• Anasayfa
  • Gündem
    • Politika
    • Yaşam
    • Türkiye
    • Dünya
  • Emek
  • Kadın
  • Ekonomi
  • Eğitim
  • Ekoloji
  • Sağlık
  • Bilim & Teknoloji
  • Yazarlar
  • Arka Sayfa
    • Fikir & Yazı
    • Belgesel & Film
    • Eylem & Etkinlik
    • Fotoğraf & Karikatür
    • Kitap & Dergi
    • Müzik & Video
Adil Medya
  • Temmuz 14, 2025
  • Yayın İlkeleri
  • Hakkımızda
  • Künye
  • İletişim
  • Güncel
  • Sağlık
  • Sağlık
Adil Medya
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Politika
      Siyaset mühendisliğinde yeni aşama

      Siyaset mühendisliğinde yeni aşama

      Ülkede tüm taşlar yerinden oynadı, sarsıntı büyük: Finali gören Saray korkuyor

      Ülkede tüm taşlar yerinden oynadı, sarsıntı büyük: Finali gören Saray korkuyor

      Siyaset ekonomik yıkımı hızlandırıyor

      Siyaset ekonomik yıkımı hızlandırıyor

      “Satın alıyorum, öyleyse varım…”

      “Satın alıyorum, öyleyse varım…”

    • Yaşam
      İhtiyarlara yer yok

      İhtiyarlara yer yok

      Gazeteci Hikmet Çetinkaya son yolculuğuna uğurlandı

      Gazeteci Hikmet Çetinkaya son yolculuğuna uğurlandı

      Ölmek ya da ölmemek

      Ölmek ya da ölmemek

      Aslolan LeMan’daki karikatürün son karesi

      Aslolan LeMan’daki karikatürün son karesi

    • Türkiye
      Süreç ve ulusun yeniden inşası

      Süreç ve ulusun yeniden inşası

      Yetkili ve sorumsuz

      Yetkili ve sorumsuz

      Bütçe her zaman siyasi tercihlerle hazırlanır

      Bütçe her zaman siyasi tercihlerle hazırlanır

      Siyaset mühendisliğinde yeni aşama

      Siyaset mühendisliğinde yeni aşama

    • Dünya
      Brezilya’da halkçı referandum örneği

      Brezilya’da halkçı referandum örneği

      Trumpoloji: Barış için densizlik!

      Trumpoloji: Barış için densizlik!

      Trump'tan Hamaney'e: Onu çirkin bir ölümden kurtardım

      Trump'tan Hamaney'e: Onu çirkin bir ölümden kurtardım

      Savaş dizisinin yeni sezonu, bitmeyen 3. Dünya Savaşı

      Savaş dizisinin yeni sezonu, bitmeyen 3. Dünya Savaşı

  • Emek
  • Kadın
  • Ekonomi
  • Eğitim
  • Ekoloji
  • Sağlık
  • Bilim & Teknoloji
  • Yazarlar
  • Arka Sayfa
    • Fikir & Yazı
      Süreç ve ulusun yeniden inşası

      Süreç ve ulusun yeniden inşası

      Yetkili ve sorumsuz

      Yetkili ve sorumsuz

      Bütçe her zaman siyasi tercihlerle hazırlanır

      Bütçe her zaman siyasi tercihlerle hazırlanır

      Siyaset mühendisliğinde yeni aşama

      Siyaset mühendisliğinde yeni aşama

    • Belgesel & Film
      Kapitalizmin Yeni Silahı: Prekaryaya Dönüştürülen Göçmen Emeği

      Kapitalizmin Yeni Silahı: Prekaryaya Dönüştürülen Göçmen Emeği

      Toplumsal gerçekçi romanın usta kalemi Orhan Kemal

      Toplumsal gerçekçi romanın usta kalemi Orhan Kemal

      ''Gelincik'' Elini kirletmekten çekinmeyen bir polisin hikâyesi

      ''Gelincik'' Elini kirletmekten çekinmeyen bir polisin hikâyesi

      “Leyla ile Mecnun” ekranlara geri dönüyor

      “Leyla ile Mecnun” ekranlara geri dönüyor

    • Eylem & Etkinlik
      Üçüncü Dünya Savaşı

      Üçüncü Dünya Savaşı

      Deniz Gezmiş - Metin Yüksel Birlikte Anılıyor

      Deniz Gezmiş - Metin Yüksel Birlikte Anılıyor

      Bizi uyutamazsınız; bu zulüm ne unutulur ne de affedilir!

      Bizi uyutamazsınız; bu zulüm ne unutulur ne de affedilir!

      Anayasal Düzen ve Adalet Devleti paneli

      Anayasal Düzen ve Adalet Devleti paneli

    • Fotoğraf & Karikatür
      Metafor

      Metafor

      Günün karikatürü

      Günün karikatürü

      LeMan'dan İsrail kapağı: Hangi hayvan hastaneleri vurur ki?

