Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e yönelik saldırısını bahane ederek, Filistinlilere karşı “savaş” ilan ettiğini açıklayan İsrail hükümeti, geçtiğimiz hafta; hastane, okul, kilise, cami, pazaryeri… demeden çocuk, yaşlı, kadın gözetmeden su, yiyecek, ilaç gibi en temel ihtiyaç maddelerini ve kentlerin alt yapısını yok ederek şimdilik Gazze’nin kuzeyini ve eğer gücü yeterse de tamamını Filistinlilerden arındırarak ilhak etmeyi amaçladığı vahşi yöntemleri kullandığı bir savaşı 16 gündür sürdürüyor.
İsrail saldırısının ilk günlerinden itibaren İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya gibi ülkelerde başlayan ve “Batılı ülkelerde iktidarlar İsrail’den halklar Filistin’den yana” diye bu köşeden de ifade edilen eylemler yaygınlaşmaya devam ediyor. İsrail’de olduğu gibi baş destekçileri olan ABD ve İngiltere’de ise hem eylemlere katılım artıyor hem de gösteriler çeşitli kentlere yayılıyor.
Geçtiğimiz hafta gösterilerin en büyüğü ise yarım milyon kişinin katıldığı belirtilen Londra’da yapıldı. Gösteride “Savaşa hayır”, “İsrail bir terör devletidir”, “Filistin özgür olacak”, “Özgür Filistin” sloganları atılırken Başbakan Rushi Sunak’ın yanı sıra İsrail’e destek açıklayan muhalefetteki İşçi Partisi de protesto edildi.
İsrail halkı da ilk günlerden itibaren Netanyahu ve hükümetini suçlayan, “Savaşın sorumlusu Netanyahu’dur” diyen eylemleri son hafta içinde daha da güçlendi. Savaş öncesinin Netanyahu Hükümetine karşı 8 ay sürdürülen gösterileri anımsatacak biçimde kitleselleşmeye başladı. Aile fertleri Hamas tarafından esir edilen ailelerin “Çocuklarımızı verin Netanyahu’yu alın!” çağrısının gösterilere katılan İsrailliler tarafından benimsendiğinin işaretleri de artıyor.
Nitekim yaygınlaşan tepkiler ABD’ye de “Geri adım attırmış” bulunuyor.
Savaşın birinci haftasında İsrail’e koşulsuz destek sunan ABD ve diğer batılı ülkeler, İsrail’e; “Kara savaşına girilmesin”, “Savaş hukukuna uyulsun”, “Gazze’ye insani yardımlar engellenmesin”… öğütleri vermeye başladı.
‘DİN SAVAŞI’ ÇIĞIRTKANLIĞINDA SON AŞAMA: ‘MEHMETÇİK GAZZE’YE’ HİSTERİSİ
Türkiye’de ise, gerçek savaş karşıtı, bölgede ve halklar arasında barışı savunan siyonist-emperyalist ittifakın bölgedeki girişimlerine;
- En azından 1960’lı yıllardan, antiemperyalist mücadele damarından gelen odakların,
- Aydınların, akademisyenlerin, demokratların,
- Sendikaların ve emek örgütlerinin ortak tepkilerini ifade eden gösteri, miting, grev, direniş gibi eylemlerle tutumlarını ortaya koyamamış olmaları elbette ki mücadelenin kısa zamanda çözülmesi gereken en önemli sorunlardan birisi olarak ortadadır.
Tek adam yönetimi ise, taraflara “itidal” tavsiye eden ana tutumuna, kendisine “ara buluculuk misyonu” biçip bunu da içeride “Eeey Amerika” diye başlayan söylemi öne çıkarılarak “itidalci” tutuma meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadır.
Tarikat ve cemaatlerin yanı sıra din üstünden siyaset yapan parti ve çevrelerin önderliğindeki eylemlerde ise “din savaşı” kışkırtıcılığı yapılmaktadır. Ki, bu eylemlerde yapılan çağrı “Mehmetçik Gazze’ye” demeye kadar vardırılmaktadır.
Bu çağrılar önce iktidarın küçük ortağı MHP Genel Başkanı Bahçeli’den geldi. “Eğer 24 saat içinde ateşkes sağlanamazsa, saldırılar durmazsa Türkiye süratle devreye girmeli, tarihi, insani ve inanç sorumluluğunun gereği her neyse yapmalıdır” diyen Bahçeli’ye ilk destek de SP Genel Başkanı Karamollaoğlu ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Davutoğlu’ndan geldi.
Ama Bahçeli’nin verdiği sürenin bitmesinin üstünden bu yazı yazıldığında 24 saat geçmiş olmasına karşın bu hazretlerden “Madem Mehmetçik gitmiyor öyleyse Gazze’ye biz gidiyoruz” dediklerine dair bir haber çıkmış değildi!
