1. Fetih Nedir?
Fetih, kapalı bir şeyi açmak, toprağı sulayarak toprağın ürün vermesine yol açmaktır. Geleneksel din dilinde Tanrı’nın fetih/fettâh sıfatı denildiğinde onun insanlığa rızık kapılarını açması kastedilir. Fetih, Yemen Arapçasında yargı anlamında olduğundan yargıca fettâh denir. Fethin Yemen dilindeki anlamıyla Tanrı arasında bağ kurduğumuzda Tanrı’nın insanlar arasında hüküm verme karakteri kasdedilmiş olur.[1]
Fetih, arkasında gizlenen şeyleri ortaya çıkarmak için iki şeyin arasında duran bir şeyi kaldırmaktır. Bu sebeple kişi ile ev/oda arasındaki engel olan kapıyı açmaya fethu’l-bâb(i); anlaşılmaz bir cümlenin anlaşılmasına, anlamın kapalılıktan kurtulup açık hale gelmesine feteha ile’l-ma’nâ fethan; toprağı hayata açan yağmura fetûh; haklı ile haksızın arasını ayıran, onlar arasında açıklık/mesafe oluşturan karar vericiye fâtih denir.[2]
Fetih, başarıya giden yolda engellerin kaldırılarak yolun açılması, bir konuda karar vererek bir sonuca doğru açılım sağlamadır. Kapalı veya gizli bir şeyi açığa çıkarana fâtih denirken “Bir şeyin açılmasını istedi.” demek için istefteha kelimesi kullanılır.[3]
Fetih, belirsizlik, kapalılık ve zorluğu gidermek için açmadır. Bu bağlamda kapı, pencere, sürgü ve kilidi açmak ile dert, keder ve sıkıntıyı giderip ferahlamak; fark edilemeyenleri fark eder hale gelmek, olacakları görebilecek bir anlayışa ulaşmak; bilinmeyen bilgi ve habere ulaşarak bilgi ve haberi kendine açmak birer fetihtir. Varlığıyla başka şeylerin açığa çıkmasına aracı olan şeye fâtiha(tün), bir davada merak edilen kararın açıklanmasına feteha’l-gaziyyete; her şeyin ortaya döküleceği, gizliliğin kalmayacağı ve bu durum üzerine kararların verileceği güne yevme’l-feth(i)[4] denir. İstiftâh, bir konuda açılım bekleme, açıklama isteme veya karar verilmesidir. Kapalı bir nesneyi açan, bir anlam ve durumu açığa çıkaran araca miftâh; her durumda açık olan kapıya bâbun futuh(un), her koşulda kapalı olan kapıya bâbun ğulug(un), elbisenin sıkmayan geniş koluna kummun futuh(un) denir.[5]
Fetih, sözlükteki bağlamları içinde asla savaşla bir yeri ele geçirme anlamına gelmez. Fetih, cihadın bir sonucudur; savaş, çarpışma ve çatışma anlamındaki kıtalin değil. “Kişiye üzüntü ve sıkıntı veren şey” anlamındaki ceht’ten türemiş olan cihat, tüm kuvvet ve dayanma gücünü sonuna kadar kullanıp zorluk ve zahmete katlanma, mal ve can ile ortaya konan her türlü çaba, savaş dışında kalan her türlü değer ve eylem gayretidir. Ortaya çıkmış değer ve üretime ibâdet, değer ve üretim için sergilenen çabaya cihat denir. Mâbet,[6] değer üretimi yapılan ve bu amaçla yeteneklerin son noktasına kadar kullanıldığı yerdir; ritüel yapılan mekân değildir. Fetih ise cihat ve ibâdet sayesinde ortaya çıkan, anlaşılan, görülen, açılan, açıklanan, hiçbir gizliliği kalmayan karar, hüküm, açılım ve görünüm gibi tüm kazanımlardır.