      LeMan'dan İsrail kapağı: Hangi hayvan hastaneleri vurur ki?

      Uykusuz bu hafta kapağına TOKİ'yi taşıdı

      Uykusuz bu hafta kapağına TOKİ'yi taşıdı

    • Kitap & Dergi
      Kadire Bozkurt: Ben yazarken okur henüz yoktur

      Kadire Bozkurt: Ben yazarken okur henüz yoktur

      Fuat Sürmeli'nin Yeni Kitabı Raflarda: “GÖLGEDEKİ GERÇEK”

      Fuat Sürmeli'nin Yeni Kitabı Raflarda: “GÖLGEDEKİ GERÇEK”

      Kitap toplama düşkünlüğü

      Kitap toplama düşkünlüğü

      Kitapların yalnızlığı

      Kitapların yalnızlığı

    • Müzik & Video
      4 gün sürecek 'Kuzey Fest'in programı belli oldu

      4 gün sürecek 'Kuzey Fest'in programı belli oldu

      Efendiler Bunun Neresi Yalan

      Efendiler Bunun Neresi Yalan

      Gökberk Uğurlu: “Düne takılı kalmak, önümüzü görmemizi engelliyor.”

      Gökberk Uğurlu: “Düne takılı kalmak, önümüzü görmemizi engelliyor.”

      Grup Yorum üyeleri için dayanışma konseri

      Grup Yorum üyeleri için dayanışma konseri

İslam(cılık) “üçüncü ve orijinal yol” mu?

Haziran 15, 2010 9 comments

Facebook Twitter Google+ LinkedIn Pinterest

Öncelikle bir tespit olarak şunu söylemek icap eder ki, İslamcılık, 19. yüzyılda makinenin ortaya çıkmasıyla birlikte Batı’da meydana gelen fiili durumu kavrayamadı. Zira tarihle yaşıt olan sınıf mücadelesi ya da bir başka ifadeyle müstekbirlerle mustaz’aflar arasında cereyan eden ezen-ezilen kavgası, 19. yüzyılda sanayi devrimiyle birlikte farklı bir boyuta taşındı. Ezenler ve ezilenler, bu defa “sermaye ve emek” adı altında karşı karşıya geliyorlardı. Hâkim sınıf sermayeyi, dolayısıyla üretim araçlarını elinde bulundururken, mahrum ve mahkûm sınıfın sahip olduğu tek şey kas gücüydü.


Buna mukabil 18. ve 19. yüzyıllarda Batı karşısında iktisadi, siyasi ve askeri açıdan hezimete uğrayan İslam dünyası, deyim yerindeyse kendi derdine düşmüştü. Nitekim 20. yüzyıl İslam dünyası açısından tam anlamıyla bir felaket dönemi oldu. İmparatorluğun parçalanmasıyla birlikte İslam dünyasının yüzde sekseni sömürge haline geldi. İşte bu ahval ve şerait içerisinde 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ilk İslamcı nesil, kurtarıcı bir misyon üstlendi. Devleti toparlamaya çalıştı, geleneksel İslam düşüncesini eleştirdi ve “yeniden İslam’a” çağrısı yaptı. Osmanlı’nın sanayileşmemiş olması, dolayısıyla sanayi toplumlarında yaşanan türden bir sınıf çelişkisi yaşanmaması hasebiyle, kurtarıcı misyon üstlenen ilk nesil İslamcıların içinde bulundukları şartlar itibariyle Batı’da ortaya çıkan fiili durum hakkında söyleyebileceği pek fazla bir şey yoktu. Bu nedenle ilk İslamcı neslin ortaya koymuş olduğu yaklaşım yerinde ve anlaşılabilirdir.


1946’da Türkiye’nin çok partili hayata geçişi ve 60’lı yıllarda başlayan tercüme faaliyetleriyle birlikte ortaya çıkan ikinci nesil, anti-sosyalist/anti-komünist bir karaktere sahipti. İkinci nesil İslamcılar yeni bir Kur’an nesli inşa etmeyi, dolayısıyla cahiliye toplumuna karşı yeni bir İslam toplumu oluşturmayı ve nihayetinde Asr-ı Saadet’i ihya edecek bir İslam devleti kurmayı hedeflediler. Bu mücadelenin saflarını “inananlar” ve “inanmayanlar” teşkil ediyordu. Bütün kaynaklarını bu hedef doğrultusunda seferber eden İslamcılar, Kur’an ve Sünnet’e salt siyasal açıdan baktılar, hemen her kavrama siyasi-ideolojik anlamlar yüklediler ve süreç içerisinde tamamen politize oldular. Bu dönemde özellikle Mısır’daki İslami Hareket, İslamcıların düşünce ve pratikleri üzerinde bir hayli etkili oldu. İslamcılar tıpkı Mısır -et-Tekfir ve’l-Hicret- örneğinde olduğu gibi cahiliyeden ayrışmak adına toplumla kendi aralarına set çektiler ve sanayileşme sürecine girmiş olan bir ülkede her geçen gün biraz daha belirginleşen sınıf çelişkisine ve sokakta yaşanan yangına bigâne kaldılar.


