Birtakım seçenekler arasından hangisinin insan olduğunu saptamak oldukça kolaydır. İki ayaklı, kürksüz, gözakı belirgin, çenesi kısa, elleri kullanışlı, yağ dokuları çıkıntılı, beyni iri olan seçenek insandır. Ne var ki bizi insan kılanın ne olduğunu açıklamak, neyin insan olduğunu saptamaktan çok daha zordur.
Bu zorluğun bir sebebi, saydığımız morfolojik karakteristiklerin hiçbirinin insana özgü olmamasıdır. Örneğin, horozlar da iki ayaklı ve filler de iri beyinlidir fakat ikisi de su götürmeyecek şekilde insan değildir. Diğer bir sebep de bu sorunun kültürel anlayış ve beklentilere tabi olmasıdır. Öyle ki kültürel anlayışlar bu soruyu yanıtlayan kişiyi kendi toplumunun terim ve temalarınca bir cevaba iterken kültürel beklentiler de kişiyi onu varoluşsal açıdan en çok tatmin ve teskin edecek cevaba yönlendirir. Örneğin; özgür iradeyi vurgulayan kültürlerde yetişmiş bireylerin insanın zekasını, namusu vurgulayan kültürlerde yetişmiş bireylerin de insanın toplumsallığını daha çok göz önünde bulundurması muhtemeldir.
İlginçtir ki, insanın ayrıksılığı üzerine pek çok düşünür ve önderin açıklamaları yüksek ses getirmişse de antropologların açıklamalarına pek az kulak verilmiştir. Bundan ötürü Calagno ve Fuentes, alanında tanınmış 13 antropologdan bizi insan kılanın ne olduğunu 800 kelimede açıklamalarını istediler. Diğerlerine de bu sorunun yöneltildiğinden haberi olmayan antopologlar soruyu arkeoloji, davranışsal ekoloji, genetik, sinirsel antropoloji, paleoantropoloji ve primatoloji gibi farklı disiplinlerin bakış açılarından ele aldılar. Yanıtlar türümüzün benzersiz olmayan ama oldukça belirleyici dört nicel ve dört nitel özelliğini bir araya getirdi.[1]
Nicel Ayrıksılıklarımız
Eşduyum, başka bireylerin zihinlerinden geçenleri anlayabilme yetisidir. Seyfarth ve Cheney’e göre bu yeti insanların diğer türlere göre daha başarılı oldukları başlıca özellikler arasında yer alır. Örneğin, masada duran kahveye doğru uzandığınızda evcil kuşunuz kahveye uzandığınızı gözlemleyebilir fakat kahveyi istediğinizi düşünmez. Bunun sebebi “uzanmak” eyleminin uzamsal, “istemek” eyleminin zihinsel birer olgu olmasıdır. Fakat bu insan harici türlerin eşduyum yetilerinin hiç olmadığını göstermez. Örneğin, insan dışı primatlar da tıpkı insan çocukları gibi başkalarının isteklerini ve olası ardıl davranışlarını öngörebilir, ancak bu yetkinlikleri insanlarınki kadar karmaşık değildir.[2]
Seyfarth ve Cheney’e göre insanların bir diğer ayırıcı yönleriyse sesletim (İng: “Vocal Production”) yetisidir. Aslına bakılırsa, öğrenilebilir ve değiştirilebilir sesli iletişim türler arasında yalnızca bazı kuş ve memelilerde mevcuttur.[3]
Sesli iletişim kuran memeliler arasında yer alan insanın gırtlağıysa diğer memelilerin gırtlaklarına kıyasla oldukça alçak bir konumdadır. Bu durum, ağızda dilin rahatça hareket edebileceği genişlikte bir boşluk bırakır. Böylelikle gırtlakta üretilen ses ağızda dil aracılığıyla geniş bir yelpazede şekillenebilir.[4]
İnsanların gırtlak, dil, damak, dudak gibi yapılardan meydana gelen ses aygıtı; 800’den fazla birim ses çıkarabilir ve dillerin birim ses sayıları 100’ü aşabilir. Oysaki yakın kuzenlerimizin oldukça sınırlı bir sesletim repertuvarı vardır. Örneğin şempanzeler uzun eğitimlerden geçseler bile bizim kolaylıkla çıkardığımız bu sesler arasından dört beş taneden fazlasını çıkaramazlar.