2. Fetih Suresinin Yazım Nedeni
Vicdân elçisi Muhammed ve onun Medîne’de yaşayan barışsever topluluğu, umre[7] yapmak için Mekke’ye giderken Mekkelilerle yaşanan olayların ardından imzaladıkları dört maddelik anlaşma üzerine Medîne yolunda Fetih suresi yazılmaya başlandı. Çünkü Mekke’nin yakınlarındaki Hudeybiye adlı yerde Mekkelilerle anlaşma yapılmış, bu anlaşmaya elçi Muhammed’in yoldaşları çok tepki koymuşlardı. Bu anlaşmayla savaşa on yıl ara verildi, umre bir sonraki yıla ertelendi, umre sırasında Mekkelilerin Mekke’den dışarı çıkmaları ve umre ritüelini bir tepeden izlemeleri kararlaştırıldı, Muhammedîlerin yanlarında sadece yol kılıçları taşımalarına izin verildi; Medîne’de yaşarken İslâm’ı terk edip Mekke’ye sığınanların Medîne’ye iâde edilmemesi, ancak Mekke’den kaçarak Müslüman olduğunu ilan eden ve Medîne’ye sığınanların Mekke’ye iade edilmesi kabul edildi; Mekke ve Medîne dışında yaşayan kabîlelerin istediği şehirle ittifak kurmasına izin verildi.Vicdân elçisi Muhammed’in yol arkadaşları bu anlaşmayı bir yenilgi olarak görmüşler ve Elçi’ye çok tepki koymuşlardı. Hâlbuki alınan kararlar görünüşte Muhammedî barışçıların aleyhine olsa da adâlet, barış ve güven toplumu kurmak için yola çıkmış Muhammedîler ilk kez tanınmış oluyorlar, diyalog kapıları açılıyor,[8] ticaret ve ziyaretler başlıyor, düşüncelerin özgürce tartışılması ve paylaşılması ortamı oluşuyordu.[9] Kur’ân işte bu sonuca fetih demektedir. Çağımızın ve eski devirlerin toplumları uyuşturan ideolojilerinden olan milliyetçilik ideolojisinin inandırmaya çalıştığı gibi fetih Kur’ân’da hiçbir zaman savaş, işgâl veya çökme yoluyla alan hâkimiyeti kurmak, toprak ve kent ele geçirmek biçiminde asla ele alınmamıştır.[10]
Kur’ân’ın barış ve güven ortamı doğuran anlaşmaya fetih demesine baktığımızda fethin savaş kazanma, toprak alma, işgal etme, çökme, bağ bahçe ele geçirme, topraklar üzerinde egemenlik kurupezan okutarak bir sinagog, katedral ve kiliseyi camiye dönüştürme içermediği apaçık ortaya çıkar. İslâm tarihini araştıranların eserlerinden[11] analiz yaptığımızda Muhammed Peygamber ile ilk dört halîfe hiçbir beldenin tapınağını camiye dönüştürmemiş, kimsenin din, dil, ritüel ve kıyafetine dokunmamış; zorbalığa dayalı bir İslamlaştırma politikası gütmemiş, gösterişli camiler yapmamıştır. Zaten bir halkın toprağını işgal edip en büyük tapınağını da kendi tapınağına dönüştürmek emperyalist işgâl ve egemenliğin işareti olarak Roma ve Bizans geleneğidir.[12] Saray ve saltanatın izinden giderek Kur’ân ve Peygamber’in yönetim ilkelerinden uzaklaşan Emevî’den Osmanlı’ya kadar tüm Orta Doğu krallıkları, tapınak dönüştürme eylemleriyle fetih kavramını çarpıtmış, toprak işgallerine meşrûiyet kazandırma peşine düşmüş, fıkıh ve mezhep üzerinden ortalama halkı kandırmışlardır. Yani sultanlık ve padişahlık düzenlerinde Kur’ân kavramları dezenformasyona uğratılarak emperyalist emeller doyurulmaya çalışılmıştır. Anlamı terzyüz edilen Kur’ân kelimelerinin ilk sıralarında fetih gelmektedir. Ulemâ denilen saray beslemeleri, mezhep taassupçuları, gelenek putçuları, saltanattan beslenen kalem sahipleri ve cahil kalabalığın inadı yüzünden Allâh, bakara, İslâm, iman, küfür, adâlet, millet, kıst, münâfık, fâsık, zulüm, devlet, âhiret, dûlet, yevm, yetîm gibi onlarca kavram ile sembolik anlamlı kıssalar tarihsel bağlamından koparılarak yeniden tanımlanmış ve Kur’ân bambaşka bir anlamla piyasaya sürülmüştür. Ondan da günümüze kadar resmî dindârlık bağlamında savaşçı, mezhepçi ve tapınakçı karaktere bürünmüş ve yönetimin onayını almış bir Müslümanlık türemiştir.