28 Şubat süreciyle birlikte ortaya çıkan üçüncü nesil ise seleflerinden tevarüs ettiği düşünce ve pratikleri kısmen de olsa devam ettirmekle birlikte daha çok sivil toplumu ön plana çıkararak ulus-devlete ve Kemalist oligarşiye karşı mücadeleyi esas aldı.


Kısaca özetleyecek olursak: Türkiye İslamcılığı kendisini iktidara endekslemiştir. Dolayısıyla emek, sermaye, sınıf çelişkisi, açlık, yoksulluk, işsizlik gibi konular hiçbir zaman Türkiye’deki ikinci ve üçüncü nesil İslamcıların gündeminde yer almamıştır.


Yaşanan bu süreçte İslamcılar, sürekli olarak İslam’ın kapitalizmle sosyalizmin dışında “üçüncü ve orijinal yol” olduğunu savundular ve “mahalle duvarları”nı tahkim etmek için ne gerekiyorsa yaptılar. Hiç şüphesiz bu, Türkiyeli İslamcıların kendilerine meşruiyet zemini aramalarıyla ilgili bir durumdu. Oysa Kur’an, ilk indiği topluma o güne dek yeryüzünde var olmayan doğruları vazetmiyordu. Aksine manevi-ahlaki açıdan çürümüş bir topluma insanlığın ortak değerlerini yeniden hatırlatıyor, “fıtrata, akla, vicdana ve sağduyuya dönüş” çağrısı yapıyordu. Dolayısıyla İslam, hangi inanç, düşünce veya dünya görüşüne mensup olursa olsun insanlığın ortak değerlerine sahip çıkan tüm akıl ve vicdan sahiplerine, bu değerlere bağlı kalmalarını salık verir (2/62, 5/47, 62/5). Meselenin teolojik boyutu ayrı bir konudur ve kişi, bu açıdan yalnızca Allah’a hesap verecektir. Bu bağlamda hakikatin şahidi olmak sadece “İslam” etiketi taşıyan herhangi bir düşünce veya dünya görüşüne mensup kişilere has kılınmamıştır. Bu bağlamda Müslümanların kan uykusuna yattıkları bir zaman dilimi olan 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan sosyalizm, sermaye ve emeğin saflarını teşkil ettiği ezen-ezilen kavgasında insanlığın aklı, vicdanı ve sağduyusu oldu. Bu bakımdan yeryüzünde hiçbir zaman “üçüncü ve orijinal bir yol” var olmadı, tarih boyunca insanın önünde sadece iki yol bulunuyordu: İyiliğin ve kötülüğün, adaletin ve zulmün, faziletin ve alçaklığın, aydınlığın ve karanlığın… yolu. 


Nitekim ortaya atılan bu geçersiz iddia (“üçüncü ve orijinal yol” iddiası), Türkiyeli İslamcılar açısından deyim yerindeyse tam bir hüsranla neticelendi. Zira İslamcılar, Garaudy’nin ifadesiyle “entegrizm” batağına saplandılar. İslam’ı tarihinin bir döneminde -7. yüzyıl Arap yarımadası- sahip olduğu kültür yapısı ve müesseselerle özdeşletirdiler, mutlak bir doğruya sahip olduklarına inandılar ve bu “mutlak doğruyu” diğerlerine dayattılar. Bu, ortaçağ kalıntılarından yeni bir din inşa etme çabasıydı ki, sonuçları vahim oldu. Türkiye İslamcılığı diğer kültür ve düşüncelerle kendi arasına set çekti, hayattan, toplumdan ve realiteden koptu, kendi içinde gettolar inşa etti. Daha da vahim olanı, İslamcılığın kendisini kapitalizm ve sosyalizmin dışında “üçüncü ve orijinal yol” olarak nitelendirmesine karşın sermaye ve emek arasında cereyan eden ezen-ezilen kavgasını “trene bakar” gibi seyretmesi, emeğin ve emekçinin yanında değil, fiilen kapitalizmin safında yer almasıydı. Böylece İslamcılık, “hakikate şahitlik etme iddiası”nı kendi elleriyle geçersiz kılmış oldu.


