ORUCUN TARİHSELLİĞİ TARTIŞMALARI-II
Takva Orucu
“Ey Tanrısal değerlere güven duyan ve bu konuda kendisine güven duyulanlar topluluğu![1] Oruç sizden önceki halklara sorumluluk olarak yüklendiği gibi sizin de toplumsal duyarlılığınızı artırmanız, insan ve çevre bilincinizi yükseltmeniz için[2] karşılıklı ve birlikte oruç tutmanız omuzlarınıza yüklendi.[3] O sayılı günlerde[4] hastalanmış veya yola çıkmış olanlarınız bu sayılı orucu başka bir vakitte tutabilir. Hasta veya yolda değilken bile günleri sayılı orucu tutamayacak olanlar, çalıştığı halde kazandıklarıyla geçimini sağlayamayanları doyuracak oranda fidye versin.[5] Çalıştığı halde zor geçinen emekçiye[6] yiyecek fidyesi verebilecek güçte olanlar bunu hiçbir karşılık beklemeden versin.[7] İyi biliniz ki emekçilerle eşitlenmeyi ve toplumsal sorumluluk bilinci kazanmayı sağlayan oruç sizin için hayırlıdır,[8] bu nedenle bilinç ve sorumluluk kazandıran oruçtan uzak durmayın.”[9] ayetleri takva amaçlı tutulması gereken oruçtan bahsetmektedir. Bu oruç ayeti hicretin ikinci yılında Bedir Savaşı öncesinde ortaya çıkmış ayetlerdir.[10] Bu ayetler eski toplumların tuttuğu orucun aynısının Muhammediler tarafından da tutulması gereğine vurgu yapar. Daha önceki toplumlara da farz edilen oruçla Muhammedilere farz edilen orucun vakti, sayısı ve niteliği konularında farklı görüşler ortaya konmuştur. Bu ayetlerde ramazan orucundan bahsedilmiyor, çünkü Medinelilerin gözü önünde önceki milletlerden en yakınlarında duran Yahudiler yom kippur[11] gereği muharrem ayının onunda aşure orucu tutarlardı. Babil ve Roma’nın Süleyman mabedini yıkması anısına başlarına bir felaket daha gelmemesi için Yahudiler günahlarına kefaret olması amacıyla aşure orucu tutmayı sürdürüyordu. Kur’an bu orucu Muhammedi barışçıların da tutmasını istemekte ve takva orucu/sosyal sorumluluk orucu çerçevesinde ele almaktadır. Bu bakışımızı belirleyen şey le’alle’nin gerekçe belirten bir sözcük olmasıdır. Çünkü le’alle sebep gösterme, gerekçe sunma anlatır. Kur’an’daki tüm le’alle kelimeleri ta’lîl[12] amaçlar.[13] Kur’an’da sadece bir le’alle benzetme kastıyla kullanılır.[14] Tanrı bir şeyin umudunu taşıma veya bir şeyin geleceğinden korkma gibi yaratılmışlık niteliği taşımayacağı için bu kelimeyi “umulur ki, gelmesinden endişe duyulur ki” biçimlerinde çevirmek yanlış olur.
Aşure orucu tutamayanlara fidye[15] verme zorunluluğu getirilmesi aşure orucunun ramazan orucu gibi zorunlu bir oruç olarak ele alınmasından kaynaklanır. Sayılı günlerden hareket ettiğimizde ve bu orucu Fecr suresinin beyanıyla birleştirdiğimizde on gün tutmamız gerektiği ortaya çıkmaktadır. Zira tutulmayan günler sayısınca fidye verilmesi de aşure orucunun bir günlük oruç olmadığını gösterir.
Fidye, bir şeyin yerini tutması için verilen karşılık/bedeldir. Bu nedenle tutulmayan oruç günlerinin yerine verilen bedele de fidye denir. Fidye oranı konusunda farklı kıraat ekollerine[16] göre farklı anlamlar çıkar. Nâfî, Ebû Câfer, İbnu Zekvân okumalarına göre ayet bir yoksulun bir günlük yiyeceği oranında fidye vermeyi kasteder. Yani tutulmayan herbir gün için bir yoksulun bir günlük yiyeceği oranında fidye verilir. Ancak yine aynı kimselerin miskiyn kelimesini mesâkiyn biçiminde okumaları üzerine toplam orucun fidyesi bir yoksulun bir günlük yiyeceği oranında fidye vermektir diye anlaşılır ki bu da orucun paylaşım ve yoksulları kucaklama anlayışına ters düşer. Oruç asıl olan ritüel, fidye oruç yerine geçen karşılık olduğuna göre oruç tutmak fidye ödemekten daha değerlidir. Ama kimi tefsircilere göre ev alâ[17] tabirinde kullanılan ‘alâ’ya göre kişi oruç tutma ile fidye ödeme konusunda tercih yapabilir. İsteyen oruç tutar, isteyen tutmadığı günler sayısınca fidyesini ödeyerek oruç tutmuş sayılır.[18] Fakat ilgili ayetler hiçbir karşılık beklemeden iyilik yapmaya tatavvû der ve tatavvûyu hayrın merkezine yerleştirir. Çünkü tatavvû, tutulmayan her oruç günü için[19] birden fazla aç, yoksul, işsiz gibi muhtaç ve mağduru doyurma veya oruç tuttuğu halde aynı iyilikleri karşılıksız yapmadır.[20] Bu arada bazı tefsircilerin ramazan ayı orucu nedeniyle bahsettiğimiz hükmün kaldırıldığını iddia etmeleri klasik nesihçi[21] saplantının ürünüdür.
