İnsan ilişkileri; ana-babalar, karı-kocalar, çocuklar, dedeler, nineler, torunlar, kardeşler; arkadaşlar; akrabalar, amca, hala, dayı, teyze, yeğen/kuzen ve komşular ile birlikte yaşayan değişik inançlılar, etnik kökenliler, zenginler, fakirler, yönetenler, yönetilenler, iş ortakları, devletler, uluslar vs; bunlar ve daha başka kim varsa herkesteki ötekileştirme, dargınlık ve düşmanlıklar…
İnsanlar mülksüz bir şekilde esenlik ve barış içinde yaşayıp giderlerken içlerinden birisi, üstünlük kompleksine kapılıp uygun gördüğü bir araziyi “aha burası benim mülkümdür” diye çitle çevirmiş. Başka kimsenin yapmadığını yaparak kendisini üstün, diğerlerini de öteki olarak konumlandırmış. İblis’in hikâyesine benziyor, değil mi? O da hem kendisi gibi melek olanları hem de bütün insanları kendine denk görmeyip aşağılamış ve böylece üstünlük taslamış. İşte ötekileştirmeye iki örnek… Bu kötü örnekler ne yazık ki insanlık serüveninin ayrılmaz parçası olmuş. Yukarıda topluca sergilemeye çalıştığım insanlar birbirlerini ötekileştirip duruyorlar. Sonuç dargınlık, küslük, gücenmişlik ve de düşmanlık…
Darılmak, gücenmek ve küsmek gibi kavramlar günlük yaşamımızda çok sık karşımıza çıkarlar. Birileri, diğer birilerine darılırlar, gücenirler ya da küserler.
Darılan, gücenen ya da küsen kimseler bu durumlarını çeşitli şekillerde açığa vururlar. Bu duyguları taşıyan kişilerin en açık tavırları; gücendiği ya da küstüğü kimselerle konuşmamaları, onlarla karşılıklı konuşmama cezası uygulamalarıdır. Daha başka tavırlar da var: yol değiştirme, zoraki ya da beklenmedik karşılaşmalarda birbirlerine somurtmak, verilen selâmı almamak ve bunun gibi…
Dargın, küsmüş ve gücenmiş insanların sergiledikleri tavırların bana göre en olumsuzu konuşmamalarıdır. “Ben seninle konuşmuyorum!”, “Bundan sonra ben onunla asla konuşmam!” , “Aramızda konuşacak bir şey yok!” sözleri ve bunlara bağlı yapılan davranışlar kültürel düzeyi düşük topluluklarda daha çok görülmektedir. Bu noktada birbirleri ile konuşmayan, iletişimi koparan kimselere şöyle denilebilir: siz birbirinizle konuşmazsanız, başkaları sizin hakkınızda karşınızdaki tarafla sizin aleyhinizde bol, bol konuşur. Bu da aradaki mesafeyi açar ve gittikçe bir uçurum meydana getirebilir. Hatta olay küskünlük boyutlarını aşar ve düşmanlığa dönüşerek kötü sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilir.
Toplumda birbirine dargın, gücenmiş ya da küsmüş insanların varlığı ve çokluğu acaba toplumun kültürel düzeyini ölçmede bir veri olabilir mi? Elbette olabilir; iki kardeş dededen kalma çorak bir arazi için birbirleri ile darılmışlarsa, onların yürekleri de çoraktır. Çorak yüreklilerden de arifler/bilge kişiler çıkmaz. Hz. Ali’nin, “Eğri ok doğru gitmez” dediği gibi…
Rus Edebiyatının seçme romanlarından olan Arkadi Vasiliyev’in yazdığı “Saat On Üçte Sayın Generalim” romanında şöyle bir konuşma geçer:
“- Ve siz bana güceniyorsunuz, öyle mi?
