Dün, “Çanakkale Zaferi”nin 101. yıl dönümüydü.
Dün yapılan “anma” da uzun yıllardan beri yapılan anmaların bir tekrarı, belki hamaset dozu daha da yükseltilmiş bir tekrarıydı.
Dün de “Çanakkale muharebeleri” yıl dönümü anması; “kahramanlık” ve “şehitlik” üstüne hamasetin ortalığı kapladığı konuşmalar, afişler, sloganlar, TV kanallarında atışın serbest olduğu programlar, “milliyetçilik” ve “İslamcılık” istismarcılığının iç içe geçmesi olan etkinliklerle gerçekleştirildi.
Evet, Çanakkale’de küçük bir toprak parçası üstünde “Askeri bakımdan sonuç almış” bir harekat olarak “askerlik bilimi”ne katkı yapan bir muharebeler dizisi olmuş olabilir. Eğitimli ve donanımlı üstün kuvvetler karşısında yokluk, yoksulluk içinde bir ordu, “Vatan toprağını savunma” duygusuyla da hareket ederek, saldırgan güçleri durdurmayı, yenmeyi başarmış olabilir. Bunun önemi elbette ki tartışılıp bundan da sonuçlar çıkarılabilir. Ama törenlerde yapılan konuşmalara, bu çerçevede yapılan değerlendirmelere, yorumlara, “tarihsel ders” denecek şeylere baktığımızda bunların gerçekle bağlantılı bir değerlendirmesine rastlamıyoruz; gerçeğin yakınına bile yaklaşılmadığını görüyoruz
KİMLER KİMLERİN ÇIKARI İÇİN ÖLDÜ, ÖLDÜRDÜ?
Oysa tarihsel olayların, sonraki yıllarda anma, kutlama biçiminde yeniden gündeme getirilmesinin nedeni, geçmişe övgü yapan masallar dinlemek, ruhların hamasetle beslenmesi değil, “tarihte yaşananlardan” bugünü yaşayanların ders alması, özellikle de tarihte yaşanmış ve büyük kayıplara, felaketlere yol açmış olaylardan dersler çıkararak o gün yaşananların benzerlerinin bir daha yaşanmaması içindir. Örneğin yüzyıldan beri Çanakkale savaşlarının yıl dönümünde bu savaşların arkasında hangi sınıfların, hangi uluslararası güçlerin olduğunu (Osmanlı hanedanı ve müttefiki Alman emperyalizmi, karşısındaki İngiliz ve Fransız emperyalizmi), onların amaçlarının çatıştığını, cephede ölen askerlerin istekleriyle savaşı çıkaran ve yöneten güçlerin isteklerinin nasıl taban tabana zıt olduğunu… öğrenseydik, gerektiği gibi anlasaydık; Çanakkale muharebelerinden “kahramanlık” ve “şehadet” ötesinde sonuçlar çıkarsaydık, bugün Diyarbakır’da, Cizre’de, Silopi’de, Yüksekova’da yaşananlar yaşanmayabilirdi! Ya da Türkiye bugün yeni Osmanlıcı politikaların peşinde koşmaz, bölge halklarının birbirini boğazladığı politikaların değil, halkların dil, din, inanç farkı gözetmeden kardeşliğinin, eşit haklar temelinde bir arada yaşamasının savunulduğu bir ülke olarak hareket etmeyi tercih eden bir çizgide olabilirdi.
HAMASETİN BİÇİMLENDİRDİĞİ TARİH TARİHSİZLİKTİR
Kısacası Çanakkale savaşları üstüne yalan yanlış ne varsa efsaneleştiriliyor, ama lise öğrencilerine varana kadar bir gençlik kuşağı başta olmak üzere 100-250 bin yoksul insanımızı Çanakkale topraklarına gömen politikaların anlamı, hangi sınıfın çıkarı için, hangi emperyalist politikalara bağlanmanın sonucu olduğu sorgulanmıyor.
Başka bir söyleyişle “Çanakkale Zaferi”nin anmasını yapanlar “niçin”siz , “nasıl”sız , “kimin sorumlu olduğu”, “Hangi politikaların hangi tarihsel sonuçlara yol açtığı”na hiç bakmadan bir “kahramanlık” bir “şehitlik” hamasetiyle gerçekleri katakulliye getiriyor. Tarih bir tutarsız efsaneler karmaşasına ve kara propaganda malzemesine dönüştürülüyor.
Cumhurbaşkanı dün Çanakkale’de yaptığı konuşmada bu geleneksel “mitoslar tarihi”ni tekrarladıktan sonra hemen bugüne gelip, şehitlik üstüne son aylarda her gün giderek daha vurgulu yinelediği “Onlar ölü değildir. Ama siz bilmezsiniz”, “Şehitlik korkulan bir makam değil, ulaşılmak istenen bir makamdır”, “Toprağın vatan olması için şehit kanına bulanması gerekir”, “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” … tekerlemelerini arka arkaya yuvarlayarak bölge illerinde son aylarda “300 şehit” verildiğine geldi. Ve böylece “Dünya aleme bu toprakların bizim olduğunu” gösterdik diyerek, vatan, millet, bayrak, şehitlik istismarcılığına tüy dikti!
‘DERS ALINSAYDI TARİH TEKERRÜR EDER MİYDİ?’
Çanakkale muharebeleri, Kurtuluş Savaşı, gibi toplum bilincinde önemli izler bırakan olayları, olaylara müdahale eden sınıfların, güç odaklarının amaçlarıyla, cephede hayatını veren yoksul işçilerin, köylülerin, gençlerin isteklerinin, umutlarının ilişkisini sorgulama yerine tarihin sistemi aklama ve gerçeklerin karartılmasının dayanağına dönüştürülmesi halkların, işçi sınıfının bugünü anlamasını da güçleştirmektedir. Çünkü ülkeyi yönetenlerin ihtiyacı halkların tarihteki ya da bugünkü gerçekleri bilmesinde değil, gerçeklerin karartılmasındadır. Bu yüzden halklara “niçin”siz, “nasıl”sız, “arkasında hangi sınıfların, hangi politikaların olduğu belli olmayan, gerçek bir tarihten yoksun bir bugün sunarlar.
“Çanakkale anmaları” ve Çanakkale üstünden yapılan propaganda böyle bir tarih anlayışının “tipik” örneğidir.
“Ders alınsaydı tarih tekerrür eder miydi” diyen, tarihten ders almayanlara bir sitem olan ifadeyi haklı gösteren en tipik örnek de Türkiye’yi yönetenlerdir dersek bir abartı yapmamış oluruz. Hele de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün yaptığı konuşmasını dinledikten sonra!