Yansıtım (İng. “Imitation”), başka bireylerin tutum ve davranışlarını yineleyebilme yetisidir. Cartmill ve Brown’a göre bu yeti insanların diğer türlere göre başarılı oldukları başlıca yönler arasında yer alır. Papağangiller, kargagiller ve deniz memelileri taklit yetenekleriyle insana nispeten benzerlik gösterirler fakat insan harici kara memelileri bu konuda pek yetenekli değildir.
Yansıtım yetisi dil, sanat ve kültürün hemen hemen her bağlamında temel bir yer kaplar. Bunun sebebi öğrenmenin ve alıştırmanın yansıtım yetisiyle derinden ilişkili olmasıdır. Örneğin, bebeklerin konuşma öncesi çıkardıkları sesler bir yansıtım davranışıdır ve dil edinimi için gereklidir. Alet kullanımı, sözlü gelenekler, cinsiyet rolleri ve tapınma gibi kültürel davranışlar da bu yetinin kullanımını gerektirir.
Cartmill ve Brown’a göre insanların bir diğer başlıca ayırtıcı özelliği de izdüşüm (İng: “Projection”) yetisidir. İzdüşüm; olay, olgu, ortam ve nesneleri başka bireylerin bakış açılarından görebilmektir. Örneğin, aşçılar müşterilerinin ne gibi tatlardan hoşlanacağını bildiği gibi tadımcı da aşçının müşterilerinin ne gibi tatlardan hoşlanacağını bildiğini bilir; üstelik aşçı tadımcının bu bilgisinin de bilincindedir. Bu şekilde arkadaşlarımızın, düşmanlarımızın, yırtıcıların ve avların dünyayı nasıl anladıklarını aklımızda canlandırabilmenin sağkalım avantajı çok yüksektir. Bu yeti bize aynı zamanda merhamet, acımasızlık, inanç ve haset gibi tutumları da sağlar. Eşlerimizi seçerken, niyet okurken, empati kurarken ve dedikodu yaparken izdüşüm yetimizi kullanırız.
Nicel Ayrıksılıklarımız
Ateşin pişirme amaçlı kullanımıyla sindirimin kolaylaştığı, bundan ötürü bağırsaklarımızın küçüldüğü ve bu sayede sindirimden artakalan enerjinin beyni besleyerek büyümesine katkıda bulunduğu düşünülür. Ne de olsa beynimiz vücut kütlemizin sadece %2’sini oluştururken vücut enerjimizin %20’sini tüketir. Bu varsayım Maliyetli Doku Hipotezi (İng: “Expensive-Tissue Hypothesis”) olarak bilinir.[5]
İlaveten, primatların sosyal sistemlerinin diğer canlıların sosyal sistemlerine kıyasla daha karmaşık olduğu gözlemlenir. İnsanlarda bu karmaşıklığın zaman içerisinde daha da artmasının daha geniş bir bilgi işlem kapasitesi gerektirmiş olduğu düşünülür. İnsan beyninin bu ihtiyacı karşılayacak şekilde gelişim gösterdiği varsayılır. Bu varsayımsa Sosyal Beyin Hipotezi (İng: “Social Brain Hypothesis”) olarak bilinir.[6]
Beynimizin bu sosyal donanımı bize başka türlerde gözlemlenmeyen bir sosyallik türü sağlar. İnsan bireyleri toplumun çıkarlarını gözeten, özgecil davranışlarda bulunabilirler. Toplumcu davranış (İng: “Prosocial behavior”) olarak bilinen bu özellik Cartmill ve Brown’a göre insanın ayrıksı yönlerindendir. İnsanların özgeciliği yemek ikramı gibi davranışlarda bebeklik çağından itibaren gözlemlenebilir.
Buna rağmen toplumcu davranış sürü davranışıyla karıştırılmamalıdır. Bir sürünün üyeleri kendi kişisel çıkarları için iş birliği içinde bulunurlarken toplumcu davranışta üyeler bağlı oldukları grubun sağkalımını gözetirler.
