“7- Dediler ki: “ Bu nasıl Resul ki yemek yiyor, çarşı Pazar dolaşıyor? Onunla birlikte uyarıcı olarak bir melek gönderilmeli değil miydi? 8- “ Ya da ona bir hazine bırakılsaydı veya onun bir bahçesi olsaydı da oradan yeseydi”. Ve zalimler: “eğer uyarsanız, başka değil sihirlenmiş bir adama uymuş olursunuz” dediler. 9- Bak, senin için nasıl misaller verdiler de sapıttılar. Artık bir daha yolu bulamazlar.” (Furkan Suresi, 25: 7-9)
“Nasıl Resul?”, bu soru çok önemlidir; evet, gerçekten nasıl bir Resul? Resuller döneminde, Resuller insanlar arasında diğer her insan gibi yaşadıkları için, bu soruyu Allah’a iman etmeyen ve müşrikler hem Resullere hem de kendilerine sormuşlar… Bu sorunun cevabı; bizzat Resullerin içinde yaşadıkları toplumlardaki yaşama pratikleri olmuştur. Bu noktada önemli bir fark var, o da şudur: Resuller, diğer hiçbir insanın yaşayıp tecrübe edemeyeceği bir özellik olarak Allah’tan vahiy/mesajlar almaktadırlar. Bunun dışında onların diğer insanlardan herhangi bir farkları yoktu. Böyle olmalıydı, çünkü Resuller, insanlara bireysel ve toplumsal anlamda bir yaşam örneği sunmakla görevliydiler. İşte bu noktada Resullere gelen vahiy önemli ve değerli bir rol alıyordu. Bu şu demektir: resuller de Resul olmadan önce diğer herhangi bir ortalama insan gibi günün ve yörenin gelenek ve hukuk kurallarına göre yaşıyorlardı. Yaşadıkları bu yaşam tarzlarında vahyin ilkelerine uymayan birçok uygulama vardı, işte resuller bu uygulamaları vahyin ilkeleri doğrultusunda değiştirerek vahye uygun duruma getiriyor ve ona göre yaşıyorlardı. Resuller, bu yönleriyle bireysel ve toplumsal yaşamda yeni yaşam ilkelerini ortaya koyuyorlardı. Bunların başında bireysel ve toplumsal bağlamda ahlak, adalet, eşitlik, özgürlük, inanç, güven, huzur gibi konular geliyordu. Bu anlamda resullerin ıslah/düzeltme hareketleri ile büyük devrimler yaptıklarını söyleyebiliriz. Elbette bunlar öyle kolayca olmuyordu, çünkü her toplumun egemenleri tarafından kendi keyif ve çıkarlarına uygun oluşturulmuş bir düzenleri vardır.
Ah o düzenler/statükolar! En çok da değişim görünümü ile sömürgeci ve istismarcı yerleşik düzenlerini yürütürler… Statükonun sağlam ayakları vardır ve bunların başında din gelir, sonra ekonomi, eğitim, yargı, güvenlik güçleri, gelenekler vs. Hemen şunu söyleyelim; resullere her dönemde en çok karşı çıkan ve işlerini engellemeye çalışan güç, Din Adamları olmuştur. İşte onun için, her resul döneminde “dine karşı, Din!” mücadelesi yaşanmıştır. İlk bakışta bu durum çelişkili gibi görünebilir, fakat hiç de öyle değil, öyle olmadığına tarihte yaşananlar şahittir. Bu anlamda durumun günümüzde de aynı olduğunu hatırlamakta yarar var, yani dine karşı din mücadelesi devam ediyor.
Bu noktada şu birkaç yıldır ortaya konulan “uydurulan din, indirilen Din” söylemini anmak yerinde olur diye düşünüyorum. Bunu az önceki bağlamla bağdaştırdığımızda şöyle söylenebilir: “Uydurulan dine karşı, indirilen Din!”
Yukarıda söylediklerimizi herhangi bir döneme uyguladığımızda ortaya tutarlı, homojen, yeknesak, üzerinde uzlaşma sağlanmış ve tevhidi inanışa uygun bir Resul örneği çıkabilir mi? Apaçık görüldüğü gibi genel anlamda aynı isimlendirme altında ortada iki din var. Böyle olunca mecburen iki de resul olmalıdır, yani iki İbrahim, iki Musa, iki İsa ve iki Muhammed! Unutmayalım, hatta bunlar bazen ikiden de fazla olmalılar! “Nasıl Resul? Sorusuna cevap arıyoruz. Zor bir mesele, değil mi? Peki, bu birden fazla aynı isimli resuller nasıl oluşuyor? Uydurulmuş dini topluma kabul ettirenler için, bu zor değildir.