3. Fetih ile Milliyetçilik Arasındaki Uyuşmazlık
Yurtseverlik (vatanseverlik, vatanperverlik), birbirinden farklı dil, din, kavim, renk ve cinsiyet sahiplerinin ortaklaşa yaşadıkları toprakları ve bu topraklar üzerinde ortaklaşa kurdukları ülkeyisevmeleri, korumalarıveonu ortak değerler etrafında yaşanabilir bir hâle getirmeleridir.
Yurtseverlikte yurttaşlık (vatandaşlık) hukûku geçerlidir. Vatandaşlık hukûkunun olduğu bir ülkede yurdun taşında toprağında, imar ve inşâsında emeği geçen; vergi veren, askerlik, esnaflık ve memuriyet yaparak veya tarım ve hayvancılıkla uğraşarak hem geçinen hem de halka hizmet eden yurttaşlar dil, din, mezhep, dinsizlik, mezhepsizlik, eğlence, ulaşım, meslek seçmi, eğitim, sağlık ve iletişim alanlarında ortak bir dil yanında yerel diller ve inançlarıyla da eşit hizmet alırlar. Yurdun mozaiğini[13] oluşturan hiçbir birey ve topluluk diğer toplum üyelerinden ne geri kalır ne de ileride olur. Yönetim her yurttaşına tarafsız ve eşit biçimde ihtiyaç duyulan hizmeti götürür.
Milliyetçilik, Kur’ân’ın şuubiye/kavmiy(y)e dediği tanımın karşılığı olup ortak ata, âile, boy, kabîle, aşiret, soy ve dil kökünden gelen insanların birliğini, üstünlüğünü, başka kavimlere hükmetmesini, dünyanın yer altı ve yer üstü imkânlarını kontrol etmesini bir ülküye dönüştürmedir. Hitler’in Alman milliyetçiliği, Mussoli’nin İtalyan milliyetçiliği veFranko’nun İspanyol miliyetçiliği gibi tüm milliyetçilikler özdeştir. Ayrıca bütün milliyetçilikler savaş, saldırganlık, savunma refleksi, egemenlik tutkusu; tek dil, tek din, tek mezhep ve tek millet sloganlarıyla hareket ettiklerinden örneğin Alman milliyetçileri için Hristiyan-Katolik-Alman sentezi, Londra Piskoposu John Aylmer’in “Tanrı İngilizdir.” saçmalığında biçimlenen İngiliz milliyetçileri için Hristiyan-Protestan-İngiliz sentezi vazgeçilmez değerler toplamıdır.[14] Bunun bir benzeri bizim coğrafyamızda İslâm-Sünnî-Arap, İslâm-Şiî-Fars, İslâm-Sünnî-Hanefî-Türk sentezlerinde görülür.[15] Fransa’nın eski başkanlarından Charles de Gaulle yurtseverlik(vatanseverlik) ile milliyetçiliği kıyaslarken “Yurtseverlik kendi insanına sevginin, milliyetçilik başka insanlara nefretin her şeyden önce gelmesi demektir.” diyerek gerçek tarihsel ayrımı vurgulamıştır.[16] Milliyetçi yaklaşım, Allâh’ı da milliyetçiliğin ortağı yaparak kutsanmış bir kavim üretir. O nedenle milliyetçi ideoloji Allâh tarafından özel yaratılmış kavim olma saplantısının gereği olarak öteki veya ikincil kabul ettiği dil, mezhep, din ve kavim kimliklerini ya ezer ya da unutulmaya terk edilecek biçime dönüştürür. Milliyetçilik; yok olmasına açıktan veya yumuşak biçimde yol verdiği dil, din, ideoloji, mezhep ve kavim mensuplarını, eşit haklar aramaya kalkmaları durumunda ötekileştirir, şeytanlaştırır, vahşileştirir ve yok etmek için elindeki her olanağı kullanır.