Savm, bireysel oruçtur. Sıyam[22] ise fiâl babı gereği işteşlik[23] belirttiğinden birlikte, karşılıklı, ortaklaşa oruç tutmayı kasteder.[24] Bu ifadeye bakarak toplumsal düzen ve çalışma saatlerinin bu ayetin uyarısı çerçevesinde belirlenmesi gerekir. Aşure orucu ramazan orucu değildir. Toplumsal açlık, kıtlık ve yoksulluğu benliğinde fark etmeyi sağlayacak bir eyleme girişmedir. Toplumun altındakileriyle özdeşleşerek onların yaşam standartlarını yükseltmeye dönük bir özdeneyim[25] ortaya koyma amacı güder. Bu ayetten anladığımız kadarıyla takva sahibi olmanın yollarından biri illa açlık deneyimi yaşama olmayabilir. Örneğin bir toplumda açlık olmayabilir ancak olanakların dengesizliği egemen olabilir. Bu durumda yüksek standartta yaşayanlar aşağı koşullarda hayat sürenleri anlayabilmek için onlarla özdeş[26] ilişkilere girişmeleri gerekir. Örneğin işine sürekli özel arabasıyla giden biri işine otobüs, minibüs ve metro gibi toplu taşıma araçlarında ayakta gidenleri anlayabilmesi için arabasından inip toplu taşıma araçlarına binmeli, bizzat eziyet çekmeli, işten gelirken evine ayakta dönmelidir. Bunu ara ara yaparak sosyal imkanların yükseltilmesine çaba harcamalıdır. Geliri yüksek olup çocuğunun her türlü ihtiyacını görebilen biri, karnı doymakla birlikte asgari ücretle geçinen biri gibi çocuğunun taleplerine ara ara cevap vermeyerek hem çocuğunu hem de içindeki sızısını yoksullarla eşitlemelidir. Ama amaç varlıklıyı yoksullaştırma olmamalı, yoksulu varlıklı yapmak olmalı. Zaten bu nedenle oruç ve diğer eşitleyici eylemler varlıklı kimselerin yapması gereken davranışlardır.
Bir işi kolayca yapabilmeye vüsû, zorlanarak yapabilmeye tâkat denir. Bu nedenle Araplar gücün tükenmesine, zorla dayanmaya, dayanamayacak duruma gelmeye itâka der. Yutiygûne(hû),[27] sağlıklı olduğu ve yolcu olmadığı halde dayanamayanlar veya alışkın olmadığı için zorlananlar; oruca tahammül edemeyenler, güç yetiremeyenler; orucu zorlukla tutmaya çalışanlar demektir. Yutiygûne(hû)’nun sadece yaşlıları kapsadığına dair rivayetler, doğrular arasına serpiştirilmiş eğrilerdir.[28] Halbuki yaşlı, hamile, çocuk emziren, yolcu, çalışan ve hasta olanlar vicdanın da onaylayacağı gibi yeme ve içmeden uzak kalamazlar. Zira Elmalılı Hamdi de bu çelişkili rivayetler arasında mekik dokuyarak ve Sünni genel kabule kendini kaptırarak taraflı hükümleri onaylamaktan uzak kalamamıştır. Fakat Elmalılı ayetin maksadını dikkate alarak ilgili ayetin “Orucu zamanında[29] veya sonra tutma[30] konusunda zorlanacak kimseler fidye verme güçleri varsa fidye versinler.” anlamı taşıdığını belirtmekten uzak kalamamıştır. Hasta ve yolcuya oruç tutmamasının söylenmesi ardından oruç tutacak olanlara oruç tutma ile fidye verme arasında bir tercih sunulması orucun asıl amacının sosyal içerik taşıdığını gösterir.[31] İmam Mâlik, çok yaşlı olanların fidye vermesi gerekmediğini, ancak yine de fidye ödemesinin çok güzel bir davranış olduğunu kabul eder. Böylece oruç ile yoksulluk ve açlık sorunu arasındaki ilişkiyi dile getirir. Halbuki yutiygûne(hû) kelimesindeki hû zamiri orucu kazaya bırakanlar sonradan hem kaza eder hem de fidye verir anlamına kapı araladığı gibi orucu kaza etme yerine sadece fidye verir anlamına da işaret eder.[32] Vicdani sorumluluk orucu kaza ederken fidye de vermeyi gerektirir; fakat kaza edilmese bile fidyeyi mutlaka gerekli görür. Zaten takva orucunun amacı sosyal sorumluluk bilinci yüklenmektir.
