Yıkılan Osmanlı’dan kalanı toparlayıp bir ulus devlet ortaya çıkarmak kaçınılmaz olarak “yukarıdan” bir ilişki ağı içinde gerçekleşti. Bu hem o zamanın paradigması içinde anlamlıydı, hem de güvenilebilecek başka bir yol da yoktu.
Bu durum yıllar sonra Sovyetler Birliği yıkılırken yeni dönemin oluşumuna da çok benziyordu. Örneğin Azerbaycan, Türkmenistan gibi ülkelerin “bağımsızlaşma” süreçleri de hep “yukarıdan” eski dönemin güçlü aktörlerince yönetildi. Sanki tarih Osmanlı’dan sonra bu ülkelerde tekerrür etti.
Ama şimdi toplum ancak o toplumun insanlarının uzlaşmalarıyla yönetilmek durumunda. Bu lafıma dayanak mı göstereyim? Alın Recep Tayyip Erdoğan’ı!
Uzun bir zamandan bu yana, yani tam 8 yıl, Türkiye’yi “tek parti”li bir hükümetle yönettiği halde, parlamentodaki gücüne ve kendi karizmasına rağmen toplumun sorunlarını çözebildi mi?
Çözemedi. Ne, çok istediği halde “başörtüsü sorununu”, ne “Kürt sorununu” ve ne de “Alevi sorununu” çözebildi. Cabası da, uluslararası konjonktürün uzunca bir zamandan beri lehine olmasına rağmen ekonomik sorunlar. Onları da çözemedi, bazı iyileşmeler olsa da örneğin işsizlik sorunu hâlâ sorun…
Bence durum bu…
Dolayısıyla Erdoğan ve AKP hükümetinin mevcut düzen içinde bu sorunların çözülmesi için gerekli her şeye sahip, güçlü bir seçenek olmasına rağmen bu sorunları çözememiş olması bu sorunların çözümlerinin bugünün koşullarında başka şeylere bağlı olduğunun da en açık kanıtı.
Nedir bunlar diye sorduğumuzda da mevcut düzenin ruhuna ve mekanizmalarına bakmamız gerektiği ortada.
Ne demek istiyorum?
Demek istediğim eğer var olan düzen tek başına iktidara gelmiş AKP’nin bile mevcut sorunları çözmesine imkan vermiyorsa düzenin ruhu da mekanizmaları da “göstermelik” hale gelmiş demektir. Eğer demokrasiniz “göstermelik” hale gelmişse çözümleriniz de sorunlarınızın parçası haline gelmiş demektir.
Bence bizdeki durum da bu…
Alın en çarpıcı olanını!
Bugünkü düzende seçim barajı yüzde 10. Bunu koyanların ya da bunu benimseyenlerin gerekçesi koalisyon hükümetlerinin sorunların çözümünde yetersiz kalıyor olmaları. Peki ama bu barajın geçerliliğinde seçilmiş AKP’nin “tek parti” hükümeti karşılaştığı sorunları çözebiliyor mu? Gördüğümüz kadarıyla hayır! Bu ülke 8 yıldır, üstelik de karizmatik bir lidere sahip olduğu halde ülkenin sorunlarını çözemiyor.
Demek ki bu baraj çalışmıyor.
Ama biz yine biliyoruz ki bu yüzde 10’luk baraj özellikle Kürtlerin güçlü bir biçimde parlamentoda temsil olmaması için konmuştur. Peki ama bu barajın geçerliliğinde Kürtler parlamentoda temsil olabiliyorlar mı? Gördüğümüz kadarıyla evet! Kürtler bağımsız adaylarla eksik de olsa parlamentoda temsil oluyorlar.
Demek ki bu baraj böyle de çalışmıyor.
O zaman bu baraj neden var ve bu barajın bir maliyeti yok mu?
Doğrusu başlangıçta belki öyle değildi ama artık şimdi bu barajın maliyeti bizatihi PKK’nın kendisi. Çünkü Kürtler parlamentoda tam olarak temsil olamayınca, barajı aşarak gelmiş bir avuç Kürt milletvekili de “muhatab” olarak görülmüyor. Dolayısıyla da Kürt sorununu parlamentoda konuşmak ve çözüm konusunda adım atmak mümkün olmuyor. Kürt sorununda adım atamayınca da PKK gücünü sürdürebiliyor.
Dolayısıyla eğer mevcut düzeniniz tıpkı verdiğim bu örnekteki gibi sorunu çözmek yerine sorunun bir parçası haline gelmişse, daha net söyleyelim, sorunu çözmek yerine soruna kaynaklık yapmaya başlamışsa o düzenin değişmesinden başka yapacağınız bir şey olamaz.
AKP el yordamıyla bunu fark ediyor. Anayasaya el atması da bu nedenle. Ülkenin adalet sorununu çözmek için görevlendirilmiş olan HSYK ve Anayasa Mahkemesi gibi kurumların sorunun çözümü yerine sorunun bir parçası olmuş olduğu gerek Şemdinli konusunda ve gerekse 367 kararı gibi bir kararın alınmasında net bir biçimde ortaya çıkmıştı.