Câhiliye Dönemi’nde[1] birilerine zulmetmek var olma savaşında kaçınılmaz bir eylem olarak görülüyordu. Örneğin Muallakât[2] şâirlerinden[3] Züheyr bir beytinde “Kabîlesini silâhıyla savunmayan kişi aşağılanır/Ve insanlara zulmetmeyen zulme uğrar”[4] diyerek zulme ahlâki ve hukûkî bir elbise giydirmeye çalışıyordu. Herkesin herkese saldırdığı, hiç kimsenin sözünde uzun süreli durmadığı; hırs, intikam ve mülkiyet tutkusunun gözleri döndürdüğü câhiliye ortamında var olmanın bir yolu da “Baskın basanındır.” anlayışının gereği olarak zalimlikte yarışmaktı. Zulüm yarışı kabîlecilikle de kuvvetlendirildiğinden o kadar içselleştirilmişti ki İslâm geldikten sonra bile, tâ Abbâsî Dönemi’nde dahi devrin şairlerinden Mütenebbî, kendini alamamış “Yüksek şerefler eziyetten kurtulamaz/Uğruna kanlar akıtılmadıkça/Zâlimlik insanların karakterinde vardır; şayet görürsen/Bir ağır başlı adamın bilesin ki bir engel yüzündendir zulmetmemesi”[5] mısralarıyla Arap toplumunda zâlimliğin ne kadar derin olduğuna tercüman olmuştur.[6]
1. Lügat ve Kültürde Zulüm
Araplar kurdun sürüye çobanlık yapmasına zulüm der. Bir şeyin durması gereken yerde durmaması, konması gereken yere konmaması; işkence, sınırı aşma, amaçtan sapma, karanlık ve karartma eylemlerine zulüm denir.[7]
Zulüm bir şeyi eksilterek veya artırarak, zamandan veya mekândan saparak ait olmadığı yere getirmek veya oturtmaktır. Bu nedenle Araplar “Tulumun sütünü uygunsuz bir zamanda içtim”[8] derken zulüm kelimesini kullanır ve zamansız içilen süte de zalîm der. Araplar az veya çok başkasının sınırına geçmeye, hakkı olmayanı almaya kalkmaya zulüm der. Zulmet, ışığın kaybolmasıdır. Tevhitten şirke,[9] ilimden cehâlete,[10] aydınlıktan karanlığa geçişe zulüm denir.[11]
Kök anlamı karanlık olan zulüm sözcüğü Kur’ân’da türevleriyle birlikte 315 yerde geçer ve bir şeyi olması gereken yerin dışına koymayı kasteder. Bu bağlamda sınırı geçme veya başkasının malına çökme davranışlarına zulüm denir.[12] Her türlü haksızlık ve kötülüğü yapmaya, gerçeği bile bile reddetmeye zulüm denir.[13]
Hak yemek, hak yiyerek kendine yazık etmek, hakkı eksiltmek, hem gerçek hem de mecaz anlamda ışığın kaybolması, karanlığın çökmesi ve nankörlüğe zulüm denir.[14]
Zulüm,zarar vermek ve baskı yapmaktır. Zulüm kelimesi bi ile birlikte kullanıldığında haksız biçimde suçlama; eksik, yetersiz veya kötü biçimde yapma anlamları kazanır. Zulmet, karanlık. Zallâm, çok zalim; ezlemu, daha zalim; muzlim, karanlıkta kalan, ışığı göremeyen demektir.[15] Zulumâtin selâsin (üç karanlık) ise karın, rahim ve plesanta[16] anlamlarına gelir. Zulüm kökünden türeyen lem-tuzlim ifadesi “Gerektiği gibi davranarak eksiltmedi.” demektir.[17]