Elmalılı Hamdi, hastalık ve yolculuk mazeretinin ramazan orucunda yeniden zikredilmesini Bakara-184’ün ramazan orucu hakkında olmadığına dair delil olarak kabul etmesine rağmen bu durumun her ne kadar kesin olsa da sonraki ayetle neshedildiği iddiasını tekrar etmesi Sünni ezberin tekrarından ibarettir. Bu yaklaşım, Elmalılı Hamdi gibi bir zekânın mezhebist varsayımları Kur’an üstüne geçirdiğinin kanıtıdır.
Günümüzde açlık grevlerine destek verme amaçlı tutulan oruçlar da takva orucu kapsamına girer. Çünkü takva orucunun amacı mağdur, mazlum, mahkum ve mahrum birileriyle eşitlenerek onu anlama ve onu yüksek konuma çıkarma çabasına girişme motivasyonu kazanma eylemidir. Hukuka uydurulmuş biçimsel adalet oyunlarıyla mağdur olanların hakkını savunma için tutulan oruçlar çağımızın ruhuna uygun bir takva orucudur. Ancak bu oruçlar ölüm orucuna dönüşmemelidir. Kişiler ölmek yerine haksızlığa karşı başkaldırının gereken tüm yöntemlerini gerektiği yerde ve gerektiği biçimde kullanmalıdır.
Ayetin girişindeki “Oruç sizden önceki halklara sorumluluk olarak yüklendiği gibi sizin de toplumsal duyarlılığınızı artırmanız için[33] karşılıklı ve birlikte oruç tutmanız omuzlarınıza yüklendi.” cümlesinde geçen kemâ[34] edatının cümleye kattığı anlam konusunda tartışma oluşmuş ve mezhepsel nedenlerle konu bir tarafa çekilip sulandırılmıştır. “Önceki toplumlara farz kılınan sayıda oruç tutmakla mı yoksa sayıyı söz konusu etmeden sadece orucun kendisiyle mi sorumluyuz?” tartışması ayrışmanın temelini oluşturmuştur. Halbuki en güzel yanıt Kur’an’da geçen leyâlin ‘aşrin[35] ve eyyamen ma’dûdât ifadelidir. Bu tanımlamalardan yola çıkarak Muhammedi toplumlara da diğer toplumlara verilen sayıda orucun yazıldığı anlaşılmaktadır.[36]
Eyyâmen ma’dûdât, hem aşure günleri orucu hem de her ay tutulan üç gün oruçlarıdır.[37] “Tanrı elçisi eyyâm-ı bi’z’de[38] oruç tutmamızı emrederdi.”[39] aktarımı da gösteriyor ki Elçi Muhammed her ayın en parlak olduğu Dolunay günlerinde üç gün oruç tutulmasını istemiştir. Oruçla ilgili sayılı günlerin en az üç en çok on gün[40] olduğunu ayet ve peygamber pratiğinden rahatça çıkarabiliriz. Bu nedenle bir Müslüman aşure orucunu üç ile on gün arasında mutlaka tutmalıdır. Zaten madûdât, Arapçada sayılı ve geçici bir zaman dilimini kasteder.[41] Kimi sahabenin Ay takviminin on üç ile on beşinci günleri arasında üç gün oruç tuttuğu da dikkate alınırsa yaklaşımımızın doğru olduğu anlaşılır.[42]
Kimi tefsircilere göre “oruç size de yazıldı.”[43] ayetinin ramazan ayını kastetmediği, eyyâmen ma’dûdât ile hicretin başındaki aşure günü ve eyyâm-ı bîz olduğu aktarılır. Ama yine de nesihçi yaklaşım bu gerçekliği iptal etmeye çalışır.[44] Eyyâmen ma’dûdât, senenin günlerine oranla az ve sınırlı günlerdir. Sağlığınızı bozmayacak, gücünüzü tüketmeyecek ve mazeretlerinizi de gözetecek az ve sınırlı günler demektir.[45] Eyyâmen ma’dûdât, Atâ ve Katâde’ye göre de yılın en sıcak ayının günleri veya klasik ramazan ayının günleri olmayıp her ayın üç günü veya aşure günüdür. Ancak bu günlerin farz veya nâfile mi olduğu konusunda kesin görüşleri yoktur.