Toplumcu davranışın bir örneği de insan doğumunda gözlemlenir. İnsan doğumu şaşırtıcı derecede zahmetlidir ve hem anne hem de bebek için oldukça tehlikelidir. Bu duruma geleneksel olarak uyluk kemiklerimizin eğikliği ve kafatasımızın genişliği sebep gösterilir. Uyluk kemiklerimiz leğen kemiğimize dar bir açıda eklemlenir ve dolayısıyla dizlerimizi birbirlerine yaklaştıracak şekilde eğiktir. Bu eğiklik insan harici primatlarda mevcut değildir ve insanlara iki ayaklılığın getirdiği bir adaptasyondur. Bu adaptasyonun doğum kanalının girişini daraltarak bebeğin rahimden çıkışını meşakkatli bir süreç haline getirdiği düşünülür. İlaveten, irileşen beynimizin kafatasımızı büyüterek bebeğin rahimden çıkışını daha da zorlaştırdığı düşünülür.
Bu nedenlerle doğum insanlarda o kadar sancılı ve karmaşık bir hal almıştır ki doğum esnasında başka bireylerin duygusal ve tıbbi destekte bulunması mecburidir. Bununla birlikte, insandan başka doğum esnasında başka bireylerin yardımını gerektiren bir tür bilinmemektedir. Bu tuhaf handikabımız ebe zorunluluğu (İng: “obligate midwifery”) olarak bilinir ve Rosenberg’e göre insanın en ayırtıcı yönlerindendir.
İnsan bebeklerinin rahimden çıkışlarının zorluğunun insanlarda gebelik süresini kısalttığı düşünülür. Bebeklerin daha erken safhalarda doğumunun ise onları iyice bakıma muhtaç durumda bıraktığı, bu yüzden de başka bireylerin çocukların yetiştirilmesi için yardımda bulunması gerektiği varsayılır. Bu varsayım İşbirlikçi Yetiştirim Hipotezi (İng: “Cooperative Breeding Hypothesis”) olarak adlandırılır.[7], [8]
Böylelikle, Hrdy’ye göre önemli bir ayrıksılığımız yardımcı ebeveynliktir (İng: “Alloparenting”). Aslına bakılırsa yardımcı ebeveynliğin çok kısıtlı biçimleri, insan harici primatlar arasında gözlemlenir. Ayrıca yardımcı ebeveynliğin atalarımızın savanna iklimindeki sağkalımı için özel bir önemi olduğu düşünülür.[9]
Hrdy’ye göre bu yetimiz 1.8 milyon yıldan beri uzamakta olan erginleşme süremiz ve büyüyen beynimizin de etkisiyle gelişmektedir. Hawkes ise bir tür yardımcı ebeveynlik olan “büyükanneliği” vurgular. Torunlarıyla daha yoğun ilgilenen büyükannelerin torunlarının daha sıklıkla yetişkinlik çağına ulaşabildiği varsayılır.
Toplumcu davranışa gücünü veren temel bir etmense simgesel davranıştır (İng: “Symbolic behaviour”) ve Sussman’a göre en ayırıcı niteliğimizdir. Simgesel davranış, mevcut bulunmayan şeyleri mevcut bulunan şeylerle çağrıştırmaktır. Bulunulan ortamda bulunmayan gerçek ve hayali varlıklardan, geçmişten ve gelecekten bahsetme gibi bir sürü davranışımız başta dil olmak üzere sembolik iletişime dayalıdır.
Konuşma ve alet kullanımında görev alan bilişsel mekanizmalar ve kortikal ağların benzerliğine dayanarak konuşma ve alet kullanımı arasında bir birlikte evrim ilişkisi olduğu düşünülür. Buna istinaden, dilin ortaya çıkışında önemli bir motivasyonun alet öğretimi olduğu varsayılır. Bu varsayım Teknolojik Dil Hipotezi (İng: “Technological Language Hypothesis”) olarak bilinir.[10]
Bu hipotezin bir diğer versiyonu da alet kullanımının elleri meşgul ederek işaret dilinden konuşma diline geçilmesine sebep olduğu şeklindedir.[11]
Genel olarak dil, alet öğretimiyle birlikte kültürel aktarımın belkemiğidir.[12] Stiner ve Kuhn’a göre simgesel davranışlar arasından spesifik olarak dil yollu kültür aktarımı en ayırıcı özelliğimizdir. Birçok insan harici sosyal memeli ve kuş, bilgi gelenekleri oluşturur ancak onları dil yoluyla nesilden nesle aktarmaz. İnsanlarsa yalnız bunu yapmakla kalmayıp dil yoluyla masal, efsane, kimlik ve tapınma gibi inançsal gelenekleri de üretebilir ve aktarabilirler.
