Kocaeli Üniversitesi öğrencileri ‘Barış için Akademisyenler’ oluşumunun bildirisine imza atan hocaları için gazetemize mektup yazdı.
Kocaeli Üniversitesi öğrencileri, 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile görevlerinden ihraç edilen ve “Barış için Akademisyenler” oluşumunun bildirisine imza atan hocaları için gazetemize mektup yazdı.
Kocaeli Üniversitesinde görevli 39 akademisyen 1 Eylül’de yayımlanan KHK ile görevlerinden ihraç edilmişti.
İhraç edilenler arasında barış bildirisine imza attıkları için haklarında soruşturma başlatılan 20 akademisyen de bulunuyor.
Biz bu karanlığa hapsolmayacağız!
Bayram Ümit AVŞAR
Kocaeli Üniversitesi Öğrencisi
“Yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırmalar ve yayın yapan fakülte, enstitü, yüksekokul ve benzeri birim ve bölümlerden oluşan, bilimsel özerkliği ve kamu tüzel kişiliği bulunan öğretim kurumu.”
Üniversite işte bu tanımı itibariyle ‘karın doyuran’ bir kurum gibi görünse de günümüz Türkiye’sinde bu kavram an itibariyle karanlıklara bürünmüş; nefreti doğuran, bilimden ve akıldan uzak bir kurum haline gelmeyi kendine tarihsel bir rol olarak seçmiştir. Şu andan itibaren üniversite biz öğrencileri için akıl almaz bir hale bürünmüştür.
İnsanın emsalleri olabilmedir hayatta, ilhamları olmalı. Örnekleri olmalı, “Ben onun gibi olabilmeliyim” denmeli. İnsanların kapısını çalmaktan çekinmeyecekleri, yüzünü görünce mutlu olacakları birilerine özenmeli, ona benzemek istenmeli. Kocaeli ‘Üniversitesi’ artık bu istekleri karşılayabilecek durumda değildir. Üniversite koridorları artık yüzlerini görmekten kaçacağımız insanlarla dolu. Bu gösterilen bir karamsarlık değil bir mücadelenin başlangıcıdır.
Bu içerik her ne kadar duygusal ağırlığı olan bir metin gibi görünse de aslında bir birlikteliğin, bir mücadelenin başlangıcını içeriyor. Biz biliyoruz ki; hocalarımızla bilimsel ve akademik eğitimimize ara vermeden ve daha verimli bir şekilde devam edeceğiz.
Biz bu karanlığa hapsolmayacağız. Hocalarımız yalnız değildir!
Hocalarımızın arkasında durmak en asli görevimiz
Servan TİMUÇİN
Kocaeli Üniversitesi Öğrencisi
“Aydın, hiçbir otorite karşısında boyun eğmeyen, her durumda insan özgürlüğünü savunan ve bu özgürlüğün yaşam bulması için durmadan çabalayan bir kimsedir (Edward Said).”
Said’in tanımladığı biçimde aydın tanımına uyan ve bizlere etik ilkesel değerleri aşılayan hocalarımız;gece yayımlanan KHK ile akademisyenlik kimlikleri elinden alındı…
Akademik hayatımıza başladığımız ilk günlerde ve ilk derslerde bizlere “etik” kavramını özümseten hocalarımızın ilkesel demokrat tutumları her zaman bizim önümüzde bir yol gösterici olmuştur. Daha özgür ve barışçıl bir ülke için farkındalık yaratmak adına imzaladıkları bildirinin ardından yaşadıkları baskı süreçleri… Yaşanan bu süreç zihinlerimizi; “ilkesel bir duruş nasıl kazanılır, baskı ve toplumsal lince rağmen nasıl ilkelerinden vazgeçilmez”i çok daha iyi kavramamızı sağladı.
Teorinin ve eylemselliğin içkin hale gelmiş olduğu hocalarımızın bu duruşu tam da “Sartre’nin Aydın” tanımına denk düşüyor. “Aydın çağının tanığı ve vicdanıdır.” Kolektif vicdanın temsili olan “bildiri” artık bir tarihsel, toplumsal söylem (mit) haline gelmiştir. Hocalarımızın imzaladıkları bildiri bir kağıt parçası veya internet sitesinde ki yazı olmaktan öte “bir kolektif bilincin ifade biçimi” haline gelmiştir.
