3 Ekim 2010 günü Radikal gazetesinin Pazar ekinde ODTÜ Felsefe Bölümünden Prof. Dr. Yasin Ceylan’ın, “Kürt dilinde eğitim” başlığı altında bir makalesi yayımlandı. Alt başlığı: “Türkçe bilmediğim için beş yıllık ilkokulu ancak yedi yılda bitirdim. Hiç Türkçe konuşulmayan bir mezradan ilçeye taşınmıştık. Tek kelime Türkçe bilmiyordum” idi. Bugünlerde ana dilde öğrenim görme hakkı tartışılırken basında, ana dili Türkçe olmayan çocukların okullarda çektiklerini anlatan ve Türk ilkokul öğretmenlerinin Kürt çocukları okutmada çektiklerini anlatan yazılar yayımlanmaktadır. Prof. Ceylan’ın makalesi bunların en güzel örneklerinden biridir. Ceylan çocuk yaşta okulda konuşamamanın, öğretmenleri anlayamamanın verdiği ruhî sıkıntıyı, anası ile babasının çaresizliğini, çevresinin yeteneksiz olduğu kanaatine varmasının etkisini bir gazete makalesi çerçevesinde kısaca fakat belagatle tasvir etmiş. İlköğretimi ana dilde vermek lehinde hem düşündürücü, hem de ölçülü ifadeleriyle okurun rikkatine dokunan, etkili bir yazı.
Yazının sonlarına doğru Profesör Ceylan “Kürt dili eğitim dili olursa sonuçları ne olur diye sorulursa, buna sadece iyilik olur, güzellik olur diye cevap verilebilir… Temel hakların doğruluğu, kendileriyle kaimdir, sonuçlarına bakılmaz. Yaşama, seyahat etme, mülk edinme hakları gibi. Bir insan bu hakları kullanırsa, sonucu ne olur diye sorulur mu?” diyor. Bunu yazmama vesile olan burasıdır.
Temel hak ne demektir? Temel insan hakları bütün insanlara, insan oldukları için tanımak gereken haklardır. Yasamanın keyfine bırakılamayacak, ma’şerî vicdandan kaynaklanan haklardır. İnsanların gerçekten temel hakkı olan ana dilini konuşma, dilini öğrenme, dilinde okuma, dilinde yayın yapma haklarını savunan bir yazıya birdenbire mülk edinme hakkı nasıl girdi? Mülk kelimesi çiftlik, arsa, fabrika, han, otel gibi taşınmaz varlıkları kapsar. Bunların edinmek temel bir hak mıdır? Ana dilinde öğrenim görme hakkı, yaşama hakkı ile bir nefeste zikredilecek bir hak mıdır fabrika, arazi edinme hakkı?
Yeryüzünde insanlar arasında muazzam refah farkları var. Refah uçurumları devamlı artıyor. Bunların kaynağı, insanlar arası adaletsiz servet dağılımıdır. Toplumlar içinde bu adaletsizlikten birbirine hasım sosyal sınıflar ortaya çıkmaktadır. Dünyada bu adaletsizlikten milletler zengin fakir diye ayrışmakta, zengin toplumlar fakirlere tahakküm etmektedir. Mülk edinme faaliyeti korunduğunda dünyada mülkün çok büyük kısmı çok küçük azınlıkların elinde birikmektedir. Bu sonuca bakmayacak mıyız?
Fertlerin servetlerini devletin müsadere etmesi ihtimalinden koruyan yasalar 16. yüzyıldan itibaren Avrupa ülkelerinde burjuva sınıfların devletleri ele geçirmesiyle çıkarıldı ve burjuva sınıflarının filozofları (Aydınlanmacılar) bunun temel hak olduğunu toplumlarına telkin etti. Bizde de mülkün dokunulmazlığı Tanzimat’la kabul edildi. Netice ortadadır.
Ana dilinde okumak gibi bir temel insan hakkını savunan, insanî duygular uyaran bir yazının içine mülk edinmeyi temel hak olarak sokmak, bir sınıfın imtiyazlarını korumak için verdiği mücadelenin küçük bir örneğidir. Yazar o kelimeleri yazarken bir sınıfın imtiyazını savunmak, dünyadaki adaletsiz servet dağılımını savunmak istemiş olmayabilir (muhtemelen istememiştir). Ama Prof. Ceylan’ın kastı ne olursa olsun, makaledeki o üç kelime neticede imtiyazları ve adaletsizliği savunmuş olmaktadır.