Zulüm kişinin hak etmediği zarar, hak edilen şeyin eksik verilmesidir. Zulmün tam zıttı, hakkın eksiksiz verilmesi anlamındaki insaftır. Adl ve kıst da zulmün karşıtlarıyken cevr, bağy, hezm ve ğaşm zulmün yakın anlamlılarıdır.[18] Kök anlamı şiddetli istek olan bağy, kişinin hakkı olmayan bir şeyi baskı yaparak ele geçirmesi; cevr,haktan sapmadır. Bu nedenle Araplar yoldan çıkana câre ‘ani’t-tarîgi[19] derler. Cevrin zıttı ise “hakkı hiç kimseden kısmadan herkese dağıtma” anlamındaki adâlettir. Hezm ise hakkı tamamen olmasa da kısmen eksik vermek veya almaktır. Araplar bir yöneticinin tüm halkı etkileyen zulmüne ğaşm der.[20]
2. Kelâm ve Felsefede Zulüm
Mûtezile’ye[21] göre zulüm, bir yanlışı engelleme veya bir faydayı sağlama amacında olmayan her türlü zarardır.[22] Cürcânî’ye[23] göre zulüm başkasının malına çökmektir.[24] Mâverdî’ye[25] göre kamu düzeni adâletle ayakta kalır, zulmeden devlet baskıcı yönetime dönüştüğü için meşrûiyetini[26] kaybeder. Ona göre devlet küfürle[27] ayakta durur, ama zulümle devam edemez.[28] İbn-i Teymiyye ise[29] “Allâh, küfür devletini ayakta tutar, ancak Müslümanların da olsa zulüm devletini ayakta tutmaz. Dünya düzeni adâlet veya küfür ile devam eder, fakat içinde zulmü barındıran İslâm ile devam etmez.” demiştir.[30] Râzî’ye göre bir toplum Tanrı’yı inkâr ettiği için başına belalar gelmez, toplum birbirine karşı zâlimleşince başına belalar sel gibi akar ve yağmur gibi yağar.[31]
Zulüm kavramını İslâm ahlâk felsefesi içinde ilk ele alan düşünür el-Kindî’dir.[32] Kindî zulmü adâletin karşıtı sayar. İslâm ahlâk literatüründe zulmü siyâset ve hukûk bağlamında ele alanların başında gelen Fârâbî ise[33] güvenlik, maddî imkân, sosyal konum ve makam gibi olanakların bireyler arasında liyakata göre paylaştırılmasına yönelik olarak iki çeşit adaletten konu açar. Fârâbî’ye göre imkân ve fırsatların kişilere gerekenden eksik verilmesi bireysel zulme, fazla verilmesi ise toplumsal zulme neden olur.[34]
3. Âyetlerin Bağlamında Zulüm
Kur’ân; vicdân, sağduyu ve saf akıl bileşenlerindenoluşan güçlü bir bileşkeninzulüm işlenmesine engel olacağını belirtir.[35] Çünkü bir eylem vicdândan topluma yayılmışsa o eylemde sağduyu ve ortak akıl egemen olacağından zulme karşı direnmek, vicdâni eylemin kaderine dönüşür.
