Başından beri referandum sonucunun ‘Hayır’ çıkmayacağını, çıkarsa da 7 Haziran 2015 seçimlerinde olduğu gibi, bir bahane ile tekrar seçime gidileceğini düşündüm. Olabilecek en iyi sonuç, ‘Evet’ ve ‘Hayır’ oylarının birbirine çok yakın olması idi, nitekim öyle oldu. Böylece, ülkenin yarısı onca baskı ve dayatmaya rağmen, yeni sisteme karşı itirazını tescillemiş oldu, bu çok önemliydi, ama o kadar.
OHAL koşulları altında yapılan rejim değişikliği referandumunu, yine OHAL koşulları altında rejim değişimi süreci izleyecek. Ülkenin sistem değiştirme seçimini futbol maçı galibiyeti ile mukayese eden bir siyasal anlayış, ezici galibiyet alamadığı sonuçlara bozum olmuş olsa da yoluna devam edecek. ‘Şehirli muhafazakârlar’ın rahatsız olduğu anlaşılmış’, ‘AK Parti bu sonuçları iyideğerlendirmeli’ymiş, bunlar züğürt tesellisi. Tabii ki, her seçim sonucu ve özellikle detaylandırılmış tablo, toplumu yorumlamak için en iyi araçlardan biridir, o nedenle sonuçları analiz etmek önemli. Ancak bu analizlerin siyasi bir karşılığı yok, olmayacak, bizzat Cumhurbaşkanı söyledi; ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’! Yani, ‘ne deseniz boş, iş işten geçti’.
Yıllardır analizler, muhasebeler, akıl yürütmeler ile değil, güç siyasetleri ile yönetilip, onlara eşlik eden deyim ve atasözleri ile yol alıyoruz. Hem de, pek kaba saba deyişler ile; Başbakan, bakan değişimi olmayacağını ‘dere geçilirken at değiştirilmez’ veciz ifadesi ile öğreniyoruz, işin işten geçtiğinin ifadesi ‘sür eşeğini Niğde’ye’, ardımızda iyi eserler bırakmanın önemini vurgulayan atasözü, ‘Eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri’ şeklinde. İşte Türkiye’nin ve dahi İslam âleminin geleceğini teminat altına alması beklenen büyük medeniyet iddiası kendini böyle ifade ediyor.
Yok, ‘artık bu iş bitti, gidiş belli, derdimize yanalım’ bile diyemiyorum, ‘bu gidişin sonunun belli’ olmasından bile daha beteri, bu gidişin sonunun belirsiz olması. Türkiye gibi büyük, önemli ve karmaşık bir ülkenin dar görüşlü ve sığ bir siyasi zihniyetin sistem diye dayattığı, keyfi yönetim cenderesi ile yönetilemeyeceği açık. Nitekim, denemesi yapıldı, bir süredir, bu anlayış ve fiilen Başkanlık sistemi ile yönetilen ülkenin hali de gelecek için ne vadettiği de ortada. ‘Şehirli muhafazakârlar’, gizli ‘Hayır’cılar, 2019’a kadar kimin imdadına yetişir bilemiyorum ama tepkilerinin halihazırda, mimlenmek dışında kendilerine bile faydası olmayacak, zira gidişat sandığımızdan daha kötü. Türkiye sürdürülemez bir yönetim modeline sürükleniyor ve bu gidişe karşı durmanın tüm yolları artık kapalı. Bu ülkeden umudumuzu tümden yitirelim demiyorum, ama durum seçim analizi ile geçiştirilebilecek gibi değil.
Hal böyle iken, ‘İslamcılar veya iktidar bloğu içinde tartışmalar başlamış’, birbirlerine ateş püskürüyorlarmış gibi meseleler üzerine bir dakika bile düşünmeye değmez. Sahi önemli fikirler yarışıyor da haberimiz mi olmuyor? Yok, öyle bir durum; belli ki söz konusu olan düpedüz ikbal kavgası, Erdoğan’ın gözüne girme yarışı, oğluna, damadına yakın olmaktan devşirilen güçler arası didişme. İşte keyfi yönetime otoriter rejime tabi olan toplumların acıklı hali budur; en büyük haber saray kulisleri, en iyi analiz Beyefendi’nin sözlerinden fal tutmak, en önemli siyasi tartışma, dar sahada didişmelerden ibaret hale gelir. Hali hazırda yaşananlar bundan ibaret.
Son olarak, olay dönüp dolaşıp bir kez daha eğitimsiz, taşralı kitleye fatura edildi, ‘şehirli muhafazakârlar’ bile işin içinden sıyrıldı ya ben bir de ona yanıyorum. Onca okumuş yazmış, hatta ortalarda entelektüel diye dolaşan adam/kadının bunca yıl, iktidara yakın durmak adına dalkavukluk, laf ebeliği yapması, ‘muhafazakâr olmayan şehirlilerin’, üstelik en zenginlerinin kazançlarına zarar gelmesin diye otoriter siyasete zemin sağlaması neredeyse daha masum bir iş sayılacak. Başımıza gelenler sebepsiz değil, ama yine de haksız, yine de hukuksuz…