İlginçtir ki, bugün Türkiyeli İslamcıların bir bölümü -hepsi değil- hâl-i hazırda kendilerini anti-kapitalist olarak tanımlıyor ve bu yönde söylemler geliştirmeye çalışıyorlar. İslamcılara ait birtakım yayın organlarında bu söylemin yansımalarını görmek mümkün. Ayrıca üç-beş ayda bir tüketim kültürünü ve kapitalizmin dönüştürücü etkisini konu alan sempozyumlara ve birtakım anti-kapitalist çıkışlara da rastlanabilir. Ancak ne var ki, bütün bunların gerçekle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Zira İslamcı camiada kapitalizmin ne olduğu tam olarak bilinmiyor. Klasik İslamcı zihin, kapitalizmi salt tüketim kültüründen ibaret zannediyor ve buna şiddetle karşı çıkıyor hepsi bu. Buna karşın İslamcıların hiçbir zaman hiçbir yerde kapitalizmin öngördüğü üretim ilişkisini, mülkiyet anlayışını ve sermayenin doğasını sorguladıkları görülmemiştir. Aksine daha önce de ifade ettiğim gibi (bkz. “Allah, Lenin’e dedi ki…” başlıklı makale) Türkiye İslamcılığı hiçbir zaman anti-kapitalist olmamış, tam tersine sürekli olarak kapitalizmden beslenmiş, bu sayede kurumsallaşmıştır.    


Konunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından basit bir tanımlama yapacak olursak: Kapitalizm, sınırsız ferdi mülkiyet ve teşebbüs hürriyetine dayanan bir piyasa düzenidir. Dolayısıyla sermayeye ve üretim araçlarına (toprak ve makine) sahip olmaya dayanır. Temelde maddeyi esas alan bir sistemdir; herhangi bir anlam arayışı yoktur. İnsan bu sistemde tıpkı toprak ve makine gibi sadece üretimde kullanılan bir unsurdur. Emek mümkün olduğunca ucuza satın alınmalı, kendisinden mümkün mertebe verim elde edilmeli, güçten düşünce de hayatının geri kalanını yarı aç yarı tok idame ettirebilmesine imkân sağlayacak bir ücretle ıskartaya çıkarılmalı, emekli edilmelidir. Dolayısıyla kapitalizm, merhametsiz, vicdansız, ahlaksız bir sistemdir; emek, hak-hukuk, fakir-fukara, garip-gureba, işsiz, aşsız, eşsiz tanımaz. Aksine kitleleri sermayedarların çıkarı için sefalete sürükler ve ezilen kesimleri üretim araçlarını elinde bulunduran mutlu bir azınlığın insafına terk eder.


Dolayısıyla bu sistem, zorunlu olarak hırsızlığı, arsızlığı, yolsuzluğu, kaynak israfını, rekabeti, sömürüyü ve hepsinde de önemlisi sınıf çelişkisini beraberinde getirir. Zira kapitalist sistemde kişi, bütün hesaplarını en yüksek kârı elde etmek üzerine yapar. Bu durumda daha çok üretebilmek için daha çok doğal kaynağa ve iş gücüne (köleye), ürettiğini satabilmek için de sınırsız tüketime ihtiyaç duyar ve piyasaya hâkim olabilmek için rakiplerini saf dışı etmeye çalışır. Üretim araçlarına sahip olmayan, kol gücüne dayalı iş yapan, dolayısıyla emeğini satarak geçinen işçi (köle), sistemin ayakta kalmasını sağlayan en önemli unsurdur. Zira emek asgari şartlarda üretimin yarısını teşkil eder, emek olmadan üretim gerçekleş(e)mez. Bunun yanında sistem tüketiciyi de sömürmek zorundadır. Çünkü ancak arz ve satış fiyatları kontrol altında tutulmak suretiyle tekel oluşturulabilir ve aşırı kâr elde edilebilir.   


Kapitalizmin bir başka yıkıcı sonucu, emperyalizme dönüşme zorunluluğudur. Daha fazla hammadde temin etmek, dolayısıyla enerji havzalarını, petrol ve maden yataklarını kontrol altında tutmak, mamullerini satmak için pazar bulmak, direniş gücünü teşkil eden manevi-ahlaki değerleri yok ederek kendi hayat tarzını ve tüketim kültürünü yerleştirmek için iktisadi, siyasi, askeri, dini ve kültürel açıdan diğerleri aleyhine yayılmak, onlara kendi çıkarları doğrultusunda baskı yapmak, etkide bulunmak mecburiyetindedir; aksi halde ayakta kalamaz.


Peki, İslamcılık bu konulara ilişkin ne söylüyor? Üretim ilişkileri, emek, sermaye, ferdi mülkiyet ve hür teşebbüs hakkında nasıl bir düşünceye sahip? Emeğin ve emekçinin yanında mı, yoksa sermayenin ve sermayedarın yanında mı yer alıyor? “Üçüncü ve orijinal yol” olma iddiasını geçerli kılacak kendine özgü alternatif bir modeli var mı?