Belki de yıllar sonra sosyolojik,antropolojik inceleme alanına girecek bu tarihsel süreci; haksızlığı dile getiren, ilkesel demokrat duruşumuzu koruyarak; barış, özgürlük adına hareket eden hocalarımızın arkasında durmak en asli işlevimiz olacaktır…
Barış için akademisyenlere…
Emre BİÇEN
Kocaeli Üniversitesi öğrencisi
Engels’in “Mutlakiyetçi olduğu kadar cumhuriyetçi hükümetler de kovdular onu; tutucu burjuvalar ile aşırı demokratlar onu karaçalma ve kargışlara boğmakta birbirleri ile yarışıyorlardı” dediği Marx, bugün akademisyenlerin ihraç edilmesene benzer denilebilecek sebeplerle sürgün edildiği Londra’da iken hiçbir akademik unvana sahip değildi. Ailesi ile birlikte yaşamını yoksulluk ve sefalet içerisinde geçirdiği bu yıllarda, Marx kendini Londra kütüphanesine kapatmış ve en önemli eserlerinden birkaçını kaleme almıştı. Ölümünden 34 yıl sonra öğrencileri öğretmenlerinden aldıkları dersle dünyayı yerinden sarsmış ve bütün dünya halklarına bir daha asla sönmeyecek olan bir umut ışığı bırakmıştı. Gençleri baştan çıkarmak ve tanrı tanımazlık ile suçlanıp baldıran zehri içirtilerek öldürülen hocaların hocası Sokrates öldükten sonra bile öğretmeye devam etti. Şimdi şu veya bu filozof ona ya da onun öğrencilerine bir şekilde atıfta bulunmadan kalem dahi oynatamıyor.
Tarihte iyi şeylerin ödüllendirildiği çok az görülmüştür. Hakikati dillendirenler çoğunlukla ceberut egemenlerin cebri muamelelerine maruz kalmıştır. Karanlık çağın engizisyon mahkemeleri bugün olduğu gibi “hakikati gizlemekten hoşlanmayan” Brunoları katletmiş, Galileoları zindanlarda çürütmeye çalışmıştır. Prometheus’un tanrılardan çalıp insanlara verdiği ateşi nesilden nesile taşımak öyle kolay değildir zaten. Hypatialar ve Brunolar zalimlerin ve engizisyonların verdiği kararla ateşe verilmiş bedenleriyle yaptılar bunu. Şimdi o ateşi layıkıyla taşımak isteyenlerin elbette bir yerleri yanacaktır. Ama o ateş yakıcıda olsa yolumuzu aydınlatıp bize yaşam veriyor. Çünkü gerçekler oksijen gibidir. Her ne kadar yeni doğan bir bebeğin ciğerlerini yaksa da yaşam onsuz olmuyor. Ve eğer bu bebek özgür yarınlara gebe kurak bir iklimin bağrında doğduysa, varsın ciğerlerimiz yansın şimdilik!
“Soylu yüreklerin sessizliğe tahammülü yoktur” diyor Sokrates ve hocalarımızın altına imza attıkları metni hatırlıyorum. İnsanların “doğaları gereği hain doğdukları” topraklarda yapılan operasyonlardan dolayı en temeli insani ihtiyaçlarından yoksun bırakılan ve Taybet İnan örneğinde olduğu gibi ölülerini gömmelerine dahi izin verilmeyen insanlar için de kaleme alınmıştı. Karşısında sessiz kalmayı reddettikleri şey ve bu nedenle maruz kaldıkları muamele Antigone’yi akıllarımıza getiriyor. Kardeşi Polyneikes’in ölüsünü vatan haini olduğu gerekçesiyle gömmesine izin vermeyen zalim Kral Kreon’a karşı “ölüler için tek bir yasa vardır” diyerek karşı çıkan ve bunun sonucunda mağaraya kapatılarak ölüme mahkûm edilen Antigone’yi. Ölülerden intikam almayı kafayı takmış muktedirlerin yaptırdığı “hainler mezarlığı” ve Cumartesileri evlerine dönemeyen çocuklarını bekleyen Anneleri hatırlıyorum. Her şey Sophokles’in oyununda olduğu gibi. Bir tarafta Kreon’lar bir tarafta sessiz kalmayı reddeden Modern Antigoneler. Devletlerin dahi çiğneyemeyeceği yasalara vurgu yapan Antigone’nin tarihsel haklılığı kucaklıyor bizi. Böyle düşününce bir kez daha anlıyoruz hocalarımızın ne kadar haklı olduklarını. Sessizliğe tahammülü olmayan bu yürekler altına imza attıkları metinle adeta Marx’ın dediği gibi “Dixi et salvavianimammeam” yani “Söyledim ve ruhumu kurtardım” demek istemişlerdi. Ama henüz hiçbir şey bitmedi.
Hikayeleştirdikleri sözde acıları zulümlerinin sebebi yapan zalimler ve onların timsah gözyaşlarıyla hitap ettikleri iki yüzlü vicdanlar, kendilerini taşıyan koltukları çatırdamaya başladığında yine bir zamanlar yok etmek istedikleri onurlu insanların hakkaniyetine sığınmak isteyecekler. Bizim ise ne acılarımızı ne de yenilgilerimizi şiirselleştirmeye ve birilerinin merhametine sığınmaya ihtiyacımız var. Sorunları ortaya çıktıkları yerde bulup çözüme kavuşturmak için mücadele vermek varken, üzülmek fazlaca lüks ve onursuz bir davranış.
En büyük filozoflar, bilim insanları, hocalar Profesör ve Doçent gibi unvanlarla anılmıyor. Bir hocamızın da belirttiği gibi onlar “devlet maaş verdikleri için akademisyen değiller.” Biz de hiçbir zaman sadece onların sahip oldukları kürsülere ve kısaltılmış hali nokta ile biten unvanlarına saygı duymadık. En büyük dersi onlardan şimdi aldık. Ve öğrencisi olduğumuz bu hocalardan dolayı hiç bu kadar kendimizle gurur duymadık. Sessizliğe ve haksızlığa tahammülü olmayan insanlardan ders aldığımızı devlet bir kanun hükmünde kararname ile muhakeme etmeye dahi gerek duymaksızın bir gece içinde ve bu şekilde kanıtladı. Marx’ın ilkinde trajedi ikincisinde komedi olarak yinelenir dediği ve burada ikincisine yakışır şekilde soytarılar tarafından yazılan tarih yine de Sokrates’e baldıran zehiri içirenleri değil, onu ve öğrencilerini hatırlıyor. Bir gün Platon’un hocası Sokrates’e ödediği vefa borcunu bu akademisyenlere ödemeleri gerekirse bunu çekinmeden yapacak yüzlerce öğrencileri var. Ama Prometheus’un tanrılardan çalarak insanlara verdiği ve sırasıyla Sokrates, Hypatia, Bruno, Galileo gibi niceleri tarafından taşınan ateş hala onların elinde.
‘Kıraathane siyasetini unuttuk da geldik hocam’
Ömer ERCAN
Kocaeli Üniversitesi Öğrencisi
Üniversite hayatım Yücel Hoca’mın (Demirer) “Kıraathane siyasetini unutacaksınız” sözüyle şekillendi diyebilirim. Bilimle uğraşma isteğim bu güzel insanın ufacık bir sözüyle büyük bir heves ve heyecana dönüştü bende. Bir akademisyenin, bir öğreticinin yapması gereken yegane görevi daha ilk karşılaşmamızda yerine getirmiş bulunuyordu.
“Herkes kendi mahallesindeki haksızlığa karşı ses çıkarmalıdır, ne kadar meşrep farkı olsa da.” Bu söz de benim yaşantımda büyük bir anahtar olmuştur. Özellikle sosyal bilimler okuyan her üniversiteli arkadaş bilir, ne üzerine çalışacağını kararlaştırmak zordur. Güven Bakırezer Hoca’ma sorduğumda “Gece başını yastığa koyduğunda seni uyutmayan nedir?” diye sordu. Bu soruya o gece cevap verdim. Kongrelere gitmeden önceki son durak Hülya Kendir Hoca’mın renkli odası olur. Kendisi en tıkandığım noktada biricik yardımcımdır. Kültür Endüstrisi, McDonaldisazyon, Richard Senett bana kazandırdıklarından sadece birkaçıdır.
Burada daha birçok hocamın ismini anabilirim ve her biri de yukarıda zikrettiğim güzel ve vicdanlı insanlardan daha az şey kazandırmamıştır. Biz bu insanlardan, her şeyden önce ahlaklı ve vicdanlı olma gerekliliğini öğrendik. Yani insan olabilmenin temel değerlerini. Görüldüğü gibi “terör örgütü üyeliği” gibi deli saçması bir sebeple meslekleri ellerinden alınan bu insanlar bize sadece bu temel değerlerin propagandasını yaptılar. Eğer yol göstermek, bilinçli bireyler yetiştirmek, bilim yapmak suçsa, evet bu insanlar bu suçu işlediler ve biz de ileride bu suça ortak olmak için canla başla çalışacağız.
Bu mücadelenin içinde hep beraberiz
Cemre KAVUKER
Kocaeli Üniversitesi Öğrencisi
İlk siyaset bilimi dersinde Yücel Hoca’nın (Demirer) o gülen gözleri sayesinde bastırabilmiştim heyecanımı. Ama onun heyecanı hiç dinmedi. Sabah akşam fark etmeden her ders saatinde bizlere, öğrencilerine, heyecanla gelir, tüm farklılıkları bir araya getirerek yaşatır sınıfın içinde. En sonunda önemli olanın barış olduğunu söylerdi. Aylardır başta hocalarımız olmak üzere hepimizin bağırarak dile getirdiği tek bir söz ‘barış’. Bugünlerde bize, herkese barış dileğinde bulunan hocalarımızı akademiden uzaklaştırmak istiyorlar. Öğrencilerinden, o heyecanlarından ayırmak istiyorlar. Ama bilmedikleri bir şeyler var. Ne hocalarımızın heyecanları diner ne de biz hocalarımızdan ayrılırız. Hocalarımızın yanında, bu mücadelenin içinde hep beraberiz.