Evrensel ve temel suçlar nelerdir? