Gerçek insanların heykelleri niye dikilir?
Kim olduklarından ziyade ne yaptıklarını hatırlamak, hatırlatmak için dikilir.
Kamusal alanlarda bulunan tüm tarihi figürlerin heykelleri o kişinin yaptıklarının toplum tarafından onaylandığının sessiz sedasız bir işaretidir.
Bazı heykeller bizzat gücü elinde tutan kişi tarafından kendi döneminde diktirilir. Kimse de o zaman haliyle ses çıkaramaz.
Ancak o devir geçmiş ve hala heykel yerindeyse bu, o toplumun gerekli sorgulamayı yapmadan ve yanlışlarla hayatına devam ettiği anlamına gelir.
Politik figürlerin heykellerine sadece tarihin bir parçası ve estetik bir anıt olarak bakamayız. Bu türde heykeller sanatsal değerlerinden ayrı olarak değerlendirilmek zorunda. Çünkü heykel ihtişamlı ve onore edici bir anıt.
Kamusal alanda yer alan heykellerin muhakkak doğru şekilde sorgulanması gerekir. Bu yapılmadan ayakta kalmasına müsade edilirse yapılan yanlışlar yapanların yanına kar kalır ve gelecekteki güç sahiplerine çok yanlış bir mesaj verilmiş olur. Zira heykelleri dikmek kolay yıkmak çok zordur.
Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan Goerge Floyd olayı sonrası protestocular öfkelerini -sömürge ve katliamlarla dolu geçmişlerine rağmen- heykellerle onurlandırılmış figürlere yöneltti.
Batı bu tür heykellere ilişkin uzun süredir var olan talepleri görmezden geliyordu. Sonuçta talebin yerini aksiyon aldı ve başta İngiltere ve ABD olmak üzere çeşitli ülkelerde köle tüccarlığı yapmış kişilerin heykelleri halk tarafından devrilmeye başlandı.
Bazıları buna gerek kalmadan yetkililerce kaldırıldı.
Bu videoda bu tarihi figürlerden birinden bahsedeceğim. ‘İnsanlığa karşı işlenen suç’ tabirinin tarihte ilk kez kullanılmasına neden olan, ölümüne ve ızdırabına sebep olduğu insan sayısı ile Hitler’i gölgede bırakan Belçika Kralı II. Leopold.
Bugün Almanya’nın tüm büyük şehirlerinde hala Hitler’in heykellerinin durduğunu hayal edin. Hatta bazılarının altın kaplama olduğunu düşünün.
Düşünmesi bile zor değil mi?
Ama söz konusu II.Leopold olunca Belçika’daki durum aynen bu.
Aklınızdan geçeni biliyorum:
Bir dakika kardeşim. Hitler’den beter diyorsun. Madem böyle bir adam var niye bir dünya literatür görmedik şimdiye kadar hakkında?
Önce II.Leopold’ü ve Kongo’da olanları anlatayım sonra da neden o kadar bilinir olmadığını izah edeceğim.
Avrupa tarihinin muhtemelen en büyük sümenaltı hikayesini dinlemeye hazır mısınız?
********
Belçika 1830’da bağımsızlığını alıyor ve ilk Belçika Kralı I.Leopold 1865’te ölüyor. Yerine ailesinden sevgi görmemiş, eşinde aşkı bulmamış, hiç çocuğu olmamış ve kendisini daha zengin etmekten başka bir arzusu olmayan hırslı oğlu II.Leopold geliyor.
Dikkat ettiyseniz “kendisini zenginleştirmek” dedim çünkü II.Leopold ülkesi adına değil tamamen kendi hesabına Kongo’da sömürgecilik yapmış biri.
Bir defasında II. Leopold Alman Kayzeri II.Wilhelm’e “Biz bugünün krallarına paradan başka ne kaldı?” diye sorduğu Wilhelm’in hatıralarında aktarılıyor.
Kongo 1879’dan 1908 yılına kadar II.Leopold’ün şahsi mülkü olarak kullanıldı. Yani Leopold’ün sarayının bahçesi neyse Kongo da oydu. Oradan gelen tüm kar devlet hazinesine değil kendi kişisel hazinesine akıtıldı.
