Memleketin doğusunda 30 yılı aşkın süredir devam eden düşük yoğunluklu savaş,son dönemde oldukça kritik ve enteresan bir hal almaya başladı ne yazık ki.
Önceleri kırsalda ve dağlarda yürütülen iç savaş,bugün artık kaygı verici bir biçimde şehirlere sirayet etmiş durumdadır.
Bu vaziyetin kolay kolay bir düzelme göstermeyeceği ve hatta tam tersine giderek daha da korkunç bir boyuta ulaşabileceğine dair son derece ciddi emareler vardır.
CB Erdoğan,Davutoğlu ve diğer yetkililerin Kürt meselesiyle ilgili yaptıkları son açıklamalar ile güvenlik güçlerinin doğudaki pratikleri;ortada nasıl bir gidişatın olduğunu bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyordur herhalde.
Erdoğan yaptığı açıklamalarda, bundan sonra bu işin ya savaşarak bitirileceğini ya savaşarak bitirileceğini başka bir yolun ise artık kesinlikle mevcut olmadığını dile getirmişti.
İki yaka biraraya gelse dahi çözüm-diyalog faslının tekrar açılmayacağını,bundan böyle tek yolun savaşarak meselenin üstesinden gelmek olduğunu her fırsatta kamuoyuyla paylaşarak kararlılık vurgusu yapıyor.
Davutoğlu da Erdoğan ne söylerse hemen hemen onun aynısını söylüyor veyahut Erdoğan’la zıt düşen bir fikri varsa bile hemen Erdoğan’ın çizgisine yanaşmak zorunda kalıyor.
Söylemlerden,pratiklerden ve büyük resimden öyle anlıyoruz ki;Erdoğan,Davutoğlu ve dolayısıyla devlet aklı Kürt meselesinde tam anlamıyla büyük bir paradigma değişikliğine yelken açmış.
Nitekim 7 haziran seçim sonuçlarıyla beraber,Kürt meselesinde büyük bir paradigma değişikliğinin kendisini göstermeye başladığı hususunda birçoğumuz hemfikirdir.
Akp iktidarları boyunca belirli aralıklarla sürekli gündeme getirilen ve habire farklı adlandırmalarla (açılım süreci,milli birlik ve kardeşlik süreci,oslo süreci ve son olarak çözüm süreci) kamuoyunda yer bulan diyalog- müzakera
konsepti,seçimlerden sonra tekrardan savaş-şidddet konseptiyle yer değiştirdi.
Ancak bu sefer herşey çok farklı gibi,senelerdir kah savaş kah diyalog ile bir çözüm aranmaya çalışılan Kürt meselesinde deyim yerindeyse dananın kuyruğu kopmuştur denilebilir.
Hatta felaket tellallığı yapmak gibi değil,gerçekçi ve duygusallıktan uzak bir bakış açısıyla görüyoruz ki;Kürt meselesinde dönüşü olmayan bir yola çoktan girmiş olma olma ihtimalimiz, hiç de öyle yadsınamayacak derecede fazladır.
Belki de bir daha adına barış, diyalog süreci denilen şey uzun yıllar süresince bizlere uğramayacak.
Kimbilir belki de bu mesele iki taraftan birinin kendi isteklerini kabul ettirebilmesine ve sorun savaşla nihayete erdirilene dek böyle devam edecektir.
Gerek Kürt tarafından gerekse devlet tarafından edindiğimiz birtakım izlenimler,Kürt meselesinde geri dönüşü mümkünatsız ve hepimizi uçuruma sürükleyebilecek potansiyel taşıyan bir yola çoktan girildiğini gösteriyor.
Nitekim ortada böyle bir tezi destekleyecek o kadar fazla sebep ve gerekçe var ki…
Hiç kuşkusuz bunların en en önemlisi,çözüm sürecinin bitirilmesi neticesinde Kürt tarafı ve devlet tarafının birbirine duyduğu veya duymak zorunda kaldığı minimum düzeydeki güvenin de tam anlamıyla bertaraf edilmesidir.
Yani devlet de örgüt de,karşısında asla güvenilmemesi ve göz açtırılmaması gereken bir varlığın durduğuna bütün benliğiyle inanmış.
Bundan misliyle daha mühim olan birşey var ki,o da Türkiye toplumunun barışa olan desteğinin aksine barışa olan inancının neredeyse bitme seviyesine düşmesidir.
Bazı şeyler vardır ki,bir defaya mahsus bozulagörsün ondan sonra toparlanması hiç de öyle kolay değildir.
Çözüm sürecinin bitirilmesi de böyle birşeydi aslında.Son kertede hem toplumun hem de samimi siyasilerin çözüme olan inancı,mağlesef en asgariye seviyeye düşmüştür.