Resullerin sağlığında değil, ama onlar öldükten sonra değişik resul tipleri oluşturdular. Mezheplere, tarikatlara, siyaset ve ideolojilere göre resuller uydurdular. Resulleri birbirleri ile yarıştırdılar, her biri için çeşitli mucizeler uydurdular, böylece onları insanlar için örnek olmaktan çıkardılar. Resullere vahiyle gelen mesajları bir kenara atıp onların yerine çeşitli ilmihal kitapları yazdılar. Çeşitli cemaatler, mezhepler, tarikatlar ve bunlara benzer oluşumlar; her topluluk kendi öğretilerine göre ilmihal yazdıkları gibi hayali resuller uydurup, onlara da şekil verdiler.
Furkan Suresi,7, 8 ve 9’ncu ayetler grubunda konu edilen resullük gerçekten üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Çünkü Allah’ın vahiylerinde/kitaplarında tanıttığı resuller ile insanların din anlayışları ile çok çeşitli rivayet ve geleneksel yorumlarla oluşturdukları resuller arasında epeyce farklılıklar var. O kadar ki, geleneksel resul anlayışında insanların onları örnek alıp hayatlarında uygulamaları mümkün görülmüyor. Yanlış ve uydurma rivayetler ve mucizelerle donatılmış resulleri, insanlar hayatlarında nasıl uygulasınlar, değil mi?
Allah’ın insanların arasından birisini resul olarak seçmesinde ve bu kişiye vahiy göndererek insanlığı daldığı karanlık yollardan aydınlığa çıkarması, yardıma muhtaç oldukları anlarda yardım elini uzatması hiç de yadırganacak ve reddedilecek bir şey değildir. Fakat gel gör ki kendileri gibi bir beşere Allah’ın vahiy göndermiş olmasını reddediyorlar. Hemcinslerinden birisinin Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olmasını kabul etmeyerek bu işe melekleri daha uygun görüyorlar. Aynen bunun gibi uydurulan rivayet ve geliştirilen geleneklerle resulleri insanların ulaşamayacakları makamlara oturtuyorlar ve bunun üzerinden bir din algısı ve dindarlar meydana getiriyorlar. Oysa hiçbir resul bilinen ve kabul edilen anlamda din adamı değildir. Din adamlığı, ruhbanlık, hahamlık, din görevliliği gibi sıfatlar vahiylerde kınanmaktadır.
Allah’ın insanlara kendi içlerinden gönderdiği Resul onların duyduklarını duyar, zevk aldıkları şeylerden zevk alır, tecrübelerini değerlendirir, her türlü acılarını anlayıp kavrar, istek ve ihtiyaçlarını bilir, duygu ve heveslerini bilir, onların içinde bulundukları çeşitli hallerini kavrar… İnsanlar, her şeyi ile kendisine benzeyen bir resulü daha kolay örnek alırlar. Çünkü kendileri gibi beşer olan bir Resulün yaşam ve davranışları, ahlak ve işleri açıkça gözleri önüne serilir ve böyle bir pratiği örnek alarak onun gibi yaşamak mümkün olur.
Onların gülünç ve cahilce itirazlarından birisi de Resullerin çarşı ve pazarda dolaşarak geçimlerini sağlamak için çaba gösterip çalışmalarıdır. Allah, onları çalışmadan geçindiremez mi, onlara sınırsız rızık ve diğer ihtiyaçlarını veremez mi? Bu noktada din adamları ile çeşitli tarikat ve cemaatlerin lider, şeyh ve efendi hazretleri gibi insanların yaşayışlarını hatırlamakta yarar var…
“Nasıl Resul?”: Yüce Rabbimizin, bize Kitabında tanıttığı bir Resul… Yüce Allah, Hz. Muhammed’i(s) bir elçi olarak gönderdi ve ona bir kitap indirdi. O’na müjdeci ve Allah’a karşı sorumluluk bilinci içinde olmasını emretti. O, insanlara, Rabbinin elçiliğini bildirip iyilikle öğüt verdi. Bu yolda sabrederek, yani hakta direnip zorluklara göğüs gererek Yüce Allah’ın emrini yerine getirdi. Ondan sonra gelen günlerde yapılması gereken buydu; şimdi ve gelecek çağlarda da yapılması gereken budur.
“”””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””
15 Temmuz 2016 gecesi halka ve millet iradesine karşı yapılan başarısız darbe girişimini şiddetle kınıyor ve lanetliyorum. Yıllarca halkın sırtından geçinip konfor içinde yaşayanların aynı sırta kurşun ve bomba atarak saldırmaları nankörlük ve tam bir ihanettir. Seçimli idarenin işlediği bir ülkede böyle bir harekete kalkışmak, büyük bir saygısızlık ve cinayettir.
Bütün darbeler kapitalizme hizmet eder, dolayısıyla hiçbir Müslüman’ın onaylamayacağı kötü bir davranıştır. Bu anlamda her Mümin/Müslüman darbelere karşı olmalı, ona karşı mücadele etmelidir. Çünkü;
“Var olan her şeyin bir sonu vardır.
Fakat görkem ve kerem sahibi Rabbinin zatı sonsuzdur.
Artık Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?”
(Rahman, 55: 26-28)