3. 1. Kut, Kutsal ve Kutsa(n)ma
Milliyetçiliğin vazgeçilmezlerinden biri de kut anlayışıdır. Kut; mutluluk, şans, bolluk, hayat enerjisi, ruh, Tanrı’nın verdiği özel güç ve yetenek; Tanrı’nın koruması, yaşatması ve desteklemesi ile özel birine dönüşme anlamlarına gelir. Kan, canlıya hayat enerjisini dağıtmasıyla kut’u barındıran bir varlık kabul edildiğinden kutçu anlayışta çok değerli görülür. Bu nedenle kansız olmak deyimi yanında bir kavmin kanını taşımayı yüceltmek yaygın bir görüntüdür. İslâm öncesi Türk töresinde kut’u Tanrı verir ve liyakatini kaybedenden geri alır. Kendini Tanrı’nın görevlendirdiğine ve Tanrı’nın izniyle egemenlik kurduğuna inanan veya öyle bir inancı pompalayan eski Türk hakanları adlarının yanına bir de kut sözcüğünü ekler. Örneğin Mete’nin unvanı Tanrı-kut iken Göktürk kağanının unvanı Kutlug Beg’dir.[17]
Kutsamak; kut vermek, Tanrı’nın özel nimetine kavuşmak, seçilip özelleşerek Tanrı hizmetine girmek, ayrıcalıklı duruma gelmek, Tanrı’nın özel kuluna dönüşmektir. Kutlamak; birinin kuta ulaşmasını istemek, özel ve seçkin konuma yükselmesini dilemektir. Kut, tüm anlamlarıyla sınıflaşmayı, eşitlik karşıtlığını, ayrışmayı, ayrıcalıklaşmayı, torpilli olmayı ve seçkinciliği meşrûlaştırmaya yarayan bir anlayıştır. Eski Türklerde halkı yöneten kağanların (hanların) Tanrı’nın özel ilgisi ve izniyle halkı yönettiklerini iddiâ etmeleri, Tanrı’nın kendilerine insanların ulaşamayacağı bir şans ve yücelikle yönetme gücü verdiğini savunmaları o günkü dünyada yaygın biçimde var olan Tanrı-devlet modellerinin palavralarından biriydi. Kur’an’ın kut’a ve Tanrı-devlet modeline dayalı anlayış ve yönetimleri Firavun’unacı sonuüzerinden alaşağı etmesi,[18] herkesi eşitleyip şûrâ düzenini getirmesi,[19] kimsenin kimseye keyfi biçimde hükmetmek için satır sallayamayacağını söylenmesi[20] ve hiç kimsenin birilerinin sürüsü olmadığını vurgulaması[21] başta kut anlayışı olmak üzere tüm seçkinci anlayışlara atılan şamar ve muhteşem bir zihniyet devrimiydi. Öyle ki Kur’ân Yahûdîlerin putlaştırdığı, ayrıcalıklaştırdığı peygamber anlayışına bile itiraz ederken, vicdân elçisi Muhammed’i “arkadaşınız” diye tanımlayarak elçi Muhammed’i övme yalakalığı sergilemeyi reddeder.[22] Bu nedenle Kur’ân’da ne kut ne kutsanmış birey ve halk ne de görev ve sorumluluğu gereği üstün ve ayrıcalıklı yaşam şansı verilen kişi, sülale ve grup vardır. Kur’ân hem burjuva sınıfının cenneti olan lâle devrini hem de saraylarda aile ve yandaş saltanatı sefası sürenlerin sülâle devrini yıkmak; eşitlikçi, barışçı ve özgür bir dünya kurmak için gelmiştir. İmparatorlar ve egemenlerle mücadele eden peygamberlerin kıssalarını okuyanlar bu olguyu gözden kaçıramaz.[23]
Milliyetçilik ideolojisinin kut’u reddeden Kur’ân ile barışık olması imkânsızdır. Hele hele gökyüzünü çadır, Güneş’i bayrak edinip yeryüzünü kendi mülkü haline getirmeyi, tüm halkları kendi egemenliği altında yönetmeye kalkmayı kızıl elma diye öne süren anlayışla vicdân, adâlet, eşitlik, barış, kardeşik, paylaşım, dayanışma ideolojisi ve direniş teolojisi olan Kur’ân’ın aynı yolun farklı yoldaşları gibi sunulması muhafazakâr milliyetçilik veya milliyetçi muhâfazakârlık denilen acayip hokkabazlığın illüzyonudur. Kur’ân’ı bilmesek, Peygamber’i tanımasak; âyetlerin tarihsel, antropolojik ve sosyolojik koşullarını analiz etmesek milliyetçi olmak ile Kur’ân yoldaşlığının aynı şey olduğu yalanını neredeyse yutacağız. Kişiler milliyetçi olma hakkına sahiptir, ancak Kur’ân’dan günümüzün anladığı bir milliyetçiliği çıkarmaya çalışmak ve onun egemenlik tutkusuna fetih demek Kur’ân’ı anlam bozumuna uğratmaktır (tahrif).
