Geçen hafta sonunda, Brezilya, İran, Türkiye arasında kurulduğu varsayılan eksene Moskova yönünden ciddi bir müdahale için imkân sağlayan bir gelişme yaşandı. Ortadoğu’da kurulan nükleer oyun masasında zaten başoyuncu olarak oturan Rusya, Akkuyu Nükleer Santral anlaşmasıyla ilgili yasanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanmasıyla, Türkiye’nin İran yanında kolaylaştırıcı olarak duruşunu etkileyen yeni bir pozisyona çekildi.
Hiç kuşkusuz, nükleer santral edinmek için örtülü ya da açık birçok uluslararası temas içinde olduğu bilinen Türkiye’nin İran’la ilgili çalışma ve çatışmalarda aktif olarak yer alması bir rastlantı değil. Bu noktadan bakılınca, Türkiye’de kurulacak Rus nükleer santralinin, İran’ın haklarının savunulması için Türkiye’nin avukatlığa soyunmasının önemli nedenlerinden biri olduğu görülecektir. Çünkü bir süre sonra, İran’la ilgili tartışmalara benzer tartışmalar ve karşı çıkışlar, Türkiye’nin nükleer enerjiyi nasıl kullanacağı konusunda da çıkacak. Bir nükleer santral, hiçbir zaman bir nükleer santralden ibaret değildir!
Ancak bu kutunun içinde bir başka kutu var. Orada da, Rusya’nın hedefleriyle ilgili çok da sürpriz sayılmayacak başka kartlar bulunuyor.
Rusya, İran’ın nükleer programının elbette silah yapımıyla ilgisi olmadığını biliyor ama yine de programın geliştirilmesine karşı. Çünkü bölgede nükleer enerji tekelini elinden kaçırmak istemiyor. Bu yüzden Moskova, İran bunalımında diplomatik yolların ilerlememesinden çok memnun. BM Güvenlik Konseyi’nin yaptırım kararına destek vermesi de bu yolu sonuna kadar zorlayacağının kanıtı.
AB’nin İran’a yönelik olarak aldığı ‘enerji yaptırımı’ kararlarından da en çok Rusya yararlanacak.
Çünkü yaptırımlar arasında ‘İran’da petrol ve doğalgaz yatırımları yapılmaması’ ve ‘İranlı şirketlerle ortaklık kurmama’ gibi maddeler var ve bunlar, İran’ın petrol ve doğalgaz kaynaklarının önemli ölçüde atıl kalması anlamına geliyor.
Türkiye, her şeye rağmen bu karar uymayacağını açıkladı. Buna rağmen karar Avrupa’nın ve Türkiye’nin Rusya kaynaklarına bağımlılığını önemli ölçüde arttıracak. Türkiye, daha fazla doğalgaz çevrim santraline ihtiyaç duyacak ve üstelik Akkuyu’da kurulacak Rus nükleer santralından 15 yıl boyunca elektrik satın almak zorunda kalacak. Konuyla ilgili olarak gazetemiz ve Hayat Televizyonu uzun zamandır yayın yapıyor. İşçi basını ve televizyonu, gerçekleri uzman görüşleriyle defalarca duyurdu.
Bu arada hatırlayalım ki, Rusya 60 yıl boyunca santralin sahibi olacak. Bu kaynağa ihtiyacı artacak ülkeler arasında bizzat İran’ın kendisi bile girebilir. Rusya, dünyanın merkezinde hâkim güç olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.
Burada bir kutu daha açılıyor. Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler de bu karardan etkilenecek. Zaten her buluttan nem kapan müzakere süreci, Türkiye’nin “karara uymayacağını” açıklamasıyla daha da yaralı hale gelecek. AB ilişkilerinin giderek daha da sorunlu hale gelmesinin Moskova-Tahran gerilim hattı üstünde kendine yer arayan Türkiye’yi nasıl etkileyeceği de ayrı bir problem.
Burada bütün sorun, Türkiye’nin enerjide bağımlılık politikalarında ısrar etmesindedir. Rüzgâr ve güneş gibi kaynakları değerlendirmek yerine, uluslararası güçler arasındaki kapışmaların ortasında yer alacak bir bağımlılık politikası izlenmesi göz göre göre çatışmanın ortasına atlamak sonucunu doğruyor.
Akkuyu’ya çevre sorunları açısından karşı çıkanlar elbette haklıdırlar ama burada unutulmaması gereken önemli bir nokta var. Nükleer enerji sorunu sadece bir çevre sorunu değil aynı zamanda ekonomik-siyasi bir sorundur. Türkiye’nin teknolojik birikimini, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ülke ve halk çıkarlarını tehlikeye atmadan değerlendirebilme sorunudur.
Evrensel