Belçika o dönem de anayasal bir monarşi idi ve Kralın pozisyonu sembolik yetkileri kısıtlı idi. Buna rağmen Leopold yaptıklarına dair ülkesinin başka hiçbir kurumuyla hiçbir seviyede bilgi paylaşmadı.
Belçikalı Katolik Misyoner Organizasyonları da uzun süre Kongo’ya sokulmadı ki olup bitenler ortaya çıkmasın. Aynı şekilde Belçikalı gazeteciler de gidemedi.
Kongo ancak 1908 yılında Leopold’ün elinden çıktı ve Belçika’nın sömürge toprağı olarak kaydedildi.
Bunun yanında Leopold’ün sahiplik noktasında küçük ortakları vardı. Bunlar Amerikalı bazı zengin senatörlerdi.
Peki diğer büyük güçler Belçika gibi yeni kurulmuş küçücük bir ülkenin neden koca Kongo’yu sömürge almasına müsade etti?
Leopold iyi bir pazarlamacıydı. İşin başında maddi hırslarından hiç bahsetmedi. “Hristiyanlığı götüreceğim” dedi, “medeniyet götüreceğim” dedi, “babamın en büyük arzusuydu” dedi, “Ticaretimiz artsın istiyorsanız burayı da biz alalım” dedi vs vs.
Bu arada babası I. Leopold, Belçika’nın bir sömürgesi olabilmesi için 50 defa girişimde bulunmuş ancak muaffak olamamış biri. Bunu da not düşelim.
O dönem koloni sahibi olmak dünyada büyük güç olmanın şanından sayılıyordu. Yani dünya arenasında ciddiye alınmak için adeta şarttı.
Leopold 1884’te 14 Avrupa ülkesinin katıldığı Berlin Konferansı’na gitti. Bu aslında Afrika’nın paylaşımı için düzenlenmiş bir toplantıydı. Leopold orada Kongo için kendi kişisel kesesinden harcama yapacağını, diğer ülkeler de dilerlerse Kongo’da keşifte ulanabileceklerini, orada ticaret yapabileceklerini, bunu engellemeye çalışmayacağını söyledi.
Bir de Kongo o dönem Avrupalıların gözünde Afrika’nın en balta girmemiş, tehlikeli yerlerinden biri. Sık yağmur ormanları, savanaları falan envai çeşit tehlikeli hayvanla ve kabileyle dolu. Kolonize etmek kolay değil. Üzerinde yol alınacak olan nehirlerde insan yiyen timsah hikayeleri anlatılıyor, ortamda bilinmeyen hastalıklar taşıyan sinekler böcekler… zor bir coğrafya yani.
Diğer ülkeler de hali hazırda kendi kolonileri ile uğraşıyorlar zaten böyle bir yer için de Leopold’e “İyi git bul belanı o zaman” dediler.
Leopold kendi kesesinden yapacağı için bu işi öyle çok ciddi bir ordu asker gücü falan yok elinin altında. Dolayısıyla film senaryosu gibi taktikler izledi.
Önce 1879’da Afrika uzmanı Gallerli bir gazeteci olan Henry Stanley Morton’u işe aldı. Bölgedeki kabile şeflerini kandırması için önden onu yolladı.
Morton kabileye göre farklılık gösteren yöntemlerle bunu becerdi. Örneğin birkaç mekanik alet edavatla yerlileri korkuttu veya son derece basit sihir hileleri ile beyaz adamın üstün güçlere sahip olduğunu gösterdi.
Bazı kabile şeflerine mücevherler bazılarına giysiler hediye etti. Örneğin yanında götürdüğü aletlerden biri; el sıkışırken kullanılan pilli bir mengene. Kongolular sadece bir el sıkışmasıyla acıdan yere kapaklanıyorlar. Bu gücü görünce de korkup biat ediyorlardı.