Kur’ân’ın ekonomik düzenini kapitalist modele entegre ederek takkeli kapitalizm üretmek Kur’ân’ı kapitalist bir metâya dönüştürüp Kur’ân üstünden rantiyecilik yapmaktır. Vicdân elçisi Muhammed’in ölümünden sonra kabaran Arap kavmiyetçiliği Emevîlerle kurumsallaşmış; Emevîlerden itibaren Kur’ân, kavmiyetçilik dip dalgasını akıtan miliyetçilik yanında ekonomik eşitsizlik ve seçkinci yaşamı getiren saltanat, saray ve sarıklı emperyalizmin desteği yapılmıştır.[24]
Yaklaşım ve sonuçlarına baktığımızda yurtseverlik (vatanseverlik) vicdânî, insânî ve Kur’ânî iken milliyetçilik Kur’ânla çatışan bir ideolojidir. Kur’ân’daki millet ise “bir inanç değerinden doğan hukûk, bir dinin hukûk sistemi, bir peygamberin insanları Tanrı korumasına almak için ortaya koyduğu hukûk düzeni, yol, din”[25] demektir ve Kur’ân’daki milletin çağdaş milliyetçilik ideolojisiyle hiçbir bağı yoktur. Bu bağlamda İbrâhîm milleti demek, “sevgi ve merhamet temellerinde yükselmiş yol, yöntem ve hukûk sistemi” demektir. Bu tanımıyla da vicdân elçisi Muhammed’in kurmak istediği dünyanın alt yapısı kastedilir.[26]
3. 2. İslâm ve Sosyalizm Birlikteliği
Sosyalizm’den baktığımızda dünya halklarını bölüp birer pazar ve müşteriye dönüştüren modernizmin en etkili oyuncakları milliyetçilik ve kapitalizmdir. Kapitalizm ve milliyetçilik ideolojileri bireyler, toplumlar ve devletler arasındaki ilişkileri hırs, rekâbet, yutma, inkâr etme, yok etme, sömürme ve pasifleştirme üzerine kurar. Bu bağlamda İslâm ve Marksizm’in çağımızdaki en büyük düşmanları kapitalizm ve milliyetçilik ideolojileridir. Ancak İslâm ve Marksizm, yurtseverlik(vatanseverlik) konusunda hemfikir olmalarının yanında insanlar arasında her alanda ve her konuda eşitlik, özgürlük, kardeşlik, dayanışma, direniş, barış ve güven talepleriyle de hemfikirdir. Bu sebeple anti-kapitalist, anti-milliyetçi ve anti-emperyalist karakterleriyle birliktelik oluşturan İslâmî sosyalizm veya sosyalist İslâm dünyanın kurtarıcı bileşeni, muazzam sentezi ve yan etkisiz ilacıdır.[27]
Halkların kendi yurtlarında işgâle uğramadan özgürce yaşamasını savunan sosyalizm ile herkesin kendi değerleriyle baş başa kalması ve özgür bir dünyanın onurlu birer bileşeni olması gerektiğini savunan Kur’ân;[28] herkesin yeri yurduna, onuru ve ırzına, toprağı ve kaynaklarına saygılı olmasıyla; işgâl, istilâ, sürgün ve sömürülmeye karşı topyekûn savaşmayı kabul etmesiyle; yurtları özgürlük, güven, barış, eşitlik, kardeşlik, dayanışma, emek, paylaşım ve direniş değerlerine açmasıyla birer fetih ideolojileridir. İslâm 1.400 yıl öncesinin, bilimsel sosyalizm[29] ise son 180 yılın fetih ideolojisidir. İslâm ile sosyalizmin aynı memeden süt emen iki kardeş olduğunu gizlemek isteyen kapitalist düzenler, sosyalizmin din istismarına açtığı savaş ile Kur’ân İslâm’ının modern ve bilimsel kılıklı hurafeciliğe açtığı savaşı Tanrı’ya açılmış savaş gibi göstererek cehâletinden beslendiği halkı yanına çekmiş, sömürdükçe semizlenmiş, semirdikçe oburlaşmış; halkı uyuttukça emeği çalmış, çıkar savaşlarının bir sonucu olan işgâlleri fetih diye yutturmuş ve egemenlerin çıkarları uğruna dökülen kanı kutsayarak şehit kavramını çarpıtıp ölümü kutsamıştır.[30]
