İstanbul’un en hareketli ve en gözde çekim merkezlerinden Beyoğlu bir süredir eski ışıltısını yitirmiş halde. Son 15-20 yılda yükselen rant odaklı şehircilik kültürel hayatı en çok zedeleyen şey şüphesiz. Kültürel zenginliğini turistik tüketime feda eden semtin röntgenini çektik.
Emrah Kolukısa
Yaşı tutanlar hatırlayacaktır, 90’lı yıllardan itibaren Beyoğlu, yani İstiklal Caddesi ve yakın çevresi (Taksim, Sıraselviler Caddesi, Tarlabaşı, Talimane, Tünel, Yüksekkaldırım ve sayısını bilemeyeceğimiz denli çok irili ufaklı ara/arka sokaklar) yeni bir çehreye bürünmüş, kültürel hayatın merkezi haline gelmişti. Bir kez daha. Zira bir zamanlar Grand Rue de Pera ya da Cadde-i Kebir gibi isimlerle anılan bu bölge “Beyoğlu: Yapılar, mekanlar, insanlar (1831-1923)” başlıklı kitabın yazarı Turan Akıncı’nın tespitiyle neredeyse 190 yıldır şehrin en önemli çekim merkezi oldu. Zaman zaman önemini yitirdi, gözden düştü belki (1970’lerden sonra örneğin) ama yine de İstanbul’un kültürel zenginliğinin en belirgin sembollerinden biri olageldi.
90’lı yıllardaki dönüşümü benim gibi çok iyi hatırlayanlar (yani gençliği bu semtte geçenler) bir yandan sinemaları, tiyatroları, kitapçıları öte yandan renkli gece hayatıyla Beyoğlu’nun nasıl hızla hareketlendiğini de anımsayacaktır. Hemen her gece farklı bir mekânda vakit geçirilir, hatta hafta sonları mekânlar sıraya bindirilirdi. Şüphesiz ki 19’uncu yüzyılda yabancı ülkelerin sefaretlerinin inşa edilmesiyle kurulan Beyoğlu, Türkiye’nin Batı’ya dönük yüzüydü ve uzun yıllar da Batı kültürünün etkisi hissedildi bu sokaklarda. Ancak son 10 yıldır özellikle Doğu’dan gelen göç dalgası ve her yıl sayıları katlanarak artan Arap turistlerin varlığı, İstanbul’un büyük bir kısmında olduğu gibi Beyoğlu’nda da (hatta belki en çok burada) yeni bir dönüşüme yol açtı; Batı kültürü yerini Doğu kültürüne bıraktı ve belki de bu ikisinin bir arada yer aldığı (kaynaştığı mı demeli, ayrıştığı mı, siz karar verin) kaotik bir kültürel manzarayı önümüze koydu.
‘‘Neler değişti?’’, ‘‘Neler aynı kaldı?’’ diye soracak olursak manzara biraz daha netleşir belki. Bir kere bazı şeylerin hiç değişmediğini söyleyelim. Konsolosluk binaları ve arazileri büyük ölçüde olduğu gibi duruyor. Belki de İstiklal Caddesi’nin en büyük şansı bu yapı ve arazilere dokunulamıyor oluşu. Ayrıca Galatasaray Lisesi başta olmak üzere okul binaları, kilise, sinagoglar ve Ağa Camii gibi yapılar hâlâ yerli yerinde. Gerçi ibadethaneler dışındaki binalar genellikle kamuya kapalı yerler ama yine de orada olduklarını bilmek bile güzel. Bazı tarihi binaların ise AVM’ye dönüştürülmesi ve son 15-20 yılda yükselen rant odaklı şehirciliğin buraya da sıçraması Beyoğlu’ndaki kültürel hayatı en çok zedeleyen şey oldu şüphesiz. Hayatının önemli bir kısmını buralarda yaşamış, romanlarında sık sık bu sokakları işlemiş yazar Ahmet Ümit, “Beyoğlu da bugünkü siyasal İslamcı hükümetin uygulamalarından nasibini aldı” diyor ve ekliyor: “Özellikle buranın bir kültür merkezi olması her zaman onları rahatsız etti. Kendi yaşam tarzlarına uymadığı için içkili lokantalardan, tiyatrolardan, kitaplardan rahatsızlık duydular ve bunu bir şekilde dile getirdiler. Özellikle de Gezi Olayları bir kırılma noktasıydı. Gezi sonrasında da yanlış göç politikaları sonucu Arap nüfus yoğun olarak buraya gelmeye başladı. Sadece savaştan kaçan Suriyeliler değil zengin ve yatırım yapmak isteyen Arapların da gelişiyle Arap kültürü gitgide yaygınlaştı. Yine de bunun planlı olduğunu düşünmüyorum.”
