Neml suresinin ikinci bölümünde insanların mucize dediği konular var. Geleneksel anlayış da aynı yöndedir. Ancak bunlarla birlikte farklı anlayışlar da bulunmaktadır. Mucizenin verilmiş olması Resullere göre de farklı şekillerde olduğu söylenir. Örneğin; bütün Resullere çeşitli mucizeler verilmiştir ya da bazı Resullere verilmemiştir. Bunun yanında Hz. Muhammed’den önceki resullere verilmiş, fakat kendisine verilmemiş diyenler de var. Bu anlamda insanların çoğu Allah’ın resullere çeşitli mucizeler verdiğine inanmaktadır. Bütün Kitaplar ve Sahifelerin meal ve tefsirlerinde mucizelere yer verilmiştir. Bu bağlamda birçok ayet bu yönde, yani bu görüş ve anlayışla yorumlanmıştır. Ne var ki, şu dikkate değer bir şeydir; Kur’an’da tam olarak “mucize/olağanüstü” anlamına gelen bir “mucize” kelimesi geçmemektedir. Bununla birlikte Arap dilinde “a-ce-ze/acz” kökünden türeyen ve Kur’an’da “aciz”; “acuz” ve “mu’ciz” yapısında geçen kelimeler var. Bu bağlamda “aciz” kelimesi için, (Maide 5: 31, Enfal 8: 59. Fatır 35: 44, Cin: 72: 12); acuz kelimesi için, (Hud 11: 72) ve “mu’ciz” kelimesi için de, (Enam 6: 134, Tevbe 9: 2- 3, Hud 11: 20-33, Nur 24: 57) ve diğer ilgili ayetler.
Allah insanlara, insan Resuller/Nebiler göndermiştir. Gönderilen bütün Resuller/Nebiler insanlara, kendileri de insan kalarak Allah’ın vahiylerini tebliğ etmişlerdir. Resullerin/Nebilerin diğer insanlar bakımından Allah katında bir tane farklı ilişki var, o da şudur: Allah’ın, Resulüne/Nebisine ayetlerini vahiy, inzal, ilka, vasl etmesidir. Bu bağlamda Hz. Muhammed(s) özelinde söylersek “Kur’an Dışı Vahiy” söz konusu değildir. Buna göre diğer kitaplar, sahifeler de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Resuller arasında bu anlam ve bağlamda bir farklılık yoktur. Ancak Resuller arasında görev ve sorumluluklar bakımından bazılarının diğer bazılarına göre fazlalığı/fazlalıkları vardır. Hz. Muhammed(s)’e bütün insanlığın resullüğü ile kendisine son Kitap olan Kur’an’ın verilmesi ya da Hz. Musa’ya Tevrat, Hz. İsa’ya İncil vahiy edilirken diğer bazı Resullere/Nebilere sahifeler indirilmesi gibi.
Tekrar “mucize” konusuna dönersek, mucize arayan, ”ilkin kendi organlarına, özellikle de gözleri varsa gözlerine baksın; yoksa parmak uçlarını, burnunu ya da dilini tutsun” derim! İsteyen evrendeki başka herhangi bir varlığa da bakabilir. Bunların hepsi mucize değil mi, biz onlardan hangisini yapabiliriz? O bakımdan, mucizenin tartışıldığı ortamlarda sorulan şu soru saçmadır: “Allah’ın gücü yetmez mi?” Bu soruyu soranın, Allah Bilincinde sorun var demektir. Allah’ı, “Hak Ölçüye” göre değerlendirmeyenler, öğrenemeyenler, idrak edip anlayamayanlar bu tür sorular sorarlar. Bir de bu tür konular konuşulurken, “Kur’an, Hz. Muhammed(s)’in en büyük mucizesidir” derler. Bu da çok yanlış bir cümle ve anlayıştır. Bunu da diğer Resullerin mucizelerinden üstün olduğu anlamında söylerler. Böyle bir şey asla olamaz! Kur’an, Allah’ın Hz. Muhammed (s)’e indirdiği Mübarek, Kerim, Mecid bir kitaptır. Kur’an’ı mucize girdabına çekip vahiyler arası bir yarışmada üstünmüş gibi değerlendirmek isabetli bir görüş değildir.