Sünni nesihçilik inatla Kur’an’ı mezhebe göre konuşturma yöneliminden vazgeçmez.[46] Örneğin Elmalılı, sayılı günlerin ramazan günleri olduğu hususunu genel Sünni teamül çerçevesinde tekrar eder. Hâlbuki Bakara-185’te “sonraki günlerde tutulmayan gün sayısınca”[47] ile “günlerin sayısını tamamlamanız”[48] denilmesi sayılı günler meselesini öne çıkarır. Tanrı bir şeyden bahsederken sayı gerekliyse belirtir. Tıpkı Musa ile Tanrı’nın önce otuz günlüğüne, sonra on gün daha ilave dip kırk günlüğüne sözleştiklerinin anlatılması gibi.[49] Kur’an, hac için bilinen aylar[50] diyerek bilinen günler[51] ile ilişki kurar. Yani meşhur hac aylarının bilinen sayılı günlerinde hac törenleri yapıldığı anlatılırken bilhassa sayılı günler ifadesi geçer. Hac konusunu başka bir makaleye bırakarak diyoruz ki haccın sayılı günleri zi’l-hiccenin ilk on günü veya zi’l-hicce’nin sekizi ile on üçüncü günlerini kapsayan altı günlük süredir.[52]
“Tanrısal değerlerin saygınlık ve şerefini sayılı günlerde[53] yükseklere çıkarın.[54] Hiç kimse iki gün içinde dönmek istedi diye yanlış iş yapmakla suçlanamaz. Bir başkası da uzun kaldı diye yanlış yapmış olmaz. Hangi durumu tercih ederseniz edin kişi bir suç işlemedikçe ve yanlışlık yapmadıkça, toplumsal sorumluluk bilincini kaybetmedikçe, sorumluluklarına göre davranmayı sürdürdükçe tercihlerinden dolayı kınanamaz. Bu nedenle topluma karşı taşıdığınız sorumlulukların bilincini asla kaybetmeyin. Çünkü eninde sonunda toplumun karşısında toplanıp hesap vereceksiniz, toplumun sizi topluca sîgâya çekmesinden[55] kaçamayacaksınız.”[56] ayetleri hac üzerinden adalet, eşitlik, kardeşlik, özgürlük, barış, paylaşma gibi Tanrısal değerleri öne çıkarırken hac ritüelleri içindeki sayılı günleri dikkate sunmaktadır. Yani hac yapılan tüm haram aylar sadece hac ritüeline ayrılmıyor. İnsanların ticari, askeri, toplumsal sözleşmeler yaparak kaynaştığı ve kültürel birikimlerini birbirlerine taşıdığı haram aylar fırsata dönüştürülüyor. Çünkü zaman dar ve yapılacak işler çok. Böylece baskın, talan, müsâdere,[57] avlanma ve savaşın yasaklandığı aylarda hac ritüeli bilinen ayların sayılı günleri arasına sokuşturularak insani evrensel amacın gerçekleşmesine kapı aralanıyor. Açıkçası Kur’an’da sayılı ve bilinen “ay ile gün” gerekli biçimde belirtiliyor. Bir konuda sayı sınırlaması belirtilmemişse Kur’an’ın genel mantığından hareketle ve Kur’anla uyumlu rivayetlerle bir sonuca ulaşılabilir. Bu nedenle aşure ve ramazan orucu mutlaka sayılı günlerde tutulmalıdır. Orucun sayısını artıranlar Kur’ansal bir kanıt yerine birbiriyle çelişik rivayetler ve gelenekleştirilmiş mezhep uygulamalarıyla insanların oruç ritüelini cehenneme çevirmektedir. Yahudilerin Tanrı’dan torpilli olduğunu düşünen kesimleri de “Ateş sayılı günler[58] dışında bize uğramayacak.”[59] derken de Kur’an’da sayılı günler dillendirilir.[60]
Tîbî’ye göre Arapçada hepsi/tümü anlamına gelen küll, kapsayıcı olanı ve geneli tercih etme, az olanla yetinmemeyi anlatır. Örneğin Elçi Muhammed için “Şaban’ın tümünde oruç tutardı.”[61] demek bazen ayın başından, bazen ortasından ve bazen de sonundan oruç tutmasını kasteder.[62] Bu bağlamda Peygamberin ramazanı baştan sona oruçlu geçirdiği[63] rivayetini boşa çıkaran başka bir rivayet de vardır. Üsâme bin Zeyd Peygambere şa’ban ayında tuttuğu oruç kadar neden başka aylarda oruç tutmadığını sorarak ramazanın tamamını oruçlu geçirmediğini de zımnen belirtmiş olur.[64]
Şevvalde altı gün oruç, zi’l-hicceden dokuz gün tutulan oruca aşure gününde bir gün eklenerek tutulan on günlük oruç,[65] her ayın ilk pazartesisi ile iki perşembesinde tutulan üç günlük oruç ve Peygamberin hiç terk etmediği söylenen aşure orucu, zi’l-hicceden on günlük oruç, her aydan üç günlük oruç aktarımları[66] yanında Peygamberin bir ayın herhangi bir gününü önemsemeden ayın herhangi bir üç gününde oruç tuttuğunun rivayet edilmesi[67] sayılı günlerin üç ile on gün arasındaki günler olduğunu gösterir. Kur’an bu rakamlar üzerine yemin ederek en nihayetindeki on gün orucunu onaylar.[68]
Sahabeden Ebû Zer Tanrı elçisinin her ayda üç gün oruç tutmanın yıl orucu tutma olduğunu söylediğini, “Kim bir güzellik yaparsa onun on katı karşılık bulur. Kim bir kötülük yaparsa yaptığı kadarıyla cezalandırılır. Kimsenin gerçekleri görmezden gelinmez, kimsenin aydınlığı karartılmaz.”[69] ayetini de delil olarak gösterdiğini aktarır.[70] Ancak Zemahşerî bu takva orucunun neshedildiğini kabul edenlerin olduğunu söyler. Kur’an’da nesh olmadığı için Zemahşeri’nin bu aktarımı kabul edilemez. Matürîdî’nin Muaz bin Cebel’den “Oruç üç tür değişime uğratılmıştır.”[71] rivayetini dikkate alarak aşure orucunun nesh edildiğini aktarması ve oruçta da neshin söz konusu olduğunu söylemesi kabul edilemez bir Sünni önyargıdır. Halbuki İmam Mâtürîdî, aynı pasaj içinde ilgili ayetteki sayılı günler, fidye, yolculuk ve hastalık gibi durumlardan bahsederken bunların ramazan orucunu da aynen kapsabileceğini söyler. Yani ramazan orucunun da sayılı günlerde[72] ve takva orucunun koşullarında tutulması gerektiği düşüncesini aktarır, ancak yine de ramazan orucundan yana tavır alarak kendisiyle çelişkiye düşer. Mâtürîdî’ye göre klasik ramazan ayının herhangi bir dilimine ulaşan kişi o günleri oruçlu geçirmelidir.[73] Buna göre “ramazanın tamamına değil de dilimlerinden herhangi birine ulaşan kimse o zamanları oruçlu geçirmelidir” yaklaşımı ortaya konmuştur. Yani Mâtürîdî hem tutulmayan günler için oruç tutulması gerektiğine dair bir söz söylememekte hem de zımnen üç veya on günlük oruç tutmayı kabul ettiğini göstermektedir. Mâtürîdî oruçlar arasında yandaşlık yapıp mezhepsel tavır ortaya koymuştur. Hele hele “Durum nasıl olursa olsun, aslında bu meselenin mahiyetine vâkıf olma ihtiyacımız yoktur. Çünkü biz oruç ibadetinin nasıl başladığıyla değil, son şeklini alan farz oluşuyla yükümlü tutulduk. Bu da hakkında kuşku bulunmayan ramazan orucudur.”[74] demesi bir imama ve ciddi bir ilim adamına yakışmaz. Halbuki Mâlikî mezhebinin fıkıh ve hadis otoritesi Kadı İyaz, aşure orucu denilen takva orucunun ramazandaki teşekkür orucu ile ortadan kalkmadığını düşünen selef âlimlerinin[75] olduğunu söyleyerek çekinceli bir itirafta bulunur.[76]
İbni Mübarek Tirmizi’nin oruç konusundaki rivayetlerini dikkate alarak “Bir ayın çoğunda oruç tutan birine ayın tümünde oruç tutmuş denilmesi, gecenin çoğunda namaz kılan birine bütün gece namaz kıldı denilmesi dil yönünden caizdir.”[77] demesini Arapçanın nitelikleri arasında görebilmeliyiz; bu çerçeveden de ayetleri ele almalıyız. Bir ayın belli bir süresinde oruç tutmanın ayın tümünü oruçlu geçirme biçiminde bir anlatımla dillendirilmesi Arapçanın bir üslup tarzıdır. Tıpkı kıyamet ayetlerinde[78] gelmesi kesin olan olayların gelmiş gibi geçmiş zaman kipiyle anlatılması gibi. İşte bu nedenle Arapçada yılın bir ayına tanık olmak demek o ayın tümüne değil bir kısmına şahit olmaktır.[79] Ramazan orucunu yirmi dokuz veya otuz güne tamamlama rivayetleri[80] esasında dirayeti rivayetle yönlendirme endişesi taşır. Halbuki dirayetle[81] uyumlu rivayetler[82] dikkate alınmalıdır.
