On üç askerin hayatını kaybettiği çatışmanın ardından sarf edilen sözler, Başbakan Erdoğan’ın iddia ettiği “farklı şeyleri” anlamamızı kolaylaştırmaktadır. Başbakan’ın kast ettiği şeylerin daha önce hiç yaşanmamış, hiç denenmemiş olduğunu varsayarak değerlendirmeye başlayalım. Önümüzde iki ihtimal var. Gerçekten askerlerin kaybının verdiği acıdan ders çıkararak bir daha benzer şeyleri yaşamamak için köklü adımlar atmayı, sorunun tümden çözümüne yönelik politikalar geliştirmeyi göze almış bir psikoloji ve söylemin işaretleri var mı ? Ne yazık ki bu soruya olumlu cevap veremediğimizde geriye bir ihtimal daha kalıyor ki, o da “terörle mücadele (!)” konseptinde bu günkünden çok daha sert politikalara yönelmekten başka bir anlam ifade etmemektedir.
Daha çok siyasetçinin KCK davası üzerinden tutuklanması, hatta yemin etmedikleri için seçilmiş vekillerle ilgili yargısal süreçlerin başlatılması, hayali beklentilere dayalı görüşmelerden geri adım atılması, gösterilere daha çok gaz sıkılarak müdahale edilmesi, medya üzerindeki baskının artırılması, askeri operasyonların doğrudan sınır ötesi hedeflere yoğunlaştırılması vs.
Bütün bunlar doksanlı yıllardan daha yüksek dozda seyrederse, ülkeyi yönetenler Kürtlerin ayrılmasını kendi elleri ile hazırlayan kadrolar olarak tarihe geçecektir. İttihatçı zihniyetin yüz yıl önce Balkan, Kafkas ve Anadolu halklarını sürüklediği felaketin bir benzeri yeniden yaşanmış olacaktır.
Yapılan açıklamalar tüyler ürpertici nitelikte ve bir acının paylaşımından öte, yeni acıların yaşanmasına davetiye çıkartır niteliktedir. Yılların İçişleri Bakanı ve bu sorunun nasıl çözülemeyeceğini en iyi bilmesi gereken isimlerden birisi olan Aksu, “özerklik ilanının on üç askerin ölümünden daha feci” olduğunun altını çiziyor. Yeni İçişleri Bakanı ise “ölümlerin sebebini araştırmak gidenleri geri getirecek mi ?” diyecek kadar oturduğu makamın sorumluluklarını taşımaktan uzak sözler sarf etmektedir. Yeni meclis başkanının herkes safını belirlesin çağrısı, üç partinin ortak deklarasyonunda karşılığını bulan alışıldık cümlelerde somutlaşıyor.
Yemin krizinin CHP’yi yıpratma pahasına aşılmış olması, Kürt siyasetinin parlamento ile ilgili daha net tutum alma zorunluluğunu beraberinde getirmiştir. Blok listesinden seçilen vekillerin meclise girip giremeyeceği tümüyle “özerklik” tartışmaları ile ilgilidir. Özerklik ilanı sürecini engellemeye katkı sağlamadığı taktirde, mecliste Kürt siyasetinin temsili, kısa dönemde istenen bir durum olmayacak aksine dışlayıcı girişimlere öncelik verilecektir.
Çatışmalı ortamın yoğunlaşması ve bunun çözümsüzlüğü derinleştirdiğinin fark edilmesi, hatta toplumsal kamplaşmanın yönetilebilir kriz olmaktan çıkmaya başlaması, özerklik konusunda geri adım atılmaması bir süre sonra yeniden ve daha sağlıklı ilişki kurma ihtiyacını doğuracaktır. Anayasal çözüm ihtiyacı siyaseti yeniden umut odağı haline getirecektir.
Asıl sorun o aşamaya kadar “dik durabilmek” ve daha etkin toplumsal güç ortaya çıkaracak genişliğe kavuşmaktadır. Çatışmanın yoğunlaştığı dönemde, Türkiye toplumunun çözümden yana dinamiklerini harekete geçirebilen bir siyasal proje, gerçekten “farklı şeyler” olmasının tek yoludur.
O zaman sadece gözü yaşlı asker ailelerinin değil, on yıllardır çocuklarının kemiklerine kavuşmayı bekleyen Kürt analarının da acısına da ortak olmayı bilen bir toplumsal vicdan, siyaseti şekillendirecektir.