GÜZEL ŞEYLER DE OLUYOR
2019’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin el değiştirmesinin ardından Beyoğlu özelinde bazı umut verici gelişmeler olduğunu gözlemliyoruz. Örneğin Casa Botter’in bir restorasyonla kültür merkezi olarak yeniden kamuya kazandırılması, benzer bir atılımın Metro Han için de uygulanması ve Muammer Karaca Tiyatrosu’nun yeniden inşası gibi güzellikler var mesela. Ayrıca Atlas Sineması’nın restorasyonu ve Sinema Müzesi’nin açılması da yine artı hanesine yazdıklarımızdan. Galatasaray’dan Tünel’e inen bölümde daha çok sanat merkezlerinin hakimiyet kurduğunu görmek de yine insanın içini ferahlatıyor. Yapı Kredi’nin yeni binasından başlayarak, Salt Beyoğlu, Anamed, Meşher, Pera Müzesi, Borusan Müzik Evi, Salon İKSV ve inşası son aşamalarına gelmiş İş Bankası Müzesi gibi sergi ve konser alanları Beyoğlu’nda hâlâ kültürel bir ağırlığın var olduğunu gösteriyor. “Burası kozmopolit ve kaotik bir yer ve güzelliği de bundan geliyor” diyen yazar Ahmet Ümit de bu görüşü destekliyor ve şöyle söylüyor: “Beyoğlu eski canlılığını koruyor ve bu canlılık aslında sağlıklı bir kalp gibi, yani şimdilik sıkıntıları olsa bile o sağlıklı kalbin gereken kanı bu merkeze pompalayacağını ve Beyoğlu’nun yine o eski kimliğine kavuşacağına inanıyorum, yeter ki iktidar değişsin.”
***
SİNEMA VE TİYATROLAR
90’lı yıllarda, İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) Beyoğlu’na taşınması ve film festivalinin geniş kitlelerce takip edilmeye başlanmasıyla birlikte İstiklal Caddesi’nde çok sayıda sinema salonu seyirci çekmeye başladı. Dünya ve Fitaş sinemaları (bir ara sadece bu binada 10 civarında salon vardı), Lale, Alkazar, Sinepop, Saray, Atlas, Rüya, Beyoğlu ve tabii ki İstanbul’un en önemli sembollerinden Emek sinemaları 90’lar denince akla ilk gelen salonlar. Şimdiyse bunlardan sadece Atlas ve Beyoğlu yaşıyor ve Cine Majestik, Yeşilçam gibi ara sokaklara sıkışmış çok az sayıda küçük mekân izleyici toplamaya çalışıyor. Sinemaların AVM’lere sıkıştırılması, kültürel hareketliliğin de Beyoğlu’ndan uzaklaşmasına sebep oldu. Öte yandan Taksim’deki Venüs, Atlas binasındaki Küçük Sahne, uzun yıllardır atıl duran Elhamra ve şu sıralar yeniden inşasına başlanan Muammer Karaca gibi tiyatro binaları ise artık sadece hatırlayanların zihinlerinde yaşıyor. Ferhan Şensoy’un vefatından sonra iyiden iyiye zor duruma düşen Ses Tiyatrosu’nun akıbeti de düşündürücü. Keza aynı binadaki çok daha küçük ama kullanışlı Maya Sahnesi ve bir dönem Tarlabaşı’nda önemli bir üretim merkezi olan Manastır binası da özlemle andıklarımızdan. Yine de Kumbaracı 50, Sahne Pulcherie gibi alternatif mekânlar hâlâ var ve belki sayıları da artar diye umuyoruz. Bu arada yeri gelmişken söyleyelim, Kültür AŞ’nin yöneticisi Volkan Aslan bir yıl içinde Muammer Karaca Tiyatrosu’nun yeniden hizmete açılacağının müjdesini verdi, hiç olmazsa geleceğe dair bir umut ışığı olsun.
***
GECE HAYATI
Beyoğlu demek elbette renkli ve hareketli bir gece hayatı da demek. 90’lı yıllardan örnek verecek olursak Hayal Kahvesi’nin fitilini ateşlediği ve canlı rock müzik ağırlıklı gece hayatının İstanbul gençliğini Beyoğlu’na çektiği dönemdeki Kemancı, Dulcinea, Peyote, Roxy, Godet, Mojo, Jazz Stop, Line gibi çok sayıda bar artık ya yok ya da adı ve/veya içeriği çok değişti. Nevizade’deki meyhaneler hâlâ yerinde belki ama eski tadı var mı orası tartışılır. Asmalı Mescit tarafı hâlâ biraz daha kendini koruyor gibi ve Meşrutiyet Caddesi’nde de bir hareketlilik var, buradaki mekânların fiyatları biraz el yaksa da… Nizam, Lades, Hacı Abdullah gibi markalar duruyor belki ama Sultanahmet Köftecisi çoktandır yok, Bursa Kebapçısı ise nicedir ana caddedeki yerini boşalttı Ağa Cami’nin arkasındaki ikinci şubesine sıkıştı. Eski Bursa Kebapçısı’nın yerineyse Arap turistlerin çok rağbet ettiği bir tatlıcı yerleşti ki aslında 1864’ten beri oradaymış gibi yapıyor. Caddenin diğer ucundaysa Markiz Pastanesi kaderine terk edilmişken, Lebon Pastanesi yakın bir süre önce satıldı ve bir giysi mağazasına dönüşerek tarihe karıştı. Çiçek Bar ise hâlâ eski yerinde ama eski havası bir süredir yok sanki.