Toplumu sağaltacak, normalleştirecek, sükûna kavuşturacak, ortak yaşam umudu sağlayacak tek ilaç, farklı toplumsal kesimlerin bu kötücül iktidara, bu vahim gidişata karşı birleşmelerinden, ortaklaşmalarından geçiyor. Hepsi devletin/iktidarın sopasını yemiş olanların birbirlerini sopalamak yerine birleşip iktidara karşı mücadele etmelerinden başka çözüm yok
Her yerde, her kesimden, her konuda direniş manzaralarına alışmış; protestocularla polis arasında itiş kakışın, polisin direnişçilere, göstericilere saldırmasının, halka Çevik Kuvvet müdahalesinin gündelik olay olduğu ülkemizde, adı artık Kemerköy olan Kemer Country sakinlerinin yeşil alanlarına çökülmesine karşı direnmeleri haber değeri taşıyordu.
30 yıl kadar önce şehrin merkezine uzak, yeşillikler arasında, bahçeli havuzlu, villalar sitesi, o dönemde İstanbul burjuvazisinin prestijli mekânıydı. Evleri satın alanlar ortak yeşil alanları da birlikte satın almışlar, ortak yönetim planına şimdi çökülen yeşil alanları da kaydettirmişlerdi. Zaman içinde, site sakinlerinin emek ve çabalarıyla daha da yeşillenen, ağaçlanan bu alana, yapılaşma izni olmadığı ve Kemerköylülerin açtıkları davalar sonucunda, imar planında yeşil alan olarak tasdik edildiği halde Demirören grubu, bir sürü şaibeli ilişki, yolsuzluk, hukuksuzluk sonucunda çökmüş durumda. Hikâye uzun. Meraklıları Göktürk Yeşil Kalsın Girişimi’nin “Yeşil alanlarımıza çökenlere geçit vermeyeceğiz” açıklamalarına bakabilirler.
Kemerköylüler direnişte
Bugün üçüncü gün. Kemerköy sâkinleri yeşil alanlarını korumak için üç günden beri eylemdeler. Karşılarında ise tam teçhizatlı Çevik Kuvvet var. Direnişe ve mahkemelerden alınan yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen buldozerler alana girmiş, kazıya başlamış durumda. “Yürütmeyi durdurma kararı var, buldozerleri çekin” diye bağıranlar, iş makinelerini durdurmaya, polisi ikna etmeye çalışanlar itilip kakılıyor, fenalaşanlar, yere düşenler oluyor. Bildik sahneler… “Bizi koruması gereken polis iş makinelerini koruyor” diyor biri, bir diğeri “Çevik Kuvvet inşaat yapmaya soyunmuş” diyor. Girişim sözcüleri medyaya açıklama yapıyorlar. “Haklarımızı koruması gerekenler bu hukuksuz süreçte bizim karşımızda yer alıyorlar. Biz yeşilimiz için hukuksuzluğa karşı direniyoruz” demeye çalışıyorlar.
Bu sahneleri, gecekondu yıkımlarından, kentsel dönüşüm diye evlerinden yerlerinden zorla, polis gücüyle yaka paça çıkarılanlardan, ülkenin dört bir yanında çevre için direnenlerden, işçi eylemlerinden, gençlerin protestolarından, hak eylemlerinden hatırlıyoruz: Bir yanda halk, karşısında polis, jandarma, emniyet güçleri… Ve işte bakın; şimdi Kemerköylüler, hâli vakti yerinde, eylemde bile özenli, şık giyimli, seçkin görünümlü insanlar var polisin karşısında. Haksızlığa, hukuksuzluğa, iktidar destekli çökme operasyonuna itiraz ediyor, yeşil alanlarını korumaya çalışıyorlar.
Hepsi için konuşup da haksızlık etmeyeyim, (aralarında hepimizden daha eylemci, daha atılgan, daha vicdanlı sivil toplumcular olduğunu biliyorum) ama gençlerin, öğrencilerin protestolarını, işçilerin direnişlerini, çevrecilerin uzun soluklu eylemlerini çoğu uzaktan vahvahlanarak seyretmiş, polis saldırısı, itiş kakış olduğunda huzuru bozuyorlar diye hoşnutsuzluk göstermiş insanlar şimdi hakları için direnirken Çevik Kuvvetler’le, devletle, iktidarla karşı karşıya gelmiş durumdalar.
İnsanlar haksızlığa kendileri maruz kaldıklarında, haksızlığı derilerinde hissettiklerinde bilenirler, daha kolay ve sağlam bilinçlenirler. Kendilerinin uğradıkları haksızlık hukuksuzluk üzerinden başkalarının uğradıkları haksızlıkları daha iyi kavrarlar.
Bir gün herkes iktidarın sopasını tadacaktır
Geçenlerde, toplumdaki derin kutuplaşmaya karşı ortak yaşamı örme arayışları çerçevesinde TÜSES’in düzenlediği bir sempozyumda, konuşmacılar son yüzyılda ülkemizdeki etnik, dinsel, mezhepsel, kültürel, sınıfsal bütün kesimlerin şu veya bu dönemde devletin/iktidarın sillesini yediklerine dikkat çektiler. Özellikle DEVA partisi sözcüsünün Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde yatmış binlerce, onbinlerce mahkûm arasından: Necip Fazıl, Nazım Hikmet, İskilipli Atıf Hoca, Deniz Gezmiş, Muhsin Yazıcıoğlu, Yılmaz Güney, Talat Aydemir, Bülent Ecevit, Leyla Zana, Yaşar Kemal gibi adları okuyarak, mağduriyetlerin ideoloji, etnik kimlik, dinsel inanç, siyasî aidiyet tanımayan ortaklığına yaptığı vurgu düşündürücüydü.
