ABDULLAH DEMİR
İnsanlık tarihinin en çok okunan kitapları kutsal kitaplardır. Her dönemde farklı yaklaşım biçimleriyle insanların ilgisini çekmiş metinlerdir. Dışarıdan ve içerden zengin bir eleştiri, övgü ve yorumlara muhatap olmuşlardır. Özellikle Kur’an göndericisinin ‘’ ben indirdim, ben koruyacağım’’ demesine rağmen kimi inananları tarafından güçlü koruma güdüsüyle karşılaşır. Hakikatin korunmaya ihtiyacı var mıdır? sorusu bana göre önemli bir sorudur. Eksik olanın dışarıdan korunmaya ve desteklenmeye ihtiyacı vardır. Ama hakikat eksik değil ki dışarıdan korunsun.
Peki korunan ne ve koruma güdüsü hangi korkulardan kaynaklanmaktadır. Kısaca ve genel olarak açıklamaya çalışacağım. Özellikle din işleri yüksek kurulu neden İhsan Eliaçık’ın mealinden kaygı ve korku duymuştur ve toplatılmasını talep etmiştir. Konuyu mahalle kavgaları ve ideolojik önyargılardan bağımsız, içerden biri olarak ele alacağım.
Kutsal engizisyon, kutsalı korumak ve kaotik ortamların oluşmasını engellemek amacıyla gerçekleşti. Hem İslam hem de Hıristiyan dünyada acı uygulamaları oldu. Giordano Bruno, Şeyh Bedrettin, Molla Kabız, Hakim İshak, Lari Mehmet Efendi, Hallac-ı Mansur, Nesimi gibi filozof, ilim ve şiir erbabı kutsal engizisyondan nasiplerini aldılar. Bruno’ nun ilk yargılanma sebebi konakladığı Dominik manastırında azizlerin bütün resimlerini yok edip sadece İsa’lı haçı bırakmasıdır. Hallac’ın ise “Kabe bir simgedir oraya gitmenize gerek yok evinizde küp şeklinde bir nesne etrafında saf temiz bir haleti ruhiyye ile dönerseniz aynı amaca ulaşırsınız” demesi devrin hukuk bilginlerini rahatsız etmiştir. Her yerde suçlama aynı. ‘’ Dine karşı kafir öğretiler’’.
Farklı yorum ve düşünceler ortaya koyan insanlar hep şu olguyla karşılaştılar, ‘’ tanrı tarafından gönderilmiş tek bir hakikat vardır o da kurumsal kilise veya din işleri yüksek kurulunun himayesi altındadır.’’ Bruno, eleştiri çizgisini daha ileri götürür ve der ki; Teslis insani bir yorumdur. Aziz Augustin bu terimi kullanmadı. Manastır ve rahipler için gelen bütün gelirler iptal edilmeli çünkü bunlar dünyayı kirletiyorlar. Yakılmadan önceki son mahkemesinde yakılma kararına karşı korkuyor musun? sorusuna – siz benden daha çok korkuyorsunuz. Diye cevap verir.
İslam dünyası neden bu kadar katı, savunmacı bir inancın peşine düşer. Bunun teolojik bir kökeni vardır. Daha önce gelmiş ve asliyetini koruyamamış, tahrif edilmiş Musevi ve Hıristiyan dinlerin tarih sahnesindeki varlıklarına karşı, ‘’ tamamlamak ve tashih etmek ‘’ üzere gönderilmiş bir dindir İslam dini . Bu teolojik temel ortodoksi din anlayışına sahip kimi ulemayı islamiyeti daha çok diğer dinlere karşı değil de, kendi içindeki aykırı ve farklı bölünmelere karşı mücadele vermeye zorlamıştır. Ehli Sünnet dediğimiz teolojik yapı farklı yorum, inanç, anlayış ve görüşlerle yapılan tarihsel mücadelede oluşan, gelişen ve şekillenen bir yapıdır. Dairenin içindeki teolojik mekteplerin ortaya çıkardıkları tesirlerle şekillenmiştir. İslamiyet’in ilk dönemlerinde Müslümanlar, çeşitli dini ve felsefi akımlarla karşılaştılar. Yunan felsefesi, İbrani kültürü, Zerdüştlük, Sofistler, Hinduizm gibi dönemin güçlü akımlarıyla içerde yüzleşmeye başlayınca, savunmacı bir refleks güçlü bir şekilde ortaya çıktı ve bu refleks kalınlaştı.