Emeğe çökerek veya ahlâk ve hukûka dayalı alışverişi hiçe sayarak insanların alınterine, hak ettiği kazanca göz dikenlere dünyayı dar etmek zulümle mücâdelenin en önemli motivasyonlarından biridir.[36] Kurduğu kapitalist, illegal, mafyatik ve sözde yasal düzenle halktan çalıp kendine servet tepeleri oluşturan zâlimlerle savaşmak Kur’ân’ın zulme direniş yöntemlerindendir.[37]
Kur’ân; insanlığın bir döneminde barış, güven, eşitlik ve özgürlüğün egemenken kadın ve erkeklerin biriktirme tutkusuna kapılıp paylaşım, dayanışma ve merhametten uzaklaşarak kendilerine zulmetttiklerinden bahseder ve bu zulmün tüm insanlığı kapsayan bunalım çağlarının başlangıcını oluşturduğunu belirtir.[38]
İnsanlığın tarihsel yolculuğunda Nuh’un toplumu, ürettiği sosyal hiyerarşileri din, sembol ve tanrılar üzerinden ayakta tuttukları için kendilerine zulmetmişlerdir.[39] İsrâil oğulları’nın Mûsâ’ya “Vicdân, sağduyu ve aklın kesin sonuçlarını görmedikçe sana güvenmeyeceğiz.” demeleri, sermâyeye tapmaları, kapitalist ekonomi-politik düzen kurmaları, ellerindeki fazlalıkları ihtiyaç sahiplerinden kaçırmaları nedeniyle zulüm işlemişlerdir.[40]
Kur’ân zâlim ve zulüm eylemini o kadar net tanıtmıştır ki satır aralarından anlam eşelemeye gerek yoktur. Ku’ân’a göre “Doğru belge, bilgi ve haberleri göz göre göre kabul etmeyenler,[41] apaçık kanıtları yalanlayanlar,[42] gerçeklerin ortaya çıkmaması için tüm imkânları kullanarak yalan makinesine dönenler,[43] vaktini yararsız işlerle öldürenler;[44] vicdân, sağduyu ve akla karşı inat, ön yargı ve çıkarına göre yol belirleyenler;[45] toplumu ve gerçeği parçalara ayırarak halkları yönetenler,[46] dindarlığı ruhbanlık ve rûhânîlik üzerinden inşâ edenler, “Dün dündür, bugün bugündür.” mantığı içinde bukalemunluk yaparak sözlerinden dönme ilkesizliği sergileyenler,[47] umutsuzluğa kapılıp atılım gücünü kaybedenler,[48] yanlış ve hatalarından dönmeyenler,[49] insanların ritüllerini engelleyenler,[50] toplumu sağduyudan saptıranlar,[51] kendini güvenilir göstererek her türlü kötülüğü yapanlar,[52] haksız ve hukûksuz biçimde insan öldürenler,[53] yetim malına el uzatanlar,[54] insanları haksızca alıkoyanlar, insanların özgürlüğünü haksız biçimde elinden alanlar,[55] halka hizmet için toplanan vergileri, kamu malını, devlet imkânlarını hesapsız biçimde kendisi, akrabası ve yandaşı için kullananlar;[56] yağma düzeni kuranlar, bozguncuları paraya boğanlar ve onursuzlara onurlu makam dağıtanlar,[57] kitabına uydurulmuş hırsızlık yapanlar,[58] yalanlardan beslenenler,[59] eşini veya partnerini aldatanlar,[60] ahlâk, hukûk, özgürlük, güven, barış ve paylaşıma düşman olanları dost edinenler;[61] ortak akıl, sevgi, saygı, sağduyu, kardeşlik ve eşitliğin gereğini uygulamaktan kaçınanlar;[62] gerçek bilgi ve doğru haberi sahte bilgi ve yalan haberle değiştirenler[63] ile çıkarları doğrultusunda toplumu kliklere ayırarak toplumsal birlikteliği paramparça edenler[64]” zulmün dibini yaşayan ve zâlimliği yerden arşa çıkan kimselerdir.
Kur’ân’ın ortaya koyduğu prensiplere bakılırsa kişilerin vicdân elçisine güvenen, Tanrı’ya iman eden ve Müslüman toplumun bir bireyi olan âdiyet ve söylemlerinin ikinci plâna atıldığını görürüz. Kur’ân; bireylerin kişilik özelliğine, karakterine, davranışına, ilkeli duruşuna ve onur sahibi olup olmamasına bakmakta; iman ve İslâm davası denilen ülkünün zaten zulümle savaşmak olduğuna vurgu yapmaktadır. Bir tarafına imanı, öte yanına zulmü alan kişinin Kur’ân’ın kurmak istediği dünyada yerinin olmadığını apaçık biçimde görmekteyiz. Bu sebeple namazlı veya namazsız, inançlı veya inançsız, tarîkatlı veya tarîkâtsız, laik veya mutaassıp, takkeli veya fötr şapkalı, fesli veya sarıklı, başı ötülü veya başı açık, Türk veya başka kavimden olan zâlimleri desteklemek ve zulümlerinin yanında olmak, onların zulüm ortağı olmaktır. “Yaşasın, zâlimler için cehennem!” diyerek hiçbir zâlimi birbirinden ayırmadan tüm zulümlere başkaldırmak Kur’ân’ın var oluş gerekçesidir.