Takvâ orucu, tutulması gerekli görülen ve tutulmaması halinde fidye ödenmesi istenen bir oruçtur. Konuyu bir yönüyle ele alan Mevdûdî de haberci Muhammed’in ramazan orucundan önce Müslümanlara her ay üç gün oruç tutmalarını tavsiye ettiğini dile getirir ve ramazan orucunun hicretin ikinci yılında geldiğini söyler.[83] Elmalılı’ya göre ise hicretten bir buçuk yıl sonra kıblenin değiştirilmesinin ardından şa’bân ayının onunda ramazan orucu emri gelmiştir.[84] Şu halde hem takva orucu[85] hem de şükür orucu[86] tutulması gereken zorunlu oruçlardır. Hastalık ve yolculuk durumları nedeniyle tutulmaması halinde işsiz, asgari ücretli, aç, borçlu, ihtiyaç sahibi ve yoksul kimselere fidye verilmelidir. Takva orucu konusunda çelişik rivayetlerin aktarılması da Kur’an’dan onay alması mümkün olmayan yaklaşımlardır.
“Ramazan orucundan önce aşure orucu tutuluyordu. Ramazan orucu geldikten sonra aşure orucunu isteyen tuttu, istemeyen tutmadı.”[87] aktarımı ile “Kureyş, cahiliye devrinde aşure orucu tutuyordu. Bunu Tanrı elçisi de tutuyordu. Medine’ye gelince aşure orucunu tutmaya devam etti ve Müslümanlara da emretti. Ramazan orucu gelince aşure orucunu terk etti. Aşure orucunu dileyen tuttu, dilemeyen tutmadı.”[88] rivayetini birleştirdiğimizde aşure orucunun cahiliyeden beri Araplarca bilindiği, Elçi Muhammed’in Mekke’deyken aşure orucunu tuttuğu konusunda ipuçları verir. Ancak “Tanrı elçisi Medine’ye geldiğinde Yahudilerin aşure orucu tuttuklarını gördü. Niye oruç tutuyorsunuz dediğinde ‘Bu gün salih bir gündür. O gün Tanrı İsrail oğullarını düşmanlarından kurtardı. Musa bu durum nedeniyle o gün oruç tuttu.’ dediler. Bunun üzerine ‘Ben Musa’ya sizden daha yakınım.’ dedi; hem aşure orucu tuttu hem de tutulmasını emretti.”[89] biçiminde İbn-i Abbas’tan gelen aktarımla bir önceki nakil çelişki oluşturur. Anlaşılıyor ki takva orucu konusu önce Yahudilerle ideolojik mücadele nedeniyle sonra mezhepsel kaygılar ve nesh teorisiyle görmezden gelinmiş, ayetlerle çelişen rivayetler uydurulmuştur. “Aşure günü oruç tutar ve fıtr sadakası[90] verirdik. Ramazan ve zekât gelince aşure orucuyla emredilmedik de aşure orucundan yasaklanmadık da.”[91] aktarımı ramazan ayının Müslümanlara özel oruç zannedilmesi ve takva orucu gibi Yahudilerle ortak tutulmayan bir oruç olmasından kaynaklanır. Esasında kimlik ve ideoloji savaşının bir din asabiyesine[92] dönüştürülmesi Kur’an’ın maksadını ıskalatmış, ay kutsama ve oruç süresini ayırma hastalıkları üretmiştir.
Ahmed bin Hanbel’den gelen “Geminin Cudi dağına indiği gün Nuh şükür olarak oruç tutmuştur ve aşure orucunun kaynağı budur.” biçimindeki aktarım Ebû Hureyre’nin İsrailiyâttan aşırdığı apaçık belli olan bir rivayettir. Ancak işin önemli yanı eldeki gıda maddelerinin birleştirilmesiyle herkesin bir araya getirdiği ve herkesin kendi kimlik ve kişiliğiyle bulunduğu, hiç kimsenin ayırıcı niteliğinin öne çıkarılmadığı bir yeryüzü sofrasının serilmesidir. Yeryüzü sofrasının en paylaşımcı biçimi oruçlarda ve bilhassa takva orucu olan aşure orucunda kendini gösterir. Antikapitalist Müslümanların ramazan ayında öncülük ettikleri yeryüzü sofraları takva oruçlarının en güzel örneklerindendir. Asırlardır inatla sürdürülen ve Müslüman halklara bir eziyete dönüşen mevcut oruç anlayışı reddiyeyi çoktan hak etmiştir.
