köşkü’ne çıkıyor ve Anayasa öyle istediği için parti başkanlığından ayrılmak zorunda kalıyordu, ama lider oydu. ANAR’ın
başındaki İbrahim Uslu daha bir yıl önce Erdoğan cumhurbaşkanı olursa, AK Parti’nin bir lider değil, adeta şirkete CEO, yani icra kurulu başkanı seçeceğini
söylemişti; haklı mı çıkıyordu?
Belki de o yüzden, Davutoğlu’nun rencide olmasını istemediği için konuşmasının bir yerinde “Sayın Davutoğlu emanetçi değildir” demek zorunda hissetti
kendisini. Davutoğlu da aynı şekilde kendisini “Seçilmiş cumhurbaşkanı ile başbakan arasında ihtilaf çıkmaz” demek zorunda hissetti.
Çünkü her ikisi de Anayasa’da olmayan bu modelin ancak cumhurbaşkanı ve hükümetin tam uyum içinde çalıştığında işleyebileceğini, aksi halde
aksayabileceğini biliyorlar.
Davutoğlu’na gelince… Ne Dışişleri Bakanı ne de seçim konuşmalarında alışmadığımız bir üslup tercih etmişti. Tarih ve ideoloji ağırlığı fazlaydı. Hem ajitasyon
dozu, hem de ses tonu yüksekti. Ancak belki de sıcaktandır, ateşli konuşması AK Parti taraftarlarının tamamını tribünlerde tutamadı. Davutoğlu konuşması
boyunca en fazla alkışı ise Recep Tayyip Erdoğan adını ismen zikrettiği bölümlerde aldı.
Aslında Kongre salonunu gözleyen herkes, AK Parti’nin hâlâ Erdoğan’ın partisi olduğunu ve Davutoğlu’nun gerçekten zor bir işi üstlenmiş olduğunu
görebilirdi. Partiyi yüzde 50’de tutabilmek başlı başına bir iş… Erdoğan belki de bu tür bir destek amacıyla da her şehre tek tek gitme sözü verdi.
Bir son not: Erdoğan’ın da Davutoğlu’nun da Myanmar’dan Gazze’ye dünyanın her yerinde gözünü Türkiye’ye dikmiş yardım bekleyen insanlardan söz etmeleri
duyarlı bir davranıştı. Belki bir cümleyle Irak ve Şam İslam Devleti örgütünün 11 Haziran’dan bu yana esir tuttuğu Musul Başkonsolosu dahil 49 Türk vatandaşı
da hatırlansa iyi olurdu.
Umalım onların bir an önce sağ salim kurtarılması, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı ile başlayacak yeni dönemde alınacak en iyi haber olsun.
Evet, yeni bir dönem gerçekten başlıyor, ama ortalık dikensiz gül bahçesi de değil.