Bir başka numara; güneşe tuttuğu büyüteçle sigarasını yakıyor mesela ve “beyaz adamın güneşin gücünü kontrol ettiğini” söylüyor.
Diğer bir kabileyi ikna etmek için kuru sıkı bir silahı onlardan birine veriyor ve kendine ateş etmelerini söylüyor ateş edilince de silkelenip ayakkabısının içinden kurşunu çıkarıyor. Bakın beyaz adama kurşun bile işlemez diyor.
Benzeri daha pek çok hile ve şov sonrası kabilelerin şefleri Kongo’nun Kral II. Leopold’e ait olduğuna dair antlaşma imzalıyorlar.
Şimdi tabi ki Kongolular o anlaşmada ne yazdığını falan bilmiyorlar ama Avrupalı halkların ve devletlerin gözünde Leopold’ün elinde yasal bir doküman olmuş oluyor.
Yani Leopold Kongo’yu tek kurşun atmadan tek kişiyi göndererek sömürgesi haline getiriyor.
Gazeteci Morton daha sonra orada yaşadıkları ile ilgili bir kitap da yazdı. Kitabın adı ‘Through The Dark Continent’ yani ‘Karanlık Kıta Boyunca’. Kitapta maceralarını detaylı şekilde anlatıyor. Morton’a hizmetleri için şövalye ünvanı bile verildi.
Biz dönelim Leopold’e. Kendisi iyi bir pazarlamacı demiştik. Leopold imzalanan belgeleri alır almaz yeni ülkesinin ismini ‘Özgür Kongo Devleti’ koydu.
Bu ülkeyi ve hukuki sahibini resmen tanıyan ilk ülke de Amerika Birleşik Devletleri oldu. Pay alan zengin senatörleri hatırladınız mı? Hah işte onlar da o işe yaradı.
Leopold Kongo’ya musallat olmadan 50 yıl kadar önce Amerika’da Charles Goodyear kauçuk maddesini bulmuştu. Bu süre zarfında kauçuk başta tekerlek olmak üzere pek çok endüstride büyük ihtiyaç duyulan bir hammadde haline geldi.
Leopold’ün Kongo’ya gönderidiği generalleri bir baktılar ki buradaki yağmur ormanları kauçuk ağacıyla dolu.
Leopold’ün oradaki kauçuğu elde etmesi için insan gücüne ihtiyacı var. Ancak cebinden harcadığı için yerlilere para verip çalıştırmak istemedi. Bunun yerine adamlarına halkı köle olarak kullanmaları talimatını verdi. Yöntem konusunda da serbest bıraktı. Bu yetmezmiş gibi kazançtan pirim vereceğini söyledi.
Bundan sonrasında anlatacaklarım, ve göstereceklerim bazı izleyecileri rahatsız edebilir ve kesinlikle küçük izleyiciler için değildir.
Kauçuk plantasyonlarında çalışmayı kabul etmeyen Kongoluların köyleri Leopold’ün emrindeki askerlerce bir bir yakıldı.
Eşleri çocukları esir alınan erkeklere günün sonunda 15 kg kauçukla dönmezlerse karılarının ve çocuklarının uzuvlarının kesileceği ya da öldürülecekleri söylendi. Başarlı olmayanlara da bu yapıldı.
Bu gördüğünüz fotoğraf, bir babanın kendisinden istenen kauçuğu getiremediği için 5 yaşındaki küçük kızının kesilen el ve ayağına çaresizce bakarken çekildi.
Leopold’ün askerleri Kongolu kadınlara tecavüz etti, insanlar ölene kadar dövüldü, bazıları atış talimlerinde canlı hedef olarak kullanıldı.
Bir noktadan sonra bu korkunç işler için bile Kongoluları kullandılar. Loepold Kongo’da Kongolulardan oluşan kendi yerel silahlı gücünü kurdu ve kabusun büyüğü bundan sonra başladı.
Uzun ve yapılı Kongolu erkeklerden oluşturulan bu gruba ‘Le Force Publique’ adı verildi. Tek görevleri vardı, o da emirlere uymayan diğer Kongoluları sistematik şekilde öldürmek.