4. Hadîslerde Zulüm
Zulüm ve zâlimin tanımını öğrendikten sonra Kur’ân ve Peygamber dilinde zulümden ne şekilde bahsedildiği üzerinde durmak gerekiyor. Vicdân elçisi Muhammed, “Allahım! Yoksulluk, kıtlık, aşağılanma, zulmetme ve zulme uğramaktan sana sığınırım” diye dua edilmesini tavsiye eder.[65] Peygamber’in “Sakın zulmetmeyin ve kendinize zulmettirmeyin” dediği ve bunu üç defa tekrarladığı kaydedilir.[66] Ayrıca Peygamber “Cihadın en fazîletlisi zâlim yönetici karşısında adâleti dile getirmektir.”[67] demiştir. Peygamber, zâlimlerle mücâdele yöntemini ortaya koyarken “Zâlime yapılacak yardım, onun zulmünü engellemektir.”[68] diyerek zulme karşı başkaldırının motivasyonunu belirtmiştir. Hadîslerde zâlim yönetici tipi özellikle öne çıkarılır. Zâlim yönetici tipinin Kur’ânda ete kemiğe bürünmüş sosyal prototipi Firavun’dur.[69]
5. Tüm Zamanların Firavunları
“Kur’ân, sadece zulümle mücâdele etmek için yazılmıştır; Kur’ân’ın ana teması zulümdür, Mûsâ ve Firavun Kur’ân’ın ana kahramanlarıdır.” desem yeridir. Çünkü Üzeyir 1; Elyesa, Zü’l-Kifl ve İdris ikişer; Zü’l-Karn-eyn ve İlyas üçer, Eyüp, Yûnus ve Muhammed dörder, Yahyâ 5, Zekeriya 6, Sâlih 8, Hûd 10, Yâkup ve Dâvûd on altışar, İshâk ve Süleymân on yedişer, Hârûn 20, Âdem ve İsa yirmi beşer, Lût ve Yûsuf yirmi yedişer; Nûh 43, İbrâhîm 69 ve Mûsâ 136 kez Kur’ân’da hatırlatılırken Firavun 74 defa tekrarlanır. Yani Firavun Kur’ân’da peygamber olarak belirtilen kimselerden sadece Mûsâ’dan az sayıda tekrarlanır; ancak Mûsâ kıssasının iki kahramanından biri zaten Firavun’dur. Firavun, Kur’ân’daki başzâlim tipidir.[70] Mûsâ, hem ekonomik zulüm peşinde koşan İsrâîl oğulları hem de politik ve hukûksal zulüm gerçekleştiren Firavun ile düşünsel ve eylemsel savaş yapmak zorunda kalır.
Firavunlar, özelde Mısır Tanrı-kralları olsa da bir ahlâk, davranış ve düşüncenin somutlaşmış biçimleridir. Her devrin, her ülkenin, her bölgenin, her halkın, her kabîlenin ve her grubun firavunu olur. O nedenle Kur’ân, başzalim prototipi olan Firavun’u adı ve açık kimliğiyle belirterek bir zaman dilimine hapsetmek yerine tüm zamanlarda karşılaşacağımız bir tipoloji yaratmak için tarihsel kimliğinden arındırmış; politik, hukûksal ve düşünsel yansımalarıyla tanıtmıştır. Böylece “Mûsâ’nın çatıştığı Firavun’a takılmayın, kıtalar gezen ve egemenliğini tüm çağlarda bir biçimde gösteren firavunlara karşı Mûsâlar olun.” mesajı vermiştir.