[1] Yâ eyyühe’l-leziyne âmenû
[2] Le’alle-kum tettegûn(e)
[3] Kutibe ‘aleykumu’s-sıyâmu kemâ kutibe ‘alelleziyne min gabli-kum
[4] Eyyâmen ma’dûdât
[5] Fidyetun ta’âmun miskiyn(in)
[6] Miskin
[7] Tetavve’a hayran
[8] Ve en-tesûmû hayrun le-kum
[9] Bakara, 183-184
[10] Ebu’l-Ala Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 1. Cilt, Bakara Suresi, 185 numaralı dipnot, 2. Baskı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996
[11] Tövbe günü, günahlardan arınma günü, keffâret günü
[12] Ta’lîl: Bir şeyin nedenini ortaya koyma, bir kanıtla ispatlama, gerekçesini belirtme; genelden özele, tümelden tikele, bütünden parçaya, eser oluşturandan esere, üretenden üretilene, sebepten sonuca, kanundan olaya gitmedir. (bkz. Diyanet İslam Ansiklopedisi, 39. cilt, s. 511)
[13] YILMAZ, Hakkı, Kur’an’daki Önemli Sözcük ve Kavramlar, Nergiz Yayınları, İstanbul
[14] Şu’arâ, 129
[15] Fidye: Karşılık. Sağlık, ısınma, beslenme, giyim, eğitim ve ulaşım gibi giderlere karşılık gelen mal, para ve hizmet türünden her şeydir.
[16] Kur’an kelimelerine farklı anlamlar veren okuma ekolleri
[17] Veya üzeri(ne/nde), veya üstün(e/nde)
[18] YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 1. Cilt, Bakara Suresi, 183-184. Ayetler, Sadeleştirenler: İsmail KARAÇAM, Emin IŞIK, Nurettin BOLELLİ, Abdullah YÜCEL, Azim Yayıncılık, İstanbul, 1992
[19] On günlük aşure orucu
[20] Ebu’l-Ala Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 1. Cilt, Bakara Suresi, 184 numaralı dipnot, 2. Baskı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996
[21] Nes(i)h: Bir karardan vazgeçilmesi, bir hükmün kaldırılması, daha önce verilmiş bir kararın bozularak yeni bir karar verilmesi
[22] Kutibe ‘aleykumu’s-sıyâmu
[23] İşteş: Bir işin karşılıklı veya birlikte yapılması
[24] YILMAZ, Hakkı, Tebyinü’l-Kur’an, Bakara Suresi, 184. Ayet, İşaret Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2015
[25] Özdeneyim: Kendi kendine denemek, kendi başına tecrübe etmek
[26] Özdeş: Aynı özden (olan), temel iş ve işlemleri aynı (olan)
[27] Bakara, 184
[28] Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, Bakara, 25
[29] Edâ etme
[30] Kazâ etme/yapma
[31] Bakara, 184
[32] İSLAMOĞLU, Mustafa, Hayat Kitabı Kur’an, Bakara Suresi, 348. Not, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2014
[33] Le’alle-kum tettegûn(e)
[34] Gibi
[35] Fecr, 1-5
[36] Ebu Mansur el-Matüridi, Te’vilâtü’l-Kur’an, Bakara Suresi, 338. Numara, Çeviren: Bekir Topaloğlu, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2017
[37] Mahmud ez-Zemahşeri, el-Keşşaf, Bakara Suresi, 184. Ayet Dipnotu, Ekin Yayınları, Çeviren: Harun Ünal, 1. Cilt, İstanbul, 2016
[38] Ay takviminde ayın en aydınlık geceleri olan 13-14-15/14-15-16. günleri
[39] Nesâî, Savm, 83
[40] Fecr, 1-5
[41] Yusuf, 20 (Derâhime ma’dûdetin: Belli sayıda birkaç dirhem)
[42] Ebu Mansur el-Matüridi, Te’vilâtü’l-Kur’an, Bakara Suresi, 338. Numara, Çeviren: Bekir Topaloğlu, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2017
[43] Bakara, 183
[44] YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 1. Cilt, Bakara Suresi, 183-184. Ayetler, Sadeleştirenler: İsmail KARAÇAM, Emin IŞIK, Nurettin BOLELLİ, Abdullah YÜCEL, Azim Yayıncılık, İstanbul, 1992
[45] YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 1. Cilt, Bakara Suresi, 183-184. Ayetler, Sadeleştirenler: İsmail KARAÇAM, Emin IŞIK, Nurettin BOLELLİ, Abdullah YÜCEL, Azim Yayıncılık, İstanbul, 1992
[46] YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 1. Cilt, Bakara Suresi, 185. Ayet, Sadeleştirenler: İsmail KARAÇAM, Emin IŞIK, Nurettin BOLELLİ, Abdullah YÜCEL, Azim Yayıncılık, İstanbul, 1992
[47] Fe-‘iddetün min eyyâmin uhar(a)
[48] Ve-li-tuklimu’l-‘iddet(e)
[49] A’raf, 142
[50] Bakara, 197/Eşhurun ma’lûmât
[51] Hac, 28/Eyyâmin ma’lûmât
[52] YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 2. Cilt, Bakara Suresi, 183-184. Ayetler, Sadeleştirenler: İsmail KARAÇAM, Emin IŞIK, Nurettin BOLELLİ, Abdullah YÜCEL, Azim Yayıncılık, İstanbul, 1992
[53] Eyyâmen ma’dûdât(in)
[54] Ve’z-kuru’l-lâhe fîy eyyâmin ma’dûdât(in)
[55] Sîgâya çekmek: Türkçe bir deyimdir. Hesaba çekme, sorgulama, hesap sorma demektir. Yunus bir şiirinde “Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme/Seni sîgâya çeker bir Molla Kâsım gelir” der.