Leopold adamlarına sınırlı sayıda mermi tahsis ettiği için bu Kongolu devşirme askerlere insanları tek kurşunla öldürmeleri gerektiği söylendi.
Boş yere mermi harcayan kendi canından olmak istemiyorsa ateş ettiği kişinin öldüğünü ispatlamak zorundaydı.Bunun için harcanan mermi sayısı kadar el, ayak, burun, kulak veya cinsel uzuv getirmeleri istendi.
Bazen kurşunlarını verimli kullanamayan devşirme askerler, çare olarak hala canlı olan insanların uzuvlarını kesmeye başladı.
Daha sonra bu Kongolu ordusuna Avrupa’nın farklı ülkelerinden de yüzlerce gönüllü katıldı. Niye? Çünkü orada yapılanın Hristiyan misyonerlik faliyeti olduğunu sanıyorlardı.
Gelenlere siyahların insan olmadığı hayvandan farksız olduğu dolayısıyla öldürmek konusunda vicdanen kendileri kötü hissetmeleri gerektiği söylendi.
Başlarda kendileri öldürmese de bir süre sonra bu kişilerin de katliamlara karşı hissizlik yaşamaya başladığı ve umursamadıkları aktarılıyor.
Leopold’ün Kongo’ya hiç gitmemiş olduğu öne sürülüyor ancak olup bitenlerden haberinin olmadığını sanmayın. Kongoluların karınlarının nasıl deşilip bağırsaklarının çıkarıldığı, organlarının nasıl kesildiği ve nasıl öldürüldükleri bizzat Leopold’ün üst düzey askerleri tarafından yazılan mektuplarda kendisine övünülerek anlatılıyor.
Bu sıralarda Leopold nehir gibi akan kanlı paranın bir kısmı ile Belçika’da gösterişli dev anıtsal binalar inşa ettirdi.
Onlardan biri de arkamda gördüğünüz ve bugün Afrika müzesi olarak hizmet veren bu saray.
Leopold bu sarayın bahçesine Kongo’dan getirttiği genç yaşlı birkaç yüz Afrikalıyı yerleştirdi. Onları giydirip süsleyip püsleyip egzotik hayvanlar gibi Belçika’da sergiledi.
Hayatlarında daha önce Afrikalı görmemiş pek çok Belçikalı oraya gelip onlara baktı, maymunlarmış gibi muz ve yemiş attı.
Bu insanlar hava şartları ne olursa olsun dışarıda bırakıldı. Bazıları hastalanıp öldü. Ama Belçikalı halka Kongo’da gerçekte ne yapılmakta olduğu hiç söylenmedi.
Bir ara Arap tüccarlar da Kongo’ya gelip kauçuk ağaçlarından faydalanmak istediler. Leopold ‘Özgür Kongo’nun özgür kalması için bu Arap köle tüccarları ile savaşmalıyız’ diyerek kurduğu Kongo ordusunu Arapların üzerine sürdü ve iki yıl süren bir savaş sonrası kazandı. Bu savaşta Araplara pek bir şey olmadı tabi çünkü onlar da kendi Kongolu kölelerini savaşmaya zorladılar.
İşte Kongolular on yıllarca böyle bir kara kabus içinde yaşadılar ve öldüler.
Peki nasıl ortaya çıktı tüm bunlar?
1890lı yıllardan itibaren İngiliz ve Amerikalı gazeteciler bölgeyi ziyaret etmeye başladı. Bu gazetecilerden biri İngiliz Edmund Dene Morel.
Olanları bitenleri yazdığı bir makalesinde gördüklerini şu cümleyle tarif ediyor:
“Orada yaşananlar gelmiş geçmiş tüm dünya tarihinde işlenmiş en büyük suçtur”
Sus payı büyük paralar teklif edildi ama Morel reddetti ve daha da öfkelenerek tüm zamanını Kongo’da olanları ifşa etmeye adadı. Öyle köşe yazılarıyla falan da değil.