Kur’ân; zâlimin din, mezhep, bölge, ülke, halk, millet, milliyet, kavim, kabîle, aşiret ve ailesi ile değil kişilik, düşünce, davranış ve zihniyetiyle ilgilenmiştir. Örneğin Suudî Arabistan, Afganistan, Pakistan, Mısır ve İran’da Müslüman halkların yöneticisi görevinde olup namaz kılan ve oruç tutan, haccedip takke takan, eşi başörtülü olup gümüş yüzük takan, kurban kesip geleneksel zekâtı veren, hırsızın elini kesip pek çok kadınla evlenen yönetici tipleriyle karşılaşıyoruz. Kur’ân bunların “Lâ ilâhe illallah, Muhammed(en) rasulullah”[71] demelerini veya dindârlık alâmetleri kabul edilen ritüellerini değil; zulüm eylemlerini yapıp yapmadıklarını hesaba katmaktadır. Kur’ân, yöneticilerin dindâr veya dinsiz olmasıyla değil, âdil olup olmamasıyla ilgilenir. Kur’ân, Tanrı’ya inandığını ve ilâhî değerlere güvendiğini söyleyen, ama zulümden de uzak durmayanları imanını zulümle kirletmekle suçlar.[72] Çünkü iman berrak bir suysa zulüm kiri karışınca ne iman ne erdem kalır.
Konunun ciddiyetini iyi anlamamız bakımından Kur’ân, bir zalimin din, mezhep, tarîkât, cemaat, dil, millet, kavim ve kabîlesine bakmadan karşısında durmamız gerektiğine öylesine vurgu yapar ki “Bir şeyi durması gereken yerde durdurmayan, konması gereken yere koymayan; muhâliflerine işkence eden, yetki ve görev sınırını aşan, amacından sapan, gerçekleri karartan; bir şeyi eksilterek veya artırarak kişileri layık olmadığı yere getiren veya oturtan; başkasının özel alanını yok sayan, hakkı olmayanı alan; toplum birlikteliğini çıkarları için parçalayan, bilinçli kimselerden rahatsız olan; mafyatik yöntemle veya ihâleye fesat karıştırma tarzıyla mala çöken; haksızlık etmeyi, kötülük yapmayı ve gerçeği inkâr etmeyi bile bile seçen; doğru bilgi ve haberin yayılmasını engelleyen, bilgisizlik ve bilinçsizlik ortamı yaratan, gördüğü iyiliklere nankörlük eden; isteyerek zarar veren ve istemediğine baskının her türlüsünü yapan; insanları haksız biçimde suçlayan; yaptığı işi eksik, yetersiz veya kötü biçimde yapan; yanlışa yol veren, topluma yararlı işlerin peşinde koşmayan; hak edilen şeyi hak eden kişiye hak edilen oranda vermekten kaçan, eşitliğe yanaşmayan kimseye ilgi duymayın, sempati göstermeyin, destek vermeyin; ona güvenip bel bağlamayın, ona içten davranmayın ve ona taraftar olmayın.”[73] diyerek tarihe damgasını vuran uyarısını yapar.