4. Fetih Sûresinin Çağlara Mesajı
Fetih sûresinin ilk iki âyetinde “Ey Muhammed! Vicdan, akıl, sağduyu ve akıllı strateji[31] sayesinde gerçekleşen Hudeybiye Barış Anlaşması ile kuşkusuz önünde yepyeni bir açılım gerçekleşti. Mekke’nin duvarları yıkıldı. Dert, sıkıntı ve kederin gitti, için açıldı, kalbin ferahladı; eline imkân geçti, ön yargı kapısı kırıldı, yolundaki engel kalktı; ambargo delindi, kılıçlar kınına girdi, kan dökülmesi durdu. Medînelilerin de maddi varlığa ulaşmasının ortamı doğdu.[32] Ey Muhammed! Bu yaptıkların nedeniyle tüm kusurların toplum tarafından görmezden gelinecek, geçmiş ve gelecek hataların vicdânlar tarafından hoş görülecek,[33] bolluk içinde yaşamana imkân sağlanacak, seni sevindiren her şey toplumun tarafından sana cömertçe verilecek; iyi ve güzel günlere ulaşacaksın.[34] Vicdân, akıl ve sağduyun seni her zaman hedef ve kuralları belli olan, eğri büğrü olmayan; dönemeci, kavşağı, iniş ve çıkışı bulunmayan yolda tutacak.[35]” denir.[36] Böylece herhangi bir savaşın zaferini kazanmamış Peygamber’e Kur’ân’da kutlama mesajı verilir. Çünkü vicdân elçisi Muhammed gönülleri sevgiye, savaşları barışa, tedirginliği güvene, endişeleri kararlılığa, akılları doğru tartıya ve düşmanlığı dostluğa açtı. Bunu yaparken yenilgi maddeleri imzalamış olsa da kalıcı barışın ve tüm farklılıklarıyla toplumsal birlikteliğin temellerini attı.[37]
Her çağın kendi gerçekliğine uygun biçimde ortaya çıkan yöntemlerle[38] elde edilen toplumsal kazançlar, tıpkı vicdân elçisi Muhammed’in stratejisi gibi kucaklayıcı, birleştirici, güven artırıcı, barış sağlayıcı, paylaşımcı ve hesap sorucu bir dünyanın temellerini atmalıdır. Her türlü politik, ekonomik, hukûksal, sosyal ve askerî yetki sahiplerinin değişimi âdil, özgür, eşit ve güvenli bir ortamın yaratılmasına katkı sağlamalıdır. Bu amaç doğrultusunda mazlumlar mağrurları alt ettiğinde toplumun varlıkları üstünde tepinmiş olanlar hukûk karşısına çıkarılmalı, halkın hakkını yiyenlere hesap sorulmalı, toplumun başında boza pişirenlere görev ve yetkilerini kötüye kullanmaktan dava açılmalıdır.[39] Çünkü vicdân elçisi Muhammed, yeni bir dünya kurarken eski dünyanın enkazını da devraldığından hiçbir zulmü cevapsız bırakmadı; bir yandan genel af ilan etti öte taraftan hesap sorulması gerekenlerden hesap sordu. Kur’ân, karanlığın efendilerinin hukûk önünde mutlaka hesap vermesi gerektiğine vurgu yapar. Çünkü hiç kimse topluma karşı yaptığının bedelini ödemeden rahata eremez.[40]
Kur’ân, fetih gününü sıradan bir gün olarak ele almaz. Çünkü fetih günü devrimin gerçekleştiği gün olduğundan istisnasız tüm yetki ve sorumluluk sahiplerinin hesaba çekilmesi,[41] intikamın değil adâletin yükseleceği âdil mahkemelerin kurulması,[42] yaptığı yanlışlar nedeniyle kaçmak üzere olanların tutuklanıp yargılanması[43] ve yaptıklarının yanına kâr kalacağını sananların bu beklentisinin boşa çıkarılması[44] fethin anlam ve öneminin gerçekleştiği gündür. Mekke’nin fethi denilen olay da Mekke’nin askerî yönden kontrol altına alınması değil; Mekke’nin zulümden adâlete açılması, karanlıktan aydınlığa çıkarılması ve güvensizlikten güven ortamına kavuşturulmasıydı.