İnsanın varoluşsal özelliği ise; hissettiği gerçekliğe, okuduğu, duyduğu, gördüğü nesnelerden gitmek ister. İnsan doğası tekrarı sevdiği gibi bazen de tekrarın bıktırıcılığını hisseder ve ötelere uzanmak ister. Onun için Bruno, onu yargılayanlara ‘’ Fikirlerimi değil karakterimi yargılıyorsunuz.’’ Der, yani insan düşünmeden edemez ki… Düşünce ile din aynı şey değildir. Kutsal metinlerden anlaşılan ve yorumlanan, kutsal metnin kendisi değildir. İlahi metinler hem değişkendir hem değişmezdir. Değişenler değişmezin yorumlarıdırlar. Mantık değişmezdir ama anlam değişir. İslam dünyasının Heredot’u Taberi, Tarihurrusul vel müluk adlı eserinde Hazreti Ali’ye atfen ‘’ Kur’an iki kapak arasında yazılı olan ve konuşmayan bir yazıdan ibarettir. Aslında onu konuşturan, bizatihi insanların kendisidir.’’ Yani din işleri yüksek kurulundan başka kimse konuşmayacak mı ? Şunu anlarım, söz’ün tabii bağlamı çerçevesinde zikredilen elemanlar ile her şeyden önce sözün orijinal formu, ilk muhatapları, ilk işlevi, ilk zamanı ve ilk mekanı anlamın korunmasında önemlidir önermesi ve korkusu kaygısı anlaşılır bir şeydir. Çünkü birinci elden söz’ü anlatan özne mevcuttu. O yanlış anlaşılmalara müdahale ederdi. Anlam ya ‘’ iletilmek ‘’ istenir veya ‘’ elde edilmek ‘’ istenir. Eğer insan sadece elde etmek olan bir amacı güdüyorsa hangi gerekçelerle bu insani edimi insanın elinden almak istersiniz ?
Hadi diyelim elde edilen büyük bir güçle, hoşunuza gitmeyen ve yanlış anlamlandırıldığını söylediğiniz mealleri yok ettiniz. Peki Kur’an gibi ‘’ okuma ‘’ ‘’ duyma ‘’ ‘’ dinleme’’ gibi faaliyetlerle kendi hakikatini ruhlarda ve zihinlerde gerçekleştiren bir kutsal kitabın böylesi bir özelliğini nasıl yok edebilirsiniz ? Kur’an sadece akılla değil kalben dinlenen bir kitaptır. İnsanın sahip olduğu estetik duygular üzerinden, dini duygular ve düşünceler yaratan bir kitaptır. İslam dünyasında anlamadığı halde güzel sesli hafızların okuduğu Kur’an ile mest olan, coşan, duygu ve düşüncelere kapılan insanların elde ettikleri hoşunuza gitmez ise bunu nasıl engelleyeceksiniz ?
Kur’an’ın bu müzikal ve literal doğası Ömer’in Müslüman olmasına sebep olmuştur. İlk Müslümanlar bu şiirsellikten ve fondan çok etkilenip Müslüman oldular. Burada müzik, şiir ve vahiy arasındaki belirgin çizgiler kaybolur ve farklar nesnel bir alanda yok olurlar. İbn-i Arabi, Futuhat adlı eserinde ‘’ kişi belirli bir anlayış sahibi olduğunda, Kur’an daki münferit sözcükler önemini kaybeder ve kişi ilahi mesajı yalnızca ses ile algılar. ‘’ Kant ise ; Yargı Yetisinin Eleştirisi’ nde ‘’ kimi estetik fikirler, düşünceyi doğuran ama dil ile iletilebilecek bir konsept olarak karşılığı bulunmayan hayal gücü temsillerinden.’’ Söz eder.
Hadi bakalım bu dinsel, duyusal tecrübenin yarattığı tefekkürleri de yasaklayabilir misiniz ? Buna Schopenhauer, ‘’ saf tefekkür’’ der. Walter Benjamin ise bu duyusal tecrübeye ; bir resimde kaybolan bir ressam imgesiyle kıyasladığı sınırsız tefekkür diye açıklar. Gazali’de ‘’ kendine uygun bilgi aldığında işitme duyusu keyfe sebep olur. ‘’ der. Her yeniden Kur’an okuma, dinleme vahyin yeniden muhatabına inmesi demektir.
Son olarak, yasakladığınız ‘’ yaşayan Kur’an ‘’ da Allah var ama sizin görmediğiniz Allah. Allah’ın şeraitiyle yönetildiği iddia edilen Afganistan’da insanlar sevimli bir Allah göremediklerinden buradaki sevimli Allah’a yöneliyorlar. Son sözü Hazreti Ali’ye bırakayım ‘’ Öncesinde, sonrasında ve birlikte Allah’ı görmediğim hiçbir şey görmedim.’’
Türkiye’de bir alevi türküsü…
‘’ Yetiş ya Muhammed yetiş ya Ali…’’