6. Mahzûnî Şerif ve Abdurrahim Karakoç’un Dilinden Zâlim
Büyük halk ozanımız merhum Âşık Mahzûnî Şerif,Kur’ân’ın reddettiği, yerden yere vurduğu zâlimi telli Kur’ân olan bağlamasıyla 1989’da şu şekilde yermiştir:
Uzaktan yakından yuh çekme bana/Sana senin gibi baktım ise yuh
Efendi görünüp bütün insana/Hakkın kullarını yıktın ise yuh
Ben insanım benden başlar asâlet/Asillere paydos, beye nihâyet
Şu insanlık derde girerse şâyet/Ona yâr olmaktan bıktım ise yuh
Yuh yuh soyanlara/Soyup kaçıp doyanlara
İnsanlara kıyanlara/Yuh nefsine uyanlara yuh
Türk Halk Edebiyatı’nın bir başka güçlü ismi olan merhum Abdurrahim Karakoç, 1987’de yazdığı şu satırlarla zâlimleri şöyle lanetler:
Soyuyorsun milleti; patates soyar gibi/Boyuyorsun gözleri; kaldırım boyar gibi/
Gördüğün her kürsüye çıkarsın hıyar gibi/Hele böyle devam et…gün senin, devrân senin/Burnundan fitil fitil getirir zaman senin.
Küfründen, çirkefinden billâh geçilmez oldu/Baktığın bardaklardan ayran içilmez oldu/Kaçsak kaçılmaz oldu, göçsek göçülmez oldu/Hele böyle devam et…gün senin, devrân senin/Tükürür suratına bir gün çok insan senin.
“Güç bende” de, çalım sat; hep böyle gider belle/Ayıları dayı bil, sırtlanı peder belle/Bir öküz bin insanı aldatır-güder belle/Hele böyle devam et…gün senin, devrân senin/Başına dar gelecek koştuğun meydan senin.
Dününü hiç düşünme, bugüne, yarına bak/Vurgun vur, kese doldur, her şeyin kârına bak/Nimetin haramına, etin mundarına bak/Hele böyle devam et…gün senin, devran senin/Çöker elbet midene yediğin saman senin.
Allah de, Peygamber de, yut üstüne haramı/Özlediğin makam mı, tapındığın para mı?/Ey en büyük sahtekâr, ey en kancık harami/Hele böyle devam et…gün senin, devrân senin/Hüsranın yolcusudur gittiğin kervân senin.
İki yerde hesap var; dünya ve ahirette/Birisinden kurtulursan, biri tutar elbette/
Mevkiin de gidici, gayrimeşru servet de/Hele böyle devam et…gün senin, devrân senin/Korkarım ki semtine uğramaz iman senin.
Öptüğün etek de boş, tapındığın put da boş/Zamanın dişlisinde hayâl de umut da boş/Üzerine kırk türkü dizdiğin armut da boş/Hele böyle devam et…gün senin, devrân senin/Söyler akibetini işte bu fermân senin.
Bu yiğit çıkışların yanında Nâmık Kemâl’in devrin zalimine söylediği mısralarla sözümü bitiriyorum:
Ne mümkün, zulm ile bî-dâd ile imhâ-yı hürriyet
Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen Âdemiyetten[74]
[1] Câhiliye Dönemi: Vicdân elçisi Muhammed gelmeden önce egemen olan barış, güven, adâlet, özgürlük, paylaşım, dayanışma, yakınlaşma, direnişveeşitlik gibi temel değerlerin ayakaltına alındığı dönem. Câhillik düzeni denilince kastedilen şey, hangi çağ olursa olsun adı geçen değerlerin çiğnenmesidir.