Bu ülkede hemen her kesim şu veya bu dönemde, şu veya bu iktidarın sopasını tatmış, devlet şiddetinden nasibini almıştır. Cumhuriyet’in kuruluş döneminde Sünnî Müslümanlar, komünistler, muhalif liberaller; her daim Alevîler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, diğer azınlıklar, her dönemde demokratlar, barışçılar, solcular, farklı cinsel yönelimler, mezarlık kapılarına yazılan o umutsuz ve tehditkâr “Her fanî bir gün ölümü tadacaktır” gibisinden, her toplumsal kesim sopa yemiştir.
En az sopa yemiş olanlar; her dönemde iktidara yaklaşıp iktidarın desteğinden yararlanma olanaklarına sahip, çoğunlukla da devletin ve iktidarın yanında yer alan burjuvazi, büyük sermaye sahipleri, varlıklı sınıflar olmuştur. Ancak…AKP iktidarının yandaş sermayeyi hak hukuk, hatta iktisat dışı yöntemlerle besleme, kayırma, semirtme ve onlardan hem ekonomik hem de siyasal olarak nemâlanma siyaseti artık “tuzu kuru” kesimleri de huzursuz etmeye başlamış görünüyor.
Kemerköy sâkinlerinin yeşil alanları için direnişleri anlatmaya çalıştığım durumun bire bir örneği değil belki, ama bir psikolojiyi iyi örnekliyor. Daha önce karşılarında bu türden eylemcileri görmeye alışkın olmayan polisler kısa bir duraksamadan sonra, aldıkları emir doğrultusunda bildikleri yöntemleri uygulamaktan çekinmiyorlar. Tam sopa yemek demeyelim ama hakları için mücadele veren “seçkinler” itilip kakılmayı, polis barikatıyla karşılaşmayı, mahkeme kararlarının bile tanınmadığı hukuksuzluğu tadıyorlar. Ve de izlediğim kadarıyla direniş sürdükçe bileniyorlar, vazgeçmiyorlar, “Haklıyız, güçlüyüz” diyerek seslerini yükseltiyorlar.
İktidarın sopasını yiyenler, birleşin!
İktidarca körüklenen ve derinleştirilen kutuplaşma toplumsal dokuyu çözüyor, kin ve nefret duyguları vicdanı, hoşgörüyü, “biz” duygusunu törpülüyor. Sıradan insanın, sokaktaki adamın saldırganlığı, hayvanlara, insanlara yönelen zulüm, kadınları hedef alan cinayetler, farklı olana karşı nefret, gaddarlık artıyor.
Toplumu sağaltacak, normalleştirecek, sükûna kavuşturacak, ortak yaşam umudu sağlayacak tek ilaç, farklı toplumsal kesimlerin bu kötücül iktidara, bu vahim gidişata karşı birleşmelerinden, ortaklaşmalarından geçiyor. Hepsi devletin/iktidarın sopasını yemiş olanların birbirlerini sopalamak yerine birleşip iktidara karşı mücadele etmelerinden başka çözüm yok.
“Beni sokmayan yılan bin yaşasın” zihniyeti dayak yemeyi engellemiyor. Muktedirler bu zihniyeti yaygınlaştırarak toplumsal kesimlerin arasına kama sokup iktidarlarını sürdürürler. Ne var ki, dayak yiyen toplumsal kesimler yaygınlaştıkça, haksızlığın hukuksuzluğun karşısında direniş de güçlenir. Bütün mesele mağdurların ortaklaşabilmesi ve tek cephede buluşmaları.
Bunun hem gerekliliği hem de olanakları bugün her zamankinden daha fazla. İş ki gecikmeden birleşelim, iş ki Kemerköy hak direnişi ile Kazdağları, İkizdere, daha onlarca çevre direnişi, EYT’lilerle öğretmenlerin direnişi, işçilerle öğrencilerin, tarım üreticileriyle Kürt halkının hak mücadelesi, Alevîlerle muhafazakâr Müslümanların eski- yeni mağduriyetleri taraflarca anlaşılıp kabul edilebilsin.
Somutlaştırıp siyasî planda konuşacak olursak,- ama 6’lı Masa ama masaya oturtulmayanlar veya oturmayanlar- tüm muhalefetin durumun vahametinin bilincine vararak ortak cepheyi güçlendirmeleri; belayı atlatmak için ayrılıklarını değil birleştikleri noktaları öne çıkarmaları, topluma güçlü ve kararlı bir ortaklaşma imajı yansıtmaları gerekiyor. Üstelik gün geçirmeden.
Toplumsal muhalefet yaygınlaşıp güçlenirken siyasî muhalefet toparlayıcı olmakta, birliğini güçlendirmekte geri kalır, ayak sürürse yarın bütün muhalefet partileri yıkımın altında kalır. Kimsenin hata yapma hakkının ve lüksünün olmadığı günlerdeyiz.