FİLİSTİN VE YUNANİSTAN SENDİKALARINDAN ÖRNEK TUTUM
Geçtiğimiz haftanın en önemli iki haberi İsrail ve Yunanistan’dan geldi. Filistinli sendikalar ve emek örgütleri 16 Ekim günü yayımlanan çağrıda, tüm dünyadaki sendikaları;
- “İsrail için silah üretmeyi reddetmeye,
- İsrail’e silah taşımayı reddetmeye,
- Sendikalarda bu yönde önergeler kabul etmeye,
- İsrail’in acımasız ve yasa dışı kuşatmasının uygulanmasına dahil olan suç ortağı şirketlere karşı, özellikle de kurumunuzla sözleşmeleri varsa harekete geçmeye,
- Hükümetlere İsrail’le tüm askeri ticareti ve ABD örneğinde olduğu gibi İsrail’e sağlanan finansmanı durdurmaları için baskı yapmaya çağırıyoruz” denildi.
İkinci önemli haber ise bölgeye bir savaş gemisi göndererek İsrail’e destek veren Yunanistan’dan geldi. Başkent Atina’da,18 Ekim’de işçi merkezlerine bağlı 131 sendika şubesinin, on işçi ve emekçi federasyonunun, gençlik ve kadın örgütlerinin ortak çağrısıyla gerçekleştirilen miting ve yürüyüşe on binlerce kişi katıldı.
Gösteri sırasında yapılan ortak açıklamada şu talepler dile getirildi:
- Filistin halkının katledilmesine yönelik destekler durdurulmalıdır.
- Yunanistan’ın savaş gemisi hemen bölgeden ayrılmalıdır.
- İsrail ve Amerika’ya sunulan kolaylıklara son verilmelidir.
- Katil İsrail devleti ile ekonomik, politik, askeri tüm iş birliklerine son verilmelidir.
- Bağımsız Filistin devleti hemen tanınmalıdır”
Bu eylemde Miçotakis Hükümeti de emperyalist saldırı ve katliamların ortağı olarak suçlandı.
ÜLKEMİZDEKİ SENDİKALAR NE DİYOR?
Bu ara başlıktaki sorunun gerçek karşılığı “Hiçbir şey”dir!
Çünkü Türkiye’den hiç de uzak ve yabancı olmayan bir sorun olduğu gibi hassas, dolayısıyla başta iktidar ve sağcı politikacılar, tarikatlar tarafından istismara da çok açık olan herkesin fikir söylediği konuda, ne yazık ki; Türk-İş, Hak-İş, DİSK, Memur Sen, Kamu Sen, KESK, Kamu-İş… gibi konfederasyon ve bağlı sendika merkezlerinin İsrail’in Filistinlilere karşı resmen ilan ettiği savaş karşısında ne tavır aldıklarına dair bir açıklama, bir eylem ve etkinliklerini duymadık!
Tabii bazı sendikacılar; “Biz açıklama yaptık. İsrail’i eleştirdik, Filistinlilere desteğimizi söyledik”, “Bazı yöneticilerimiz çeşitli vesilelerle görüşlerimizi söyledi”… diyebilirler. Ama burada kastedilen herhangi bir biçimde, bir vesileyle bazı yöneticilerin İsrail vahşetine karşı görüşlerini söylemiş olması değil. Bu konuda her vatandaş bir şey söyleyebilir.
Burada sözü edilen sendika konfederasyonları ve sendika merkezlerinin;
- Sorunu ortaya koyarak, talepleri dile getirmesi,
- İşçileri bu talepler etrafında harekete geçirmesi,
- Sadece işçileri de değil tüm kamuoyunu öne sürülen talepler etrafında birleştirip harekete geçirmeyi amaçlayan bir faaliyeti esas alması,
- “İtidal” çağrıları, “Mehmetçik Gazze’ye” gibi dolaylı ya da doğrudan bölgede barış ve halkların kardeşliğini provoke eden tutumlara karşı tavır almasıdır.
Yunanistan sendikalarının hem İsrail vahşetine hem de Yunanistan hükümetinin İsrail ve ABD’yi destekleyen politikasına açık seçik karşı çıkan bir tutum ilan etmesi gibi!
Dileğimiz ülkemizdeki sendikal konfederasyon ve bağlı sendikaların bir an önce; İsrail’in Filistinlilere yönelik vahşi saldırılarına karşı çıkan, ABD başta olmak üzere emperyalistlerin bölgeye müdahalesine karşı duran, antiemperyalist bir çizgide, halkların kardeşliği temelinde bir barış mücadelesini savunmasıdır.
Umalım ki önümüzdeki günlerde bu konuda giderek büyüyen, “Ülkemizdeki sendikalar ne diyor?” sorusuna karşılık olarak “Hiçbir şey” demek zorunda kalmayız!