[2] Muallakât: İslam’dan önceki dönemden bugüne kalmış yedi uzun Arap şiir grubudur. Şiirler için Muallakât (askılar, asılan değerli şeyler) ya da Muallakât-ı Seba dışında es-Seb’u’t-Tıvâl (yedi uzun kaside), es-Sümût (dizili inciler), el-Müzehhebât (yaldızlı şiirler), es-Seb’iyyât (yediler, yedi kaside), el-Vâhide (tek, yegâne, biricik, eşsiz), Mukalledât (asırdan asra devredilen eski şiirler) ve Müsemmetât (dizilmiş inciler, inci dizileri) isimleri de kullanılmaktadır. Bu şiirler, Kâbe’nin duvarına asılırdı. Bunlar, Ukaz ve diğer panayırlarda her yıl düzenlenen şiir yarışmalarında beğenilmiş olan şiirlerden seçilir ve Mısır keten bezinden yapılmış tomarlara altın harflerle yazılır, Kâbe’nin duvarına asılırdı. İbnu’l-Kelbî’nin aktardığına göre, Hac mevsiminde Kâbe’nin duvarına önce İmru’l-Kays’ın şiirleri asılır, daha sonra diğer şairlerin şiirleri asılırdı. Bu şiirler 8. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Hammâd er-Râviye tarafından derlenmiştir. (tr.wikipedia.org/wiki/Muallakat)
[3] İmru’u’l-Kays (ö. 545), Lebid b. Rebîa (ö. 660-661), Tarafe b. el-‘Abd (ö. 564), Zuheyr b. Ebî Sulmâ (ö. 609), Antere bin Şeddad, Amr b. Külsûm (ö. 584), el-Hâris b. Hillize (ö. 570)
[4] Hüseyin bin Ahmed ez-Zevzenî, s. 115.
[5] Nâsîf bin Abdullah el-Yâzicî, I, 11.
[6] TDV İslam Ansiklopedisi, Zulüm mad., 44. cilt, 2013.
[7] Hakkı Yılmaz, Kur’an’daki Önemli Sözcük ve Kavramlar, Zulm mad., Nergiz Yayınları, İstanbul, 2017.
[8] Zalem-tü’s-sigâ(e)
[9] Birliktelikten birliği parçalara ayırmaya
[10] Bilgiden bilgisizliğe, bilinçten bilinç düşmanlığına, farkındalıktan farkındalık karşıtlığına
[11] Râğıp el-İsfehânî, el-Müfredât, Zulm mad., çeviren ve notlandıran: Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007.
[12] İlahi Hitabın Tefsiri, Mustafa Öztürk, Bakara Suresi 21-91. Âyetler, Zulüm ve Zâlim, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2020.
[13] Muhammed Esed, Kur’an Kavramları, Zulm mad., çev. Ömer Aydın-Ertuğrul Özalp, İşaret Yayınları, İstanbul, 2016.
[14] Mehmet Okuyan, Çok Anlamlılık Bağlamında Kur’ân Sözlüğü, Z-L-M mad., Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2019.
[15] John Penrice, Kur’ân Sözlüğü, Zulüm mad., çev. Ömer Aydın, İşaret Yayınları, İstanbul, 2010.
[16] Plesanta: Anneyle bebek arasındaki besin, oksijen ve diğer maddelerin alışverişini sağlayan yapı.
[17] Ebû Hayyan el-Endülüsî, Kur’ân Lügati, Zaleme mad., çev. Enes Selam, İşaret Yayınları, İstanbul, 2019.
[18] İlahi Hitabın Tefsiri, Mustafa Öztürk, Bakara Suresi 21-91. Âyetler, Zulüm ve Zâlim, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2020.
[19] Yoldan saptı.
[20] Ebû Hilâl el-Askerî, El Furûg fi’l-Luğa, İşaret Yayınları, Zulm mad., çev. Veysel Akdoğan, 3. Baskı, İstanbul, 2017.
[21] Mûtezile: İslam düşünce tarihinde akıl, özgür düşünce ve özgür iradeye en çok önem veren mezhep. Gerçek adı Ehl-i ‘Adl ve’t-Tevhîd’dir (Tevhit ve Adâlet Ekolü).
[22] Kâdî Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s. 345-351.
[23] Seyyid Şerîf Cürcânî (ö. 1413): Arapça, İslâm felsefesi (kelâm, akâid) ve İslâm hukûku bilgini. Hanefî mezhebinin imamlarındandır. Semerkant’ta Saadettin Taftazânî’yi ilmî bir tartışmada yenmesi üzerine meşhur olmuştur.
[24] Cürcânî, Mu’cemu’t-Ta’rîfât, s. 121.