[56] Bakara, 203
[57] Müsâdere: El koyma, zorla alma, izinsiz çekip alma
[58] Eyyâmen ma’dûde(h/ten)
[59] Bakara, 80
[60] Âl-i İmran, 24 (Len temessenen-nâru illâ eyyâmen ma’dûdâtin: Ateş bize sayılı günlerde dokunacak)
[61] Nesâî, Savm, 75
[62] CANAN, Prof. Dr. İbrahim, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Şâban Orucu, Akçağ Yayınları, 9. Cilt, Ankara, 1990
[63] Ebu Davud, Savm, 56
[64] Nesâî, Savm, 70
[65] Ebu Davud, Savm, 61
[66] CANAN, Prof. Dr. İbrahim, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Zilhicce’den On Gün, Akçağ Yayınları, 9. Cilt, Ankara, 1990
[67] Müslim, Sıyâm, 194
[68] Fecr, 1-5
[69] En’am, 160
[70] CANAN, Prof. Dr. İbrahim, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 9. Cilt, Ankara, 1990
[71] Ebu Davud, Salat, 28
[72] En az üç en çok on gün
[73] Ebu Mansur el-Matüridi, Te’vilâtü’l-Kur’an, Bakara Suresi, 343 Numara, Çeviren: Bekir Topaloğlu, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2017
[74] Ebu Mansur el-Matüridi, Te’vilâtü’l-Kur’an, Bakara Suresi, 339. Numara, Çeviren: Bekir Topaloğlu, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2017
[75] İslam’ın ilk üç yüz yılındaki bilginler. Genelde hadis merkezli düşünen ve yoruma kapalı duran anlayışı kasteder. Kur’an ve hadis metnini nüzul sebebi, edebi sanatlar, dilin kuralları, bölgesel kültür ve tarih ilişkisi, tarihsel arka planı dışında anlama yöntemine bağlı siyasal-dinsel oluşuma Selefîlik denir. Daeş/Işıd, El-Kâide, Boko Haram selefi hareketlerdir. Sünni ve Şii dindarlığın önemli sayıda kabulü de selefî içeriklidir.
[76] CANAN, Prof. Dr. İbrahim, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Aşûre Orucu, Akçağ Yayınları, 9. Cilt, Ankara, 1990
[77] www.ilimdunyasi/suneniebudavud/peygambernasiloructutardi
[78] Kamer, 1; Kıyamet, 8
[79] YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 1. Cilt, Bakara Suresi, 185. Ayet, Sadeleştirenler: İsmail KARAÇAM, Emin IŞIK, Nurettin BOLELLİ, Abdullah YÜCEL, Azim Yayıncılık, İstanbul, 1992
[80] Buhârî, Savm, 11; Tirmizi, Savm, 5; Ebu Davud, Savm, 7; Nesâî, Sıyâm, 14
[81] Dirâyet: Kavrayış, zekâ, bilgi, beceri, yetenek. Teolojide içinde şüphe taşımayan tek kitap olan Kur’an için kullanılır.
[82] Rivâyet: Söylenti, söz aktarımı. Bir olay, haber ve sözü zaman, mekan ve şahıs etrafında öyküleyerek aktarma
[83] Ebu’l-Ala Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 1. Cilt, Bakara Suresi, 184-187. Ayetler, 2. Baskı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996
[84] YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 1. Cilt, Bakara Suresi, 183-184. Ayetler, Sadeleştirenler: İsmail KARAÇAM, Emin IŞIK, Nurettin BOLELLİ, Abdullah YÜCEL, Azim Yayıncılık, İstanbul, 1992
[85] Aşure oruçları
[86] Ramazan oruçları
[87] Buhârî, Savm, 69; Müslim, Sıyam, 115; Ebu Davud, Savm, 64
[88] CANAN, Prof. Dr. İbrahim, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 9. Cilt, Ankara, 1990
[89] CANAN, Prof. Dr. İbrahim, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 9. Cilt, Ankara, 1990
[90] Fıt(ı)r Sadakası: Elinde mal ve para yönünden fazlalık olanların ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını alabilmeleri için bayramdan önce muhtaçlara verdikleri mal ve paradır. Bunun sabit bir oranı yoktur. Kişideki fazlalık ile muhtaçların ihtiyaç oranı ve muhtaç sayısı miktarı değiştirir.
[91] Nesâî, Zekat, 35
[92] Asabiye: Damar, fanatizm, gözü kapalı taraftarlık, motivasyon, kızıl elma; yüceltilen ve tartışma dışı tutulan değer(ler)