[1] Hakkı Yılmaz, Kur’an’daki Önemli Sözcük ve Kavramlar, Feth mad., Nergiz Yayınları, İstanbul, 2017.
[2] A’râf, 89/Ebû Hilâl el-Askerî, el-Furûg Fi’l-Luğa, İşaret Yayınları, Fasl ile Feth Arasındaki Fark mad., çev. Veysel Akdoğan, 3. baskı, İstanbul, 2017.
[3] Muhammed Esed, Kur’an Kavramları, Feth mad., çev. Ömer Aydın-Ertuğrul Özalp, İşaret Yayınları, İstanbul, 2016.
[4] Secde, 29.
[5] Râğıp el-İsfehânî, el-Müfredât, F-T-H mad., çeviren ve notlandıran. Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007.
[6] Mâbed: İbadethane, ibadet evi. (Geleneksel din anlayışında tapınaklara verilen addır.)
[7] Umre: Kâbe’yi Hac mevsimi dışında ziyaret etme.
[8] Di(y)a-log: İki ya da daha çok kişinin karşılıklı konuşmasına denir. Eski Yunancadaki dia ve logos sözcüklerinin birleşiminden oluşmuştur. Sözcüğün Yunanca aslı “bir fikri izleme” anlamına gelir. Düşünce etkileşimi ve fikir alışverişinin olmazsa olmaz yöntemi diyalogdur.
[9] Hakkı Yılmaz, Tebyinü’l-Kur’ân Tefsiri, Fetih Suresi, 8. cilt, 2. baskı, İşaret Yayınları, İstanbul, 2015.
[10] Muhammed Kutub, Çağdaş Fikir Akımları, çev. M. Beşir Eryarsoy, İşaret Yayınları, İstanbul, 1986.
[11] M. Asım Köksal’ın “İslam Tarihi”, Muhammed Hamidullah’ın “Siyasi Vesikalar, İslam Peygamberi, İslam’da Devlet İdaresi”; Musa Bağcı’nın “Beşer Olarak Hz. Muhammed”, Martin Lings’in “Hz. Muhammed’in Hayatı”, Annemarie Schimmel’in “Hz. Muhammed”i, Maxime Rodinson’un “Hz. Muhammed”i, Lord John Davenport’un “Hz. Muhammed ve Kur’an-ı Kerim”i, Karen Armstrong’un “İslam Peygamberi’nin Biyografisi”.
[12] Muhammed Hamidullah, Hz. Muhammed’in Savaşları, çev. Nazire Erinç Yurter, Yeni Şafak Gazetesi Kültür Armağanı.
[13] Mozaik: Çeşitli renklerde ve küçük bir biçiminde mermer, taş veya pişmiş toprak parçalarının yan yana getirilip yapıştırılmasıyla yapılan resim ya da süsleme.
[14] Mahmut Esad Kıraç, misak-millî strateji araştırma kurulu, İngiltere’de Milliyetçiliğin Doğuşu ve Gelişimi, millidusunce.com, 30.07.2019.
[15] Seyyid Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul, 2013.
[16] Elçin Poyrazlar, Mesele Savaşlar Değil Milliyetçilik, cumhuriyet.com.tr/yazarlar, 19.10.2019.
[17] Deniz Karakurt, Türk Söylence Sözlüğü, 1. baskı, 2011, upload.wikimedia.org
[18] Yunus, 90.
[19] Şûrâ, 38.
[20] Gaşiye, 22.
[21] Bakara, 104.
[22] Necm, 2/Sâhibi-kum
[23] Kasas sûresi.
[24] Nasr Hamid Ebu Zeyd, Dinsel Söylemin Eleştirisi, çev. Fethi Ahmet Polat, Kitâbiyât Yayınları, Ankara, 2002; İlhami Güler, Direniş Teolojisi, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2010; İlhami Güler, Politik Teoloji Yazıları, Kitâbiyât Yayınları, Ankara, 2002; M. Hayri Kırbaşoğlu, Sünni Paradigmanın Oluşumunda Şâfi’î’nin Rolü, 2. baskı, Kitâbiyât Yayınları, Ankara, 2003.
[25] Râğıp el-İsfehânî, el-Müfredât, M-L-L mad., çeviren ve notlandıran. Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007. Ayrıca bakınız: Lisânu’l-‘Arab, Lexicon, Tezhîbu’l-Luga, Mekâyisu’l-Luga, Kur’an Sözlüğü (Mehmet Okuyan), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat (F. Devellioğlu).