[25] Mâverdî (ö. 1058): Ahlâk ve politika teorileriyle tanınır. Şâfiî mezhebinin hukûkçularındandır.
[26] Meşrûiyet: Ahlâk ve hukûka uygunluk, yasallık, kânûnîlik.
[27] Küfür: Gerçeği bile isteye saklama, tohumu toprağa gömme. Geleneksel mezhep ve kelâm literatüründe Tanrı’ya inanmama ve şeriat kurallarının dışında bir yaşam düzeni kurmanın adıdır.
[28] Mâverdî, Edebü’d-Dünyâ ve’d-Dîn, s. 140-144/el-mulku yebgâ âle’l-kufr(i) velâ-yebgâ ‘ale’z-zulm(i)
[29] Takıyyüddin ibn-i Teymiyye (ö. 1328): Görüş ve eleştirileriyle İslâm düşüncesinin gelişmesinde etkili olan, Siyâsetü’ş-Şer’iyye fî Islâhi’r-Râ’î ve’r-Ra’iyye adlı eseriyle tanınan ve tasavvuf karşıtlığıyla öne çıkan Selefî bilgin.
[30] İbn-i Teymiye, el-İstikâme, s. 247.
[31] Muhammed Esed, Kur’an Kavramları, Zulm mad., çev: Ömer Aydın-Ertuğrul Özalp, İşaret Yayınları, İstanbul, 2016.Muhammed Esed.
[32] Ya’kūb Bin İshak el-Kindî (ö. 866 ): İslâm devriminin ilk filozofu ve Meşşâî okulunun (Aristo doktrinini benimseyen ve onun izinden giden düşünce ekolü) kurucusu.
[33] Fârâbî (ö. 950): İslâm felsefesini metot, terminoloji ve problemler açısından belli kriterlere göre düzenleyen felsefeci.
[34] TDV İslam Ansiklopedisi, Zulüm mad., 44. cilt, 2013.
[35] Enfâl, 51.
[36] Nisâ, 29-30.
[37] Bakara, 279.
[38] Bakara, 35; A‘râf 19, 23.
[39] Hûd 27, 37, 44.
[40] Bakara, 54-59; A‘râf, 160-165.
[41] Kehf, 57.
[42] Enfâl, 54.
[43] Bakara, 140.
[44] Enbiyâ, 3.
[45] Kehf, 14-15.
[46] Lokman, 13
[47] Maide, 51.
[48] Kehf, 50.
[49] Hucurât, 11.
[50] Bakara, 114.
[51] Hac, 25.
[52] En’âm, 82/Nahl, 33.
[53] Maide, 29.
[54] Nisâ, 10.
[55] Yusuf, 79.
[56] Nisâ, 29-30.
[57] Tövbe, 47.
[58] Maide, 39.
[59] Hûd, 31.
[60] Yusuf, 23.
[61] Mümtehine, 9.
[62] Maide, 45
[63] Bakara, 59
[64] Lokmân, 13
[65] Müsned, II, 540.
[66] Müsned, V, 72.
[67] Müsned, III, 19, 61; IV, 314, 315; Ebû Dâvûd, Melâhim, 17; Tirmizî, Fiten, 13.
[68] İbn-i Hanbel, Müsned, V.253, XIX. 14, XX. 363; Buhari, Mezalim, 4; Müslim, Birr, 62.
[69] Fi-Ra-Vun: Tanrı Râ’nın gözü.
[70] Enfâl, 54.
[71] Allâh’tan başka ilah yok, Muhammed Allâh’ın elçisidir.
[72] En’âm, 82.
[73] Hûd, 113/Velâ terkenû ile’l-lezîne zalemû
[74] Zulüm ve adâletsizlikle özgürlüğü yok etmek imkânsızdır, gücün yetiyorsa öncelikle insanlıktan derin düşünmeyi kaldır.