Klasik İslamcılığın krizi tam da bu noktada başlıyor. Zira her ne kadar kapitalizmin sonuçlarından sadece biri olan tüketim çılgınlığına karşı çıksa da, Kur’an’ın indiği dönemin sosyal, iktisadi, siyasi ve kültürel şartlarını ve Kerim Kitab’ın nazil olduğu ortamın realitelerini dikkate alarak hüküm verdiğini göz ardı eden, dolayısıyla onun tarihin akışı içerisinde gerçekleştirilmek üzere insanlığa işaret ettiği ulvi ideallerin farkına var(a)mayan klasik yaklaşım, sermayeye, hür teşebbüse, kâr sistemine ve kırkta bir zekâtla sınırlandırılmış sınırsız ferdi mülkiyet hakkına “evet” demek suretiyle kapitalizmin safında yer aldı ve böylelikle patronları, süpermarketleri, çok kazanan şirketleri, hulâsa sınıfsal çelişkiyi, emek hırsızlığını, serbest piyasayı ve çokluk yarışını onayladı. Hal böyle olunca her ne kadar Filistin’de, Afganistan’da, Çeçenistan’da, Irak’ta ve dünyanın diğer bölgelerinde yaşanan işgaller, zulümler ve kıyımlar karşısında sesini yükselterek silahlı direnişe destek verdiyse de temelde düşmanlarıyla hep aynı çizgideydi: Kapitalizm!


Nitekim bugün İslamcı grup ve cemaatlere bakıldığında bunların kendi içlerinde dahi kapitalist ilişki biçimleri geliştirdikleri, sermayeyi önceledikleri, emeğin hakkını vermedikleri ve zengin-fakir arasındaki uçurumu gittikçe derinleştirdikleri görülür. Dolayısıyla klasik İslamcılığın anti-kapitalist görünme çabası, arada bir gelir dağılımındaki adaletsizlikten ve yoksulluktan dem vurması, “liberal piyasa”nın yerine “adil piyasa”yı (yok böyle bir piyasa) önermesi, hepsinden de öte İslami kimlik inşasından, Kur’an neslinden ve Allah merkezli bir yaşam biçiminden söz etmesi, hele ki, “dünyaya meyletmeyin” diyerek ahiretten bahsetmesi, abesle iştigal olmanın ötesinde hiçbir anlam ifade etmiyor.


Sonuç itibariyle İslamcılık bugün keskin bir yol ayrımına gelmiş bulunuyor. Ya emekten yana olacak ya da Allah adına sermayeyi kutsamaya devam edecek. Üçüncü bir seçeneği yok. Zira tarih boyunca süregelen ezen-ezilen kavgasının saflarını modern dünyada sermaye ve emek teşkil ediyor. Üstelik artık hiç kimse “üçüncü ve orijinal yol” yalanını yutmuyor!


Esenlikle…

9 Comments

  1. Kadir
    15 Haziran 2010 at 22:07

    İslamcılar İKTİDAR ARAÇLARINI Laik-Kemalist’lerden alıp kendilerinin elinde durması için…

    Stalinist-Kemalist Türkiye Sol’u ise üretim araçlarını Burjuva’nın elinden alıp Proleteryaya vermek için…

    İslam ve Sosyalizm adına mücadele ederlerken İslamcı’ların gözden kaçırdıkları İktidar araçlarındali el değiştirmenin zulmü durdurmak anlamına gelmediği/ Sol’un gözden kaçırdığı ise Üretim araçlarını ezilenlere vermenin ise İnsanı Üretim araçları karşısında “şey”leştirmeye(yabancılaşma)ve DOĞA’yı ve canlıları yağmalamayı durdurmadığıdır…

    İslam insanı Ekolojinin HALİFESİ kılmışken,Hümanizma insanı Ekolojinin Tanrısı haline getirdi.

    Tevhid ve adalet anlayışının Atilla abimizin de dile getirdiği üzere yeryüzündeki ZULÜMLER karşısında EZİLENLERİN birleşmesi ve Yeryüzünün Bütünlüğünü İnsanın Bütünlüğü ile bir arada ele alıp Tabiat’a, İnsan’a ve Emeğe yabancılaşmadan doğru bir mücadele vermek..

    Yüreğine diline sağlık babacan.

  2. Seçkiner Özden
    16 Haziran 2010 at 18:13

    KAPİTALİSTİN FENDİ
    Önceleri fabrikada çalışan işçinin işine ve işyerine uyumu, moral durumu, mutluluğu gibi durumları; işini, işyerini ve çalışma arkadaşlarını sevmesi, vatana, millete ve insanlığa katkısı gibi konularla ilişkilendirilirken, sonraları tamamen ürettiği miktarla ilişkilendirlmeye başlandı ve öyle devam ediyor. Yani: ne kadar çok üretirsen, o kadar çok mutlu olursun.
    Daha fazla mutlu olmak ve bir kaç kuruş daha fazla prim almak umuduyla bizzat işçi emeğiyle kapitalizm işte böyle besleniyor. Ya da sömürü kanallarından birisi bu.
    Bu yazıyı okuyan her Müslüman, bundan sonra, “ÇALIŞANIN PATRONUNDAN HAKLARINI İSTEMESİ, BU YÖNDE MÜCADELE ETMESİ, EKMEK KAPISINA NANKÖRLÜK DEĞİLDİR.” diye haykırmalıdır.
    Teşekkürler Atilla bey…