Kürt meselesinde geri dönüşsüz bir yola girdiğiimizin en önemli göstergelerinden biri de,devlet ve Pkk’nin meseleye yönelik ortaya koydukları temel yaklaşımlardır.
Devlet şunu iyi kavramış olacak ki,çözüm sürecinde finale doğru ilerlerken ”u” dönüşü yapmaya karar verdi son anda:
O zamanlar muhatabı konumundaki Pkk’nin istediği çözümün; merkezdeki yönetimin yetkilerinin yerelde kendisine devredilmesi olduğunu net bir şekilde gördüğü için böyle bir çözüm projesini veto etti.
Devletin bunu başından beri bildiğini,ancak çözüm sürecinin diyalektiğiyle örgütü ulus-devletçi çizgiye çekebilmeyi umduğu ihtimal dahilindeki bir olasılıktır.
Bununla birlikte Kürt tarafında hakim olan görüş ise;Erdoğan’ın sırf Kürtler’i oyalamak ve kandırmak üzere böyle bir işe soyunduğu yönündeydi.
Devletin hangi amaçla çözüm sürecini başlattığını bir kenara bırakırsak;devlet nihai anlamda her ne olursa olsun ulus-devletçi yapıdan taviz verilmediği takdirde örgütün silah bırakmayacağını gayet iyi kavradığından çözüm sürecinde
‘u’ dönüşü yaparak son noktayı koydu.
Bu yüzden ontolojik kutsallığından asla ödün veremeyeceği ulus-devletçi anlayışın sürdürülmesi uğruna ve bekası adına örgütle savaşarak mücadeleye etmeyi yeğledi.
Bilahare bu sefer eski tecrübelerden ders çıkarıldı.Silahlı mücadeden diyalog zeminine katiyetle geri dönmemeyi,aksi bir politikanın havanda su döğmekten başka bir işe yaramayacağını bildiğinden;geri dönüş yapmamaya karar verdi.
Zira Kürt meselesinde devlet,bir ulus-devlet olarak tanıyabileceği bütün hakları tanıdı.Sürekli gündeme taşınan özyönetim-özerklik gibi çözüm modelleri ise devletin(ulus-devletin) bekasına son derece aykırı olduğundan,daha
fazla ileriye gidilemezdi ve mesele deytumuna dayanmıştı.
Aynı biçimde örgütün de,çözüm süreci ilerledikçe şunu gayet iyi kavradığını söyleyebiliriz: Devletten istediği merkezi yönetimin yerelde kendisine devredilmesi talebini, diyalog ve müzakere yoluyla elde etmenin beyhude bir
çaba olduğuna kanaat getirdi.
Ondandır ki birtakım güçlerin savaş ilanı ve iradesi karşısında örgüt de hareket etmekte hiç gecikmedi ve de tekrar savaşmaya başladı.
Kürt meselesinde devlet tarafının ve örgüt tarafının müzakere-diyalog metodunu süresiz ve geri dönüşsüz şekilde rafa kaldırmasında,savaş-şiddet metoduna tekrardan dönüş yapılmasında rol oynayan en önemli bir etken de;konjonktürel
gelişmelerin uzun vadeli doğuracağı sonuçlardı.
Devlet aklı,Rojava’da kurulan Kürt yönetiminin kalıcı olması durumunda başının çok ağrıyacağını ve orda statü kazanan Kürtler’in Türkiye Kürtler’ine kötü bir örnek teşkil edeceği varsayımıyla;Rojava bölgesinde yaşanan her gelişmeyi
devletin(ulus-devletin) bekasıyla direkt alakalı olarak görüyordu.
Yine aynı şekilde Pkk de,Suriye’nin kuzeyinde Kürtler’in statü kazanmasıyla hem coğrafi hem psikolojik hem de savaş konsepti açısından büyük bir avantaj elde ettiğini düşünürek,ilerleyen süreçte Türk devletiyle savaşarak sonuç
alabileceğine bugün için kani olmuş durumdadır.
Suriye’deki şehir savaşı deneyiminin başarılı olması ve bütün dünyada yankı uyandırmasından cesaret alarak,aynı savaş konseptini Türkiye’ye de taşımak istiyor bir bakıma örgüt.
Polyanaccalık yapıp barışa ve çözüme her an dönülebileceğini savunanlar ise,ya aşırı iyimser ya da iktidarın ekmeğine yağ sürmeye çalışan işgüzarlardır.
Ezcümle Kürt meselesinde geri dönüşü olmayan bir yola girdiğimizi anlatan o kadar fazla sebep ve gerekçe vardır ki…
Karamsarlık ve felaket tellallığı olsun diye değil,sadece realiteleri gözönünde bulundurarak Kürt meselesinin geleceğini ele alırsak;son derece karmaşık,büyük hesapların döndüğü,uzun süreli ve belki de geri dönüşü pek mümkün
olmayan bir yola girdiğimizi söyleyebiliriz.