– Hayır, hayır! Sadece budalalar gücenir, akıllılar ise çıkış yolu ararlar.”[1]
İnsanlar arasında istenmeyen durumlar meydana gelebilir. Küsme, darılma, gücenme, düşmanlık, çatışma, savaş durumlarından bir ya da birkaçı birden gündelik hayat akışı içinde ortaya çıkabilir. Böyle durumlarda akıllı ve mantıklı olanlar bir an önce barışın sağlanmasını isterler. Bunun için de en azından konuşmaya yönelik ilk adım atarak erdemlerini, barışsever ve olgun insan olduklarını gösterirler. Bu bağlamda “affetmek” konusu da işe karışmış olur ki, bu da çok değerli bir davranıştır. Çünkü bu asil davranış kin, öfke, nefret ve intikam duygularını siler süpürür, Allah’ın izniyle…
Bundan yıllar önce Balıkesir/Balya Ortaokulunda okurken bir arkadaşım kendisine göre önemli bir nedenle bana darılmıştı. Anladığım kadarıyla dargınlığı sürdürmek niyetindeydi. Ama ben aynı düşüncede değildim Bir gün okul bahçesinde yürürken yanına gidip koluna girdim ve onu Şam Baba tatlıcısı Muharrem Amcanın yanına götürdüm. Tatlılar da çok güzel görünüyordu. Tepsiden bir tatlı alarak ona uzattım, gayri ihtiyari tatlıyı elimden aldı. Kendime de bir tane aldım. Ne olduğunu anlayamadı. Biraz da şaşırdı diyebilirim. Onun çok güzel mavi gözlerinin içine bakarak “İrfan seninle barışıp konuşmak istiyorum,” dedim. O günden bu güne 40 yıldan fazla bir süredir arkadaşlık ve dostluğumuz, o sözümün gücü sayesinde sürüyor. İkimize de ne mutlu! Konuşmanın, yani sözün gücü ile yirmi beş kuruşluk maddi özveri birleşince bir ömür süren arkadaşlık ve dostluğun temelleri atıldı… Ve o efsanevi kucaklaşma elan sürüyor. Barış ve iyilik isteme ile o yönde adım atma çoğu zaman bir güzellik ve mutluluk getirir. Bilinmeli ki bu ilke insanlarla ilgili bütün alanlarda her soruna bir çaredir…
Savaş, çatışma, sürgün, açlık, zulüm, parçalanmışlık olayların sürdüğü her yerde taraflardan birisi “konuşmayı deneyelim!” diyecek, çünkü kavga, kavga edenlerin bir şekilde bir araya gelip konuşmaları ile biter. Bunun başka bir yolu var mı bilmiyorum. Eğer bu başarılamazsa danışıklı körlük ortaya çıkar ve bunun da kalıtsal olma gibi bir özelliği vardır. Kassandra’nın çığlığının duvarları deldiği, ama yine de Troia savaşının başladığı söylenir. Belki bu sefer başlamaz diye, çığlığı duyanlar konuşmayı defalarca denemeliler. İnsanoğlu esenlik ve barışın olması yönündeki büyük umutlarını yitirmemeli. Nasıl daha iyi savaşırız arayışlarından çok, barışı nasıl sağlayabiliriz üzerinde durulmalı. Bu yukarıdaki gruplamada yer alan bütün insanlar için geçerlidir. Birbirine en yakın/akraba insanların ilişkisizlikleri ile aynı inançlarda(aynı dinden) olduğu söylenen toplulukların çatışma ve savaşları durdurulabilir. Bu konuda imparatorluk ve hanedanlıkların uydurdukları fıkha değil, doğrudan Kur’an’a başvurmak çare olabilir. Çünkü o bir şifa, yani çare kaynağıdır.
Kur’an-ı Kerim, insan ilişkilerine evrensel bir yaklaşımla değişik içerik ve şekillerle ışık tutar. Bireysel ve toplumsal hayat dinamiktir, buna uygun olarak Kur’an’ın mesajları da dinamiktir. Bu anlamda insanlar arasındaki ilişkiler üzerine mesajları bulunan bazı ayetleri, uyandırıcı ve hayra yönlendirici olmaları niyet ve umuduyla birlikte okuyalım: “Ey iman edenler! Bir kavim, diğer bir kavimle alay etmesin; olur ki alay edilenler kendilerinden daha hayırlı bulunurlar. Bir takım kadınlar diğer kadınlarla eğlenmesin; olur ki eğlenceye alınanlar kendilerinden daha hayırlı olurlar. Birbirinizde ayılar aramayın. Hem birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İnandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir isimdir. Kim de tevbe etmezse, işte onlar zalimlerdir.”(Hucurat 49: 11). Kardeşler arasında ‘arabuluculuk’ şöyle tavsiye edilir: “Müminler, ancak kardeştirler. Öyle ise dargın olan kardeşlerinizin aralarını düzeltin; Allah’tan sakının ki size acısın (Hucurat 49: 10). “Karşılaştığınız zaman birbirinizi samimiyetle selâmlayın. Ayetlerimize iman edenler sana geldiği zaman şöyle de: “Size selâm (esenlik ve barış üzere olunuz) olsun.” (Enam 6: 54). “Size bir selâm verildiği zaman, siz ondan daha güzeli ile karşılık verin veya aynıyla mukabele edin!” (Nisa 4: 86). Daima iyi şeylerde yardımlaşın. “iyilik etmek ve fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın, günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde yardımlaşmayın.” (Maide 5: 2). “Ve insanlara güzellikle söyleyin!” (Bakara 2: 83). “İyiliği emret ve fenalıktan alıkoy!” (Lokman 31: 7). Şu da inananların vasfıdır: “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin yardımcıları, destekçileri ve adaletle yöneticileridirler. İyiliği emreder, fenalıktan alıkoyarlar, salâtı gereği gibi ikame ederler, zekât verirler.” (Tevbe 9: 71).
[1] Arkadi Vasiliyev, Saat On Üçte Sayın Generalim, Çeviren. T. Deliorman, s. 86, Sosyal Yayınlar, 1’nci baskı, İstanbul-1980