Bilimsel Bir Olgudansa Platonik Bir Ülküden Bahsediyor Olabilir miyiz?
Daha önce belirttiğimiz gibi neyin insan olduğunu saptamak, bizi neyin insan kıldığını açıklamaktan çok daha kolaydır. Saptama söz konusu olduğunda morfoloji ve genler incelenir. Morfolojimizde iki ayaklılık, ellerimizin kullanışlılığı ve eşey ayrılığı gibi özelliklerimizi belirleyen çeşitli eklentiler bulunur. Genlerimizde de iskelet yapımız, beslenimsel repertuvarımız ve hastalıklara savunmasızlığımız gibi özelliklerimizi etkileyen çeşitli mutasyonlar bulunur.[1]
Ne var ki, bunlar da tıpkı morfolojik karakteristiklerimiz gibi saptayıcı olsa da açıklayıcı değildir. Üstelik, şempanze ve insan genomu %99 aynıdır ve en yakın ortak atalarından beri yaklaşık olarak aynı miktarda değişim göstermişlerdir.[13]
Bundan dolayı, Pollard’a göre genetik bakımdan türümüzü diğerlerinden ayıran bir durum yoktur. İnsanı insan yapanın ne olduğu konusundaysa sindirim, doğum, beyin ve iskelet gibi biyolojik olgularla pişirme, ebelik, ebeveynlik ve söylence gibi kültürel olgular incelenir. Böylelikle insanın biyokültürel doğası, antropolojinin başlıca temaları arasına girer. Ne var ki bu yaklaşım bizi neyin insan kıldığı hususunda çok tatmin edici bulunmayabilir. Buna istinaden; Rosenberg’in ve Weiss’ın işaret ettiği üzere insanı tek bir özelliğe indirgemeye çalışmak, bilimsel geçerliliği olmayan Platonik bir ülkü olabilir.
- ^ a b J. M. Calcagno, et al. (2012). What Makes Us Human? Answers From Evolutionary Anthropology. Wiley, sf: 182-194. doi: 10.1002/evan.21328. | Arşiv Bağlantısı
- ^ D. L. Cheney, et al. (2007). Baboon Metaphysics. Yayınevi: University of Chicago Press.
- ^ R. M. Seyfarth, et al. (2010). Production, Usage, And Comprehension In Animal Vocalizations. Brain and Language, sf: 92-100. doi: 10.1016/j.bandl.2009.10.003. | Arşiv Bağlantısı
- ^ P. H. Lieberman, et al. (2006). Vocal Tract Limitations On The Vowel Repertoires Of Rhesus Monkey And Other Nonhuman Primates. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 1185-1187. doi: 10.1126/science.164.3884.1185. | Arşiv Bağlantısı
- ^ L. C. Aiello, et al. (2002). The Expensive-Tissue Hypothesis: The Brain And The Digestive System In Human And Primate Evolution. University of Chicago Press, sf: 199-221. doi: 10.1086/204350. | Arşiv Bağlantısı
- ^ R. I. M. Dunbar. (1998). The Social Brain Hypothesis. Evolutionary Anthropology: Issues, News, and Reviews. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. H. Wolpoff. (1999). Paleoanthropology. Yayınevi: McGraw-Hill Humanities, Social Sciences & World Languages.
- ^ J. M. Burkart, et al. (2009). Cooperative Breeding And Human Cognitive Evolution. Wiley, sf: 175-186. doi: 10.1002/evan.20222. | Arşiv Bağlantısı
- ^ S. B. Hrdy. (2009). Mothers And Others: The Evolutionary Origins Of Mutual Understanding. Yayınevi: Harvard University.
- ^ D. Stout, et al. (2011). Stone Tools, Language And The Brain In Human Evolution. The Royal Society, sf: 75-87. doi: 10.1098/rstb.2011.0099. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. C. Corballis. (2009). The Evolution Of Language. Wiley, sf: 19-43. doi: 10.1111/j.1749-6632.2009.04423.x. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. C. Corballis. (2002). From Hand To Mouth: The Origins Of Language. Yayınevi: Princeton University Press.
- ^ Nature. (2005). Initial Sequence Of The Chimpanzee Genome And Comparison With The Human Genome. Nature, sf: 69-87. doi: 10.1038/nature04072. | Arşiv Bağlantısı