[26] Safâ Mürsel, Bediüzzaman Said Nursi ve Devlet Felsefesi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1976; İbrahim Sarmış, Şûra’dan Saltanata, Teokrasiye ve Laisizme Yönetim, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2010; Ali Şeriati, Ebuzer, çev. Abdullah Yegin, Fecr Yayınları, İstanbul, 2007; Yaşar Nuri Öztürk, Firavun, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul, 2015; Ali Şeriati, İslam ve Sınıfsal Yapı, çev. Doğan Özlük, 3. baskı, Fecr Yayınları, İstanbul, 2012; Muhammed Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye, çev. Vecdi Akyüz, Kitabevi Yayınları, İstanbul; Hayrettin Karaman, Gerçek İslâm’da Birlik (Abdüh-Afgani-Reşit Rıza), 2. Baskı, İz Yayıncılık, İstanbul, 2007.
[27] İhsan Eliaçık, Demokratik Özgürlükçü İslam, Tekin Yayınevi, İstanbul, 2014; İhsan Eliaçık, Adalet Devleti, Bakış Yayınları, İstanbul, 2003; İslamiyat Dergisi, İslam ve Çağdaş Durum, 7. cilt, 4. sayı, Ankara, 2004; Aliya İzzetbegoviç, Doğu ve Batı Arasında İslâm, Nehir Yayınları, İstanbul, 1994; Lütfü Oflaz, Rahatsızım, Doğu Kitabevi, İstanbul, 2018; Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, 8. cilt, Sol, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007; Bayram Koca (Derleyen), Türkiye’de İslam ve Sol, Vivo Yayınevi, İstanbul, 2014; Lenin, Devlet ve Devrim, çev. M. Halim Spatar-Celal Üster, 3. baskı, Yordam Kitap, İstanbul, 2020.
[28] Kâfirûn, 6/Le-kum dînu-kum veliye dîn(i)
[29] Bilimsel sosyalizm, Friedrich Engels tarafından kullanılan, Karl Marks’ın öncülük ettiği sosyo-politik ve ekonomi-politik teoriyi tanımlar. Bilimsel sosyalizm, eski dünyanın üretim ilişkileriyle emekçiler arasındaki uzlaşılamaz çelişkiyi olguların doğal bir sonucu görür ve bunu yok edecek çözümler getirmeye çalışır. Bu sosyalizm anlayışı tarihinakış ve oluşumunu burjuva-proleter çatışmalarının doğurduğu rekâbet ve mücadeleninbelirlediğini savunur.Bu yönüyle tıpkı Kur’ân’ın mustazaf-müstekbir mücadelesi ekseninde kurguladığı tarih tezine bire bir benzer.
[30] Mustafa İslamoğlu, Şahadet Var Olmak Şahit Olmaktır, 6.12.2012, mustafaislamoglu.com
[31] Strateji: Bir amaca ulaşmak için uygulanan tüm yol ve yöntemler.
[32] İnnâ feteh-nâ le-ke fethan mübiyn(en)
[33] Li-yeğfire-le-ke’l-lâhu mâ tegaddeme min zenbi-ke ve mâ-te-ehhara
[34] Ve yutimme ni’mete-hû ‘aley-ke
[35] Ve yehdiye-ke sırâdan müstagiym(en)
[36] Fetih, 1-2/İn-nâ fetah-nâ le-ke fethan mubîn(en) li-yağfira leka’l-lâhu mâ tegaddeme min zenbi-ke ve mâ te-ahhara ve yutimme ni’mete-hu ‘aley-ke ve yehdiye-ke sırâdan mustagîm(en)
[37] Martin Lings (Ebû Bekir Sirâceddîn), Hz. Muhammed’in Hayatı, çev. Nazife Şişman, 157. baskı, İnsan Yayınları, İstanbul, 2007.
[38] Mazharuddîn Sıddıkî, Kur’ân’da Tarih Kavramı, çev. Süleyman Kalkan, 2. baskı, Pınar Yayınları, İstanbul, 1990.
[39] Kasas, 5.
[40] Enbiyâ 13; Ankebût, 13; Sâ’d, 26; Mü’min, 27; Müddessir, 46; Tekâsür, 8.
[41] Enbiyâ, 1.
[42] Enbiyâ, 47.
[43] Saffât, 24.
[44] Nebe, 27.