Kur’an, 300’ü aşkın yerde “düşünmez misiniz?”, “ ibret almaz mısınız?” şeklindeki uyarılarla insanı düşünmeye davet etmekte ve “aklını kullanmayanların pislik içinde kalacakları”nı söylemektedir (10/100).. Kur’an, Yüce Yaratıcı’nın rahmet ve merhametini yansıtan, insanoğluna gönderdiği en büyük “öğüt”, “kurtarıcı”, “doğru yolu gösterici” ve “şifa ve rahmet kaynağı”dır.
Kur’an’ı önyargılardan arınmış olarak okuduğunuzda, onun inşa edici, arındırıcı, yüceltici boyutu kendiliğinden ön plana çıkmaktadır. Ancak, Kur’an’la, Müslümanların Kur’an algısının ne kadar örtüştüğü sorusu, işin gerçeği, insanın içini acıtmaktadır. İnsan, ister istemez “Müslümanlar hiç Kur’an okumuyorlar mı?” diye sormak zorunda kalmaktadır. Mevcut Kur’an algısı, gerçekten de Kur’an’la örtüşen bir algı değildir. Bu durumda ilk yapılacak iş, Kur’an’ı yeniden keşfetmek olmalıdır diye düşünüyoruz.
Kur’an, ondört asır önce, çölün ortasından ortasında bir medeniyet meş’alesi yakmıştır. Bu sonsuza dek insanlığa aydınlatacak bir nurdur. “Bu, Rablerinin izniyle bütün insanlığı kopkoyu karanlıklardan aydınlığa, O yüceler yücesinin, O her övgüye layık olanın yoluna çıkarasın diye sana indirdiğimiz bir vahiy, bir ilahi kelamdır” (14/1). Müslümanlar, Kur’an sayesinde bilgiye, öğrenmeye açık hale gelmişlerdir. Bu duruşun arkasındaki Kur’ani ilke şudur: “Sözleri dinleyip en güzeline uyanları müjdele!. İşte Allah’ın doğru yola ulaştırdığı kimseler bunlardır. Gerçek akıl sahipleri de bunlardır” (39/18). Ne var ki, günümüz Müslümanı Kur’an’ın bu uyarısına pek kulak vermemektedir. Daha da ötesi, zaman zaman, “Kur’an’ı biz bu aklımızla mı anlayacağı?” şeklinde, gerçekten akıldışı ifadeler işitilebilmektedir.
Yüce Allah, Kur’an’ın anlaşılmak için indirildiğini (12/1), hatta akılda kalsın, ders alınsın diye “kolaylaştırıldığını” (54/17) belirtirken, Müslümanların bir kısmı, anlamak için çaba sarf etmeyi bırakın, onun ilahi bir kelam olduğu için insan aklı tarafından anlaşılamayacağını bile iddia edebilmektedirler. Kur’an’ın anlaşılamayacağını söylemek, Kur’an’a iftira etmektir. Bazı kimseler, sadece bazı “seçkin(!)” kimselerin Kur’an’ı anlayabileceğini, diğer insanların ise, onların anlattıkları kadarını anlayabileceklerini iddia ederler. Bu görüş de, bütünüyle Kur’an’ın ruhuna aykırıdır. Elbette daha çok emek verenler, daha donanımlı olanlar Kur’an’ı diğer insanlardan daha iyi anlayabilirler. Ancak, bu sadece ve sadece anlama konusundaki bir derece farkından ibarettir. Her insanın Kur’an’ı en iyi şekilde anlama imkanı vardır. Kur’an, her zaman ve mekan diliminde en iyi şekilde anlaşılmayı hak eden bir kitaptır. Kur’an’ı daha iyi anlamak isteyenler, elbette başkalarının tecrübelerinden yararlanabilirler. Ancak, Kur’an’ın, tek tek her insana hitap eder. Müslümanım diyen bir kimsenin, kendi aklıyla, en azından temel meselelerde kendine yetecek kadar Kur’an’ı anlaması, Müslüman olmanın ona yüklediği bir sorumluluktur. Kur’an’ı anlamak hiç kimsenin tekelinde değildir. Arapça bilen, dini tahsil görmemiş bir kimse Kur’an okuduğunda ne anlarsa, Türkçe iyi bir mealden okuyan kimse de en az onun kadar anlar.
Yeri gelmişken iki ciddi yanlışa hemen dikkat çekmek istiyoruz: Birincisi, bazı kimseler, Kur’an’ı yüzünden okumayı Arapça’yı bilmek gibi değerlendiriyorlar. Bu kolay anlaşılabilir bir yanlıştır. İkincisi, Arapça bilmek, din alimi olmak anlamına gelmez. Arapça, en nihayetinde insanın ürettiği bir dildir. Kur’an, Allah her peygambere kendi diliyle mesajını gönderdiği için Arapça gelmiştir. Arapçanın bir kutsallığı, diğer dillerden herhangi bir üstünlüğü yoktur. Bu gerçek, Kur’an’da şöyle ifade edilir: “Biz her elçiyi, mutlaka kendi halkının diliyle (vahyedilmiş bir mesajla) gönderdik ki, (hakkı) onlara açık ve dolaysız bir biçimde ulaştırabilsin; artık bundan sonra Allah sapmayı dileyeni sapıklık içinde bırakır, (doğru yolu tutmayı) dileyeni de doğru yola yöneltir; çünkü doğru hüküm ve hikmetle edip-eyleyen en yüce iktidar sahibi O’dur” (14/4). Bir Müslümanın, kendine yetecek kadar dini bilgi kazanabilmesi için Arapça bilmesi gerekmez. Ancak bir kimse, insanlara İslam hakkında bilgi vermek gibi bir sorumluluk yüklenecekse, mutlaka Arapça bilmeli, Kur’an’ı orjinalinden, kendi aklıyla anlayabilmeli, Kur’an’ın nuruyla, arınmalı, aydınlanmalıdır.
Kur’an, insana insanı anlatmak, insan aklına destek olmak için gelmiştir. İnsanın kendisini, eşyayı, etrafında olup bitenleri doğru anlayabilmesi için, doğru düşünmeyi bilmesi gerekir. Kur’an insana bu konuda da destek olur. Bu doğrultuda, gerçek anlamda düşünenler, akıl ve izan sahipleri gerçekleri anlayabilirler, Kur’an’dan gerekli dersleri çıkarabilirler. Kur’an, kendisine samimiyetle eğilen, anlamak için emek veren insanlara kendini açar, hakikatin daha kolay anlaşılmasını sağlar. Yüce Allah akıl sahiplerine şöyle seslenmektedir: “(Ey Muhammed!) Bu Kur’an, insanların, ayetlerini düşünmeleri ve akıl sahiplerinin de öğüt almaları için sana indirdiğimiz kutlu bir kitaptır” (38/29). İçinde bulunduğumuz koşullar, Müslümanlara, Kur’an’ı yeniden keşfetmek gibi bir sorumluluk yüklemektedir. Kur’an’ın yeniden keşfi, özne olma yolunda yeni, fakat anlamlı ve önemli bir adım anlamına gelebilir.