Sadece bu konuyu işleyen bir gazete çıkarmaya başladı. Bu gazetenin adı ‘Batı Afrika Postası’ydı.
‘Kanlı kauçuk’ diye bir kitap da yayınladı ki birçok bilgi bu kitapta anlatılanlar sayesinde günümüze aktarılabildi.
Bu ve birkaç gazetecinin daha yayınları sonrası Belçika üzerinde baskı oluştu ve Leopold Kongo’ya uluslararası bağımsız bir inceleme grubunun gönderilmesine müsaade etmek zorunda kaldı.
Onlara Kongo’da rüşvet teklif edip istediği raporu yazdırabileceğini düşündü ama komisyon üyeleri bunu kabul etmedi.
İşte bu noktada yaşanan tüm insanlık dışı uygulamalar, işkence ve toplu katliamlar tanıklarıyla kayda geçirildi.
En büyük darbeyi vuran şey ise yıllardır orada eşi ile birlikte Hristiyanlık misyonerliği için bulunan Alice Harris’in çektiği fotoğraflar oldu.
Bu kan dondurucu fotoğraflar daha sonralarda bilinen ilk uluslararası insanlık kampanyasını ateşledi.
Rapor Belçika’ya ulaşınca Leopold Kongo’daki tüm arşivleri yaktırdı.
Olay daha büyük bir skandala dönüşmeden Belçika Kongo’yu Leopold’ün elinden aldı.
Ancak zannetmeyin ki Belçika devleti Kongo’ya el koydu. Hayır. Hükümet Kral’a o dönemin parasıyla 50 milyon frank ödeyerek Kongo’yu satın aldı. Bundan da bir yıl sonra Leopold öldü ve hiçbir yaptırımla karşılaşmadan bu dünyadan göçüp gitti. Geriye de işte şanı ve heykelleri kaldı.
Leopold son nefesini verdiği sırada Kongo nüfusunun neredeyse yüzde 90’ı çoktan yeryüzünden silinmişti. Belçika hükümetinin inceleme grupları Kongo’ya gittiklerinde ise burada kauçuktan çok daha karlı şeylerden bulunduğunu anladılar.
Elmas, altın, fildişi, egzotik hayvanlar ve daha nice kaynak sömürülmeye başlandı. Kongolular kadar fillerin ve başka canlıların da bölgedeki soyu tükenme noktasına geldi.
Değişen tek şey ise madenlerde çalıştırılan Kongoluları maaşa bağlamak oldu. Bu noktada Belçika hükümeti ölmüş olan kralları ile ilgili gerçekleri halka söyleyip söylememek arasında bir tercih yapmak durumundaydı ve sömürünün devam edebilmesi için olan bitene ilişkin çok fazla bir bilgi paylaşmamayı tercih ettiler.
Bu süreçte Leopold’ün heykelleri dikilmeye devam edildi. Birkaç nesil bu şekilde idare edilse de gerçekler 20.yüzyılın ortalarından itibaren konuşulmaya paylaşılmaya başlandı ve sonunda tamamen ifşa oldu.
Her ne kadar son 40-50 yıldır Belçika okullarında II. Leopold’ün yaptıkları anlatılsa da son derece sembolik olan bu müze ancak 2018 yılında Leopold’ün yaptıklarını da aktaracak şekilde yeniden düzenlendi ve renove edildi.
Pek çok arşiv ve kayıt yok edildiği için gerçek sayıları hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğiz ama Kongo’da öldürülen insan sayısının 10 milyonu bulduğu tahmin ediliyor.
Peki neden II.Leopold, en azından Hitler kadar bahsedilmiş ve aklımıza kazınmış değil?
Bunun benim analiz ettiğim kadarıyla 5 temel sebebi var:
Birincisi; olaylar daha eski bir dönem olan 19.yy’ın sonlarında ve kimselerin gitmediği bilmediği
hala da pek kimsenin görmediği ve çok da ilgilenmediği yerlerde gelişiyor.
Dolayısıyla gerek kayda geçen tarafı, gerekse dünyaya ulaşan kısmı çok sınırlı kaldı. Zaten kayda geçen ne vardıysa Kongo devlet arşivlerinde Leopold tarafından çıkarılan yangında gitti.