Neml suresinin 15-31’nci ayetler grubunda geleneksel anlayışta “mucize” olarak bilinen ifadelere sırası ile bakarak değerlendirelim. Değerlendirmemizde/Yorumlarımızda elbette bildiklerimiz ile okuduklarımız ve dinlediklerimizden öğrendiklerimiz bulunacaktır. Dolayısıyla ürettiğimiz düşünce ve bilgilerimiz ile esinlendiğimiz bilgi ve düşüncelerle değerlendirmelerimizi ortaya koymaya çalışacağız. Allah yardımcımız olsun ve en doğrusunu O bilir. Bölüm ayetlerinin sıralamasına göre ilgili kısmı alıntı yaparak hakkındaki görüşlerimizi paylaşmaya çalışacağız, (inşallah).
“16- … Ve dedi ki: “Ey insanlar, bize kuşların mantığı öğretildi ve bize her şeyden verildi…” “Kuş” kelimesi metinde eğer insan, asker, işçi, hizmetçi, bir grup görevli anlamında değil de bir kuş ise, akla şöyle bir soru gelebilir: Hz. Süleyman’a “kuşun dili” öretildiği ifadesi var, ama Kuş’a Hz. Süleyman’ın dili öğretildiğine ilişkin bir ifade yok. Bu anlamda insan için bilgi kaynağı olan tabiat varlıkları ve yasaları üzerinden gidersek; Hz. Süleyman’ın kuşların yaşamaları ve özelliklerinden bazı bilgiler elde ettiği söylenebilir. Buna kuş mantığından yararlanma da diyebiliriz.
“17– Ve Süleyman için, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı, artık onlar (görevlerine) dağıtılıyorlardı.” Ordudaki sınıflardan söz ediliyor. Ayrıca sanki birlikler yeni oluşturuluyor ve herkes kendi bölüğüne ve görevine gönderiliyor. Ordu içinde tanınan/bilinen, tanınmayan/bilinmeyen, birbirine yabancı olan, birbirini tanıyan rütbeli, rütbesiz askerler var. Günümüz ordu birliklerinde de kuşlardan, hayvanlardan ve diğer bazı varlıklardan hareketle adlandırmalar yapılmaktadır; kartallar, aslanlar, yunuslar, insan isimleri gibi. Ordularda mecaz ve benzetmeler çokça kullanılır.
“18- Karınca Vadisi’ne geldiklerinde bir karınca (Neml’li biri), dedi ki: “Ey karıncalar (Neml’liler), yuvalarınıza/evlerinize girin. Dikkat edin! Süleyman ve orduları; onlar, farkında olmayarak sizi ezmesinler.” Metinde geçen “bir karınca”, ifadesi hayvan karıncayı değil, Karınca Vadisi adlı bir vadide yaşayan bir Neml’li insanı anlatır. Aynı şekilde karıncalar da Karıncalar Vadisi’ndeki Neml’liler demektir. Bu bağlamda Balıkesir Merkeze bağlı olan “Karıncalı” köyünü/mahallesini örnek verebiliriz, ayrıca başka yerlerde de buna benzer birçok örnekler bulabiliriz.
“20- Kuşları araştırıp denetlerken: “Hüdhüd’ü göremiyorum, yoksa kayıplara mı karıştı?” Hüdhüd, Hz. Süleyman’ın ordusunda rütbeli bir askerdir. İstihbarat subayı olabilir. Çünkü yaptığı iş bunu çağrıştırıyor. “Hüdhüd” kelimesi isim olarak Çavuşkuşu, İbibik kuşundan esinlenerek kullanılan bir lakap, unvan da denilebilir. Ayrıca Hüdhüd adlı subayın mühendis olduğu ve Hz. Süleyman’ın onu Anber adı ile çağırdığı da söylenmiştir.
Gündelik konuşmalarda ulu orta ya da özellikle söylenen “bu bir mucize!” sözü, hiçbir zaman gerçekte olmayan bir şeyi anlatmaz… Olmakta olan bir şey de zaten olağandır… Ve de Hz. Süleyman’ın ordusunun tamamı insandı, diye düşünüyorum. Ben düşündüklerimi yazdım, en doğrusunu, Allah bilir.