Ayrıntılı hava fotoğrafları, çekimler ve haritalar; İsrail sınırına yalnızca 4 kilometre uzaklıktaki Şii bölgesi El Khıyam’da konuşlanmalarından anlaşılacağı gibi, terörist örgütün Lübnanlı sivilleri nasıl yine acımasızca kalkan olarak kullanmaya hazırlandığını gösteriyor.
Hizbullah orada, hastanelerin, camilerin, okulların ve evlerin içinde veya çevresinde, silah zulalarını, sığınaklarını, emir komuta merkezlerini ve füze stokunu genişletiyor ve silahlı kuvvetlerini konuşlandırıyor.
Bu hassas bilgiyi kamuoyuna sunarak, İsrail istihbarat toplama prosedürünü ortaya koyma ve Hizbullah’ın da buna karşı tedbir alması riskini üstleniyor. Yine de bu risk, İsrail’in karşılaştığı hızlı değişen askeri tehditlere yönelik olarak hazırlanan yani bir takdire şayan İsrail ordusu stratejisine güvenilerek alınıyor.
Geçmişte, savaşlar sivillerin yaşadığı yerlerden uzakta, savaş meydanlarında, üniformalı askerler tarafından yapılırdı.
İsrail, 1948 Bağımsızlık Savaşı’ndan 1973’teki Yom Kippur Savaşı’na kadar; Arap devletlerine ve Yahudi devletini yok etmek isteyen Filistinli milislere karşı sürekli olarak bu geleneksel çatışma yöntemlerini kullandı.
İsrail’i bu şekilde alt edemeyeceklerini anlayınca, Güney Lübnan’daki ve Gazze’deki Filistinliler ve yandaşları, önce terör stratejisine kaydılar; ve daha yakın bir tarihte de İran’dan aldıkları ilhamla; asimetrik şiddet yöntemlerini yavaş yavaş geliştirdiler.
Hizbullah ve Hamas teröristleri, sivil halka zarar vermekten umarsızca çekinmeyerek ve geleneksel savaşların tek savaş biçimi olduğu zamanlarda oluşturulan uluslar arası kanunlardaki boşluğu kullanarak, silahlarını ve kendilerini yerleşimin çok olduğu bölgelerin tam kalbinde konuşlandırıyor ve buralardan İsrail’in sivil nüfusuna roket ateşi açıyorlar. İsrail vatandaşlarını savunmaya geldiğinde de, maalesef Hamas ve Hizbullah tarafından ateş hattının içine umarsızca çekilmiş olan düşman tarafın sivilleri ölüyor.
Bugüne kadar, çağdışı kalmış bir Dördüncü Cenevre Sözleşmesi baz alınarak yapılan uluslar arası çaptaki eleştiriler, öldürülen sivil nüfusun diğer ülkelere göre göze batan bir fazlalığı nedeniyle kendini savunan taraf olan İsrail’i sorumlu tuttu.
Sonuç ise Goldstone Raporu örneğindeki gibi, İsrail’i Gazze Savaşı sırasında savaş suçu işlediğini iddia ederek suçlayan kınamalar oldu.
Bu bozuk ahlaki atmosferde, İsrail kendini savunmasının meşruiyetini yavaş yavaş kaybediyor; resmen sivil kayıplarını sineye çekmesi, askeri varlığını kaldırmış bulunduğu ‘işgal edilen topraklar’ Gazze ve Lübnan’dan gelebilecek sürekli bir füze saldırısı tehlikesi altında yaşaması ve sınırlarını uluslar arası toplum tarafından belirtilen sınırlara göre daraltması bekleniyor.
Bu hafta bu bilgilerin açıklanması İsrail’in yeni bir taktik denemekte olduğuna işaret ediyor. Lübnan ve Gazze’deki savaşta ölenler dünya televizyonlarında naklen yayınlanıp İsrail adaletsiz karşılık vermekle suçlandığında, çok azı İsrail’in genel durumu açıklama çabalarına kulak verdi. Şu an İsrail önleyici bir yaklaşımı benimsiyor; korkulan yeni bir çatışmanın öncesinde, Hizbullah’ın şeytani stratejisi hakkında dünyayı uyarıyor.
Askeri etik alanında bir uzman ve İsrail ordusu etik tüzüğünün yazarı olan Prof. Asa Kasher’e göre, Hizbullah’ın kendini siviller arasında konuşlandırması “Cenevre Sözleşmesi’nin ruhuna açıkça aykırı bir şey” demek oluyor. İsrail’in umutları bu yeni açıklanan bilginin uluslar arası alanda dikkat çekmesi ve uluslar arası kanunları ihlal edenin İsrail ordusu değil, Hizbullah liderleri olduğunun kabul edilmesi yönünde.
Ayrıca asıl hedefledikleri İsrail ordusu iken, sırf askeri bir tuzağın kurulduğu yere veya bir roket deposuna yakın yaşıyorlar diye 160 Güney Lübnan köyündeki insanların Hizbullah’ın planıyla ateş hattında kalmasının da şu veya bu şekilde ilgi çekmesi umut edilmekte.
Haziran’da, İsrail Ordusu Stratejik Planlama Departmanı Başkanı Tuğgeneral Yosi Heiman, Hizbullah’ın BM yetkililerini ahlaksızca ateş hattına konuşlandırdığına dair kanıtlar sundu. BM Lübnan Geçici Kuvveti Komutanı Tümgeneral Alberto Asarta Cuevas da bunu doğruladı.
BM İsrail’e karşı son derece eleştirel ve demokrasilerle diktatörlükler arasındaki ahlaki farkları görmek istemeyen ya da bundan aciz olan ülkelerle doluyken, Hizbullah’ın ahlaki suiistimallerinin bilincindeki belirgin bir kamuoyu oluşması da pek olası görünmüyor.
Fakat İsrail ordusu, yine de bu çabayı göstermekle doğru olanı yapıyor. Aslında, dışa açılımını daha da genişletmesi ve bu bilginin mümkün olduğu kadar geniş bir çevreye yayılmasını sağlaması gerekiyor; ne kadar isteksiz karşılayacak olsalar da, medyaya ve küçük brifingler halinde önemli politikacılar ve yetki adamlarına.
İsrail’in Gazze ve Lübnan’da karşısına çıkan ahlaki ikilemlerin bir çoğu aynı zamanda ABD’nin, Kanada’nın, İtalya’nın, Almanya’nın ve Afganistan ve Irak’taki diğer NATO ordularının da karşısına çıkıyor. Batılı orduların isyana karşı koyma yöntemlerini, karşılaştıkları bu vahşetin üstesinden gelebilme yönünde hem strateji hem de askeri etik kod geliştirmek adına paylaşmaları gerekiyor.
Lübnan söz konusu olduğunda artık kimse bu karşılaşılan durumun özelliği hakkında bir bilgi sahibi olmadığını iddia edemeyecek.
Çeviren: Gözde Nur Donat