Toplumsal hafıza olarak da iyi muhafaza edilemedi çünkü Kongo’da okuma yazma oranları yok denecek seviyedeydi. Dolayısıyla yapılan sözlü aktarımlar yeterli olmadı.
İkincisi ve belki de en önemli neden; soykırıma uğramış olanların Afrikalı olması, siyah ırk olması. Onlara tam insan gözüyle bakmayan sadece Belçika kralı değil o dönem neredeyse beyaz olan dünyanın tümü.
Bakın hala günümüzde bile ırkçılığa uğruyorlar ve eşit muamelenin mücadelesini veriyorlar.
Üçüncü nedeni; yaşanan soykırım sonrasında Afrikalılar Yahudiler gibi dünya genelinde başka ülkelerde önemli pozisyonlarda sektörlerde söz sahibi olmadılar. Bir Hollywoodları olmadı, siyasi veya ekonomik baskı oluşturabilecekleri devletleri olmadı.
Dördüncü sebep; 20.yy’ın ortalarından itibaren başta Fransa ve Belçika olmak üzere bu ülkelere gelmek ve yeni bir yaşam kurmak için uğraşan çok sayıda Afrikalı sosyo-ekonomik dertler nedeniyle hayat-ekmek kavgası arasında bu tür defterleri pek açamadılar. Çünkü bu ülkelerin yetkililerine ve ekonomilerine göbekten bağlı hale geldiler.
Beşinci sebep de; II.Leopold’ün yaptıklarından haberdar olmadıkları ve öğrenir öğrenmez de tepki göstermiş oldukları için Belçika halkının bu konuda bir nevi masumiyetini önemli ölçüde koruyabilmiş olması.
Neticede Hitler örneğinde olduğu gibi toplum amacını bildiği bir siyasetçiye oy verip onun soykırım politikalarını desteklemiş değil.
Örneğin II.Leopold’ün cenazesinin yuhalandığı aktarılır.
Dönemin hükümeti de durumu gizlemeyi seçtiği için II.Leopold sonrası birkaç nesil onu,
büyük görkemli anıtsal binalar dikmiş, insani yardımlarda bulunmuş,
uygarlık olmayan dünyaya Hristiyanlığı ve medeniyeti götürmüş kişi olarak okudu.
Dolayısıyla heykelleri de yadırganmadı ve aradan geçen zamanla önemsenmez oldu.
Bugün II.Leopold’ün Belçika’da 13 heykeli var.
Bu süreçte bir çoğunun üzerine kırmızı boya atıldı, kaldırılmaları için imza kampanyaları yapıldı ve bir tanesi “temizlenmek ve restore edilmek” amacıyla söküldü ancak yerine geri konacağını sanmıyorum.
Geçtiğimiz yıl Birleşmiş Milletler Belçika’dan Kongo’da yapılanlar için özür dilenmesini talep etti ancak hükümet buna olumsuz yanıt verdi.
Ancak şimdi küresel protesto dalgası ile eski defterler bir kez daha açılıyor…
Bugüne kadar Belçika eğitim sisteminde II.Leopold’ün yaptıklarının detaylı şekilde anlatılıp anlatılmaması sınıf öğretmenlerinin insiyatifindeydi.
Yani anlatılmasının önünde bir engel olmadığı gibi anlatılmasına ilişkin müfredatta bir zorunluluk da yok.
Protestolar sonrası Flaman Eğitim Bakanı 2021 yılından itibaren ülkenin sömürgecilik geçmişinin detaylarıyla zorunlu bir konu olarak müfredata konmasını ve dönem sonu sınavlarında da yer almasını istedi.
Gördüğünüz gibi protestolar işe yarıyor ve geç de olsa bazı değişimler başlıyor.
Peki heykelleri kaldırmak yeterli midir? Meseleleri çözer mi?
Elbette hayır..
Peki, iyi bir başlangıç mıdır? Kesinlikle evet.