“Asrın felaketi” denilen Türkiye depremi, sadece Mezopotamya’da 100 kilometrelik fay hattını kırmakla kalmadı, tüm yetkiyi tek elde toplayan otoriter devlet anlayışını da yerle bir etti.
Erdoğan, 2017’deki anayasa değişikliğiyle parlamenter sisteme son verip başkanlık sistemini getirmişti. Bu değişiklikle Meclis devre dışı kaldı, Bakanlar Kurulu lağvedildi. Yerel yönetimlerin yetkileri valilere devredildi. Bürokrasi tamamen Saray’a bağlandı. Devlet, “Başkan”ın haberi, emri, izni olmadan hiçbir şey yapamaz hale getirildi.
Bu aşırı merkezileşmenin en somut sonucunu depremde gördük. Bürokrasi, depremde altın değerindeki üç günü, Erdoğan’ın emrini bekleyerek tüketti. Kurumlar harekete geçemedi, darbe korkusu nedeniyle ülkenin en örgütlü gücü olan ordunun devreye girmesine izin verilmedi; belediyelerin ve sivil toplum kuruluşlarının yardım çabaları “tek elden dağıtacağız” inadı yüzünden engellendi. O arada enkaz altında olanlar, devletin yardım elini bekleyerek can verdi.
Çöken sistemin simgesi, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD)… 2009’da kurulup 2018’de İçişleri Bakanlığı’na bağlanan kurum, “tekçi zihniyet”in afet alanındaki temsilcisi… Kuruluş yasasında, “afet anlarında tek yetkili kurum” olduğu yazıyor. Genel Müdürü, hayatında afet yönetimiyle hiç ilgisi olmamış, ilahiyat tahsil etmiş bir imam… Bir tarikat şeyhini inceleyen bir kitabı var. AFAD, onun yönetiminde iktidar partisinin, iş bilmeyen yandaşlarıyla dolduruldu.
İstanbul Mimarlar Odası yöneticisi Mücella Yapıcı, iki yıl önce AFAD’ın “her şeyi ben yapacağım” yaklaşımının hatalı olduğunu söylemiş, “Merkezi sistem, yerel yönetimler, meslek odaları, demokratik kuruluşlarla işbirliği yapmadan afeti yönetemez” demişti.
İlk büyük afette bunun ne kadar doğru olduğu çıktı ortaya…
Mücella Yapıcı mı?
10 aydır Gezi Davası’ndan Silivri hapishanesinde…
BİZE DAİR
Türkiye İşçi Partisi milletvekili Sera Kadıgil, TELE1 Televizyonu canlı yayınında Diyanet İşleri Başkanlığı’nı eleştirirken “Diyanet, siyasal İslamcı Saray rejiminin gerecidir. Mide bulandırıcı fetvalar verecek kadar tehlikeli bir yerdir” demişti. “Saray’ın sansürcüsü” Radyo Televizyon Üst Kurulu, bu sözleri yayınlayan kanalı üç gün kapattı. Depremde eleştirel yayın yapan üç kanala da para cezaları verdi.
Bu cezaların kalıcı etkisi, az sayıdaki muhalif kanalın, artık her sözü tartarak söylemesi, sert eleştiri yapacak konukları davet etmemesi oluyor.
Depremden sonra Türkiye’deki medya sansür kuşatmasına alınırken, #ÖZGÜRÜZ’ün sosyal medya etkileşiminde müthiş bir sıçrama oldu. Sadece son bir ayda Youtube kanalımıza 10 bin yeni abone eklendi. Sosyal medya takipçi sayılarımızda yüzde 800’lere ulaşan artışlar gördük. Günlük yorumlarımızın, haftalık “Bilanço”larımızın 500 binden fazla tıklandığına tanık olduk.
Bu, ülke içinde sesler kısıldıkça, kulakların, gözlerin, özgür yayıncılığa çevrildiğinin göstergesi… Seçim yaklaştıkça hem Türkiye içindeki baskı, hem bizim omzumuzdaki sorumluluk artacaktır. Bunun bilinciyle hazırlanıyoruz.
Hepinize iyi haftalar.