  3. yavuz
    17 Haziran 2010 at 07:09

    3. Yolu söyleyeyim mi. Asgari ücret veren müsiadcı patron. fabrikasında mescid var ama ekmek yok. İşçiye köle ahlakı+asgari ücret+ ücretsiz mesai + piyasa ve MESCİD; patrona Efendilik+cuma namazı+zenginlik ve şatafat.
    İşçiler Allah’a dua Edecek Yakında; “patronumuz yahudi yada ermeni olsun” diye.
    İnanmazsanız piyasa araştırmaısı yapınız yahudi ve ermeni patronlar dindar patronlardan daha yüksek ücret veriyorlar.Üçüncü yol bir kandırmaca. çünkü doğru APAÇIK ortada duruyor.

  4. Salih Can
    17 Haziran 2010 at 16:48

    Yahu ağalar, dilinize pelesenk etmiş gidiyorsunuİslamcılık ta, İslamcılık!!! Sizde bir kaç yıl öncesine kadar İslamcı değil miydiniz? Ya da değildiniz de sizleri birileri öyle mi değerlendiriyordu? ya da hakikaten İslamcı idiniz de bir kerametle İslamcı kimliğinizi aştınız mı?! Diyelim ki İslamcılığı aştınız, birşeyler oldunuz o birşeyler olduğunuz şeyi hakikaten haklı bir sancıya binaen yıllar yılı etüd edip te mi buldunuz? Buldu ise ananızın ak sütü gibi helal ve hoş olsun! Yok eğer ‘geçerken pazarda buldum, hoşlandım, bulduğum şey kabulümdür!’ diyor iseneniz; bu bulduğunuz şey sizin üzerinizde kaç ay, kaç yıl kalacaktır? Cidden merak konusu! Zira bir din, düşünce ve kulvar değiştirmek öyle kolay birşet değil. Bilakis onlarca yılın kahrını ve sabrını gerektirir!!!
    Birde kspitalist, mapitalist adamları getirip İslamcı yapıyorsunuz ya! Helal olsun sizlere! Bu yargıya nasıl varıyorsunuz; doğru okumalarınız mı, yoksa parça doğruları da azçok içeren yanlış ve yanlış okumalarınız mı sizleri kanaat sahibi yapıyor? Sizleri özgür bırakarak vicdanınızın sesini duymanızı isterim. Daha sonra ise k@r sizin, kararda sizindir. Bu kısacık yorumda kalkıp İslamcılık konusunu sizlere anlatmam belli ki haddi aşmak olur sanırım; zira sizlerde o kulvarlardan geçmişsinizdir herhalde!
    Birde İslamcılığı varolabilecek zaaflarıyla birlikte değerlendirirken onu dar kalıplar içerisine sokup, ya da öyle görüp ‘didarlık’la eş değer görüp onu ezmeye çalışmak pek te hakkaniyetli olmasa gerek! Zira İslamcılık kendine ait belli bir özgünlüğü içerdiği gibi, dindarlık ise adına uygun olacak şekilde adı ne olursa olsun temelinde bal gibi ifsad olan herhangi bir sisteme göre Müslümanın kendini tanzim etmesi demek değil midir? Eper böyle ise İslamcılığı dindarlıkla eşdeğer görmek ne kadar sağlıklıdır. Yok ise eğer; bu yanlışı daha ne kadar zaman zarfında sürdürmeyi düşünüyorsunuz? O var oldununa inanmak istediğimniz vicdanınıza seslenmek gerek!

  5. rabia
    17 Haziran 2010 at 19:31

    sizin de gündeminiz deolmayan pekçok sorun var ki
    aslında bunlar Türkiyeli müslümanların asıl sorununu teşkil ediyor
    Anadoluda müthiş bir kimlik kaybolması var
    yeni nesil Musa nın kırk yıl çöle mahkum olup
    sersem sersem dolaşan kavmi gibi…
    halk devletin ve modern hayatın dayatmalarına karşı yelken indirmiş durumda…
    mesela eğitim sistemini yazın…
    imanın şartı haline gelen üniversite sınavını…
    ilahlaştırılan rızkın garantisi devlet kapısını…
    müslümanın çocuğunu gönderecek bir tek okulu bile olmadığını…
    kız çocuklarını tağuta boyun eğdirmemek adına okuldan almak zorunda olan anaların acısını…
    sinen,pasifleşen,tefrikalarla birbiriyle didişirken hergeçen gün yeni bir ilaha boyun eğme eşiğine gelen islamcıları yazın…onları kapitalizmden daha çok zillete düşüren bu
    uykularından uyandırın..

  6. Salih Can
    18 Haziran 2010 at 09:10

    Rabia hanım belli ki dertli bir kardeşimiz ve ondan dolayı da esas yazılması gereken, ama yazılıp çizilmeyen konuların yazılmasını talep ediyor. Haklıdır da! Birde ‘hergün yeni bir ilaha boyun eğen İslamcılar’ vurgudu yapıyor. Bunu biraz açarsa daha hayırlı olur değil mi?! O ilahlara boyun eğdiğini söyldiği kitle hakikaten İslamcılar mı, yoksa dünden bugüne Kemalist oligarşi karşısında sinik durumda kalmış, ona bir şeyler söyleyememiş ve daha sonra da bu sinikliğini muhafazakar iktidarlar döneminde müdahanedi/yağcı bir mantıkla içselleştiren kitle mi; bu konu izaha muhtaç! Rabia kardeş sağlıklı kaynaklardan hem muhafazakarlık ve hem de İslamcılıkla ilgili belge ve bilgileri tutarlı bir şekilde etüd ederse daha hayırlı ve sağlıklı sonuçlara varır. Varaması içten bile değilidir! Yine hatırlatalım İslamcılık bir yol ve yöntem olarak bu ülkede ciddi bir şekilde 30-35 yıllık bir geçmişe sahip ve yeni yeni insanlar tarafından algılanmaya çalışılıyor. Özellikle de son 10-15 yıldır İslamcılar; Kürt sorunu’ndan, askeri vesayet sorununa; başörtüsü zulmünden, İslami bşir kimliği izhar etme sıkıntısına kadar bir yığın konuyu ülke gündemine taşııdı. Bunu görrmek, görebilmek gerek! Eğer rabia kardeş sinikliği kendince politik bir durum olarak algılayan kitleyi İslamcı olarak algılıyorsa, birazcık algı sorunu vardır diyebiliiriz! İslamcılığın ve ve o kitlenin zaafları olsa da şimdilik kaydıyla tek umut durumundadır. ‘Niye?’ derseniz; geçmişte mangalda kül bırakmayan bazı İslamcıların şu an muhafazakar olmaları ve ayrıca da bir kısmının da Kemalist yapıyla zımmen de olsa barışık olmaları haliyle İslamcılığı bir umut olarak ‘şimdilik’ kaydıyla ortaya koymaktadır. Bu çizigiye karşı çıkanlar sağlıklı bir yol ve yöntem ortaya koyabilseler ‘amenna’ diyeceğiz ama yine ‘şimdilik’ kaydıyla böyle bir şey henüz yok, ufukta da görünmüyor! Halkın var olan sorunlarına ‘bu beni yakar, bu beni sıkar!’ diye yaklaşım sergile(ye)meden ülkenin her sorununu -bazı sorunlar hariç tabii ki!- İslamıları hırpalama üzerinden dillendirmek pek te ahlaki olmasa gerek! Askeri vesayet sorunuda yoksan, Kürt sorununun çözümü Emek sorunu diyorsan; İslamcı cenahta sermaye sahibi, kapital imanına sahip, onu İslam’a rağmen içselleştirip pratiğe deken kaç kili var!!! Var olan zaten Müslüman değildir! Kafa karışıklığını giderilebildiği yeni ufuklara yelken açabilmek için selamlar!

  7. Atilla Morçol
    18 Haziran 2010 at 13:14

    İslam’ın kendine özgü sosyo ekonomik yapısı vardır ve bu eşitlik ve adaleti (Kıst) esas alır. Allah Yoksul, mahrum ve mazlum Halkın yanındadır. Zengin Müslümanları da mahrum ve mustazafların yanında yer alarak iman iddiasındaki sadakate davet eder.İslamın sosyo ekonomik yapısı; israfın haramlığı (Allah müsrifleri sevmez) biriktirmenin haramlılığı, ihtiyaç fazlasının infakı temelinde yükselir. Bu üçüde mülkiyetle alakalıdır.Mülkiyet anlayışı anlaşılmadan İslamın ne istediği anlaşılmaz. İsrafın, infakın (Bakara 219) ve biriktirme (Kenz; tevbe 34-35) nin göz ardı edilmesi ile, İslam Sosyo Ekonomik Yapısından eser kalmadı! Bu gün müslüman ülkelerin ve şehirlerin pazarlarında kapitalizmin egemen olması, hemde Batıdaki uygulamasından daha vahşi ve ahlaksız tarzının hüküm sürmesi; Kapitalist mülkiyet (Ki islam bunu cahiliye olarak adlandırır) anlayışının Müslüman zihninde egemen olmasındandır. Kırkta bir zekat verilmesi, sadaka ve yardım olgusu bunu değiştirmiyor. İslam’ın Sosyo Ekonomik Yapısı Rasulullah’tan sonra giderek özgünlüğü yalan yanlış rivayet ve anlayışlarla tahrib edilmiştir. Evet üçüncü bir yol yoktur!Ancak Yolun biri; Allah’ın Vahiyle çizdiği yoldur. Diğeri şeytanın ve bağlılarının kapitalizm,sosyalizm adı altında ortaya attığı sömürü ve istismara dayalı cahiliyedir.

  8. hasan çınar
    18 Haziran 2010 at 17:57

    allaha teslim olanlar için hayat imtihandır,islam yeşilay,kızılay davası değildir.öncelikle zanginlerden alıp yoksullara vermeliyiz davasıda değildir.islamı yaşayacak olanlar bu tip hesaplarla uğraşmazlar.hayatın tamamı allah içinse ambargo,açlık,işkence hepsi mümkün firavnlara,nemrudlara,ebu cehillere boyun eğenler sosyal haklardan dem vurunca varsın söylemleri islam ola dursun bu sadece aldanıştır.allahtan korkan geleceğini düşünen herkes bilmeliki hayat yaşanılan andan ibarettir.dünya mümin için nasıl haklarımı alabilirim yeri değil nasıl hakkın rızası üzere kalabilirim yeridir.selam üzerinize olsun.

  9. cüneyt taşoğlu
    19 Eylül 2010 at 12:35

    üçüncü bir olgu var bana göre atilla bey. belki bu olgu ayrı değil diğerlerinden biraz farklıdır. sermaye sahibi mumın olan bi kac kişinin yapabıleceği ve örnek bir modelin yaratılmasına dayanır. allah ın izni ile bunu basaragım insallah. oda şu emeğin hakkını tam vermek. bu baslı basına bi devrimdir. sermaye emek üzerinden emke den fazla para kazanmaması üzerine dayanır bu dediğim model. eger ben işverensem ve gerçekden emek verıp bana para kazandırandan ben cok fazla kazanmamalıyım. buna allah razı olmaz olay bu.

Yorumunuzu bırakın


ZAMAN AKIŞI

Tem 11 14:19
Arkasayfa

Süreç ve ulusun yeniden inşası

Tem 11 10:17
Arkasayfa

Yetkili ve sorumsuz

Tem 11 10:08
Arkasayfa

Bütçe her zaman siyasi tercihlerle hazırlanır

Tem 10 12:03
Arkasayfa

Siyaset mühendisliğinde yeni aşama

Tem 10 11:21
Arkasayfa

Sanal gerçeklik

Tem 10 09:39
Arkasayfa

Mama çetesi SGK’yi soymuş

Tem 10 09:34
Arkasayfa

Ülkede tüm taşlar yerinden oynadı, sarsıntı büyük: Finali gören Saray korkuyor

Tem 10 09:26
Ekonomi

Doğruyla kavga etmemek yanlış mı?

Tem 9 14:36
Ekonomi

İhtiyarlara yer yok

Tem 9 14:27
Ekonomi

İşçisiz hiçbir şey güzel olmayacak!

Tem 9 14:20
Ekonomi

Motorine zam geldi

Tem 9 14:10
Gündem

Gazeteci Hikmet Çetinkaya son yolculuğuna uğurlandı

Tem 9 09:43
Ekonomi

Siyaset ekonomik yıkımı hızlandırıyor

Tem 9 07:04
Arkasayfa

Sosyal Medyanın Gerçek Hayatta Bir Karşılığı Yok

Tem 9 06:31
Arkasayfa

Doğu’nun Uyanışı ve Batı’nın Korkusu

Tem 8 12:10
Kültür & Sanat

Caretta caretta müzesine yoğun ilgi

Tem 8 12:04
Gündem

Brezilya’da halkçı referandum örneği

Tem 8 11:36
Arkasayfa

“Satın alıyorum, öyleyse varım…”

Tem 8 11:33
Arkasayfa

Demokratik yoksunluk

Tem 7 12:26
Arkasayfa

Ölmek ya da ölmemek

Tem 7 12:23
Bilim & Teknoloji

Twitter’ın kurucusundan WhatsApp ve Telegram’a rakip: Bitchat!

Tem 7 12:21
Arkasayfa

Söyleyin Timur haksız mı?

Tem 7 11:59
Gündem

İmralı heyetinden Öcalan ile görüşme sonrası açıklama: ‘Öcalan sürecin yeni bir aşamaya geçtiğini vurguladı’

Tem 7 11:43
Ekonomi

Van’da semt pazarları krizde: “Veresiye defterlerinde boş sayfa kalmadı”

Tem 7 11:27
Arkasayfa

Aliyev ile Paşinyan’ın Zelenskileşme sendromu ve fırsattan tuzağa Zengezur

Tem 7 10:39
Arkasayfa

“Demokrasi kalsın şimdilik; savunma işi acil”

Tem 7 10:13
Arkasayfa

Tornavida

Tem 7 09:21
Arkasayfa

Aslolan LeMan’daki karikatürün son karesi

Tem 6 12:30
Ekonomi

Merkez bankalarında “gevşeme” hızlandı

Tem 6 12:13
Ekonomi

İstanbul, kira artış oranında dünyanın zirvesine yerleşti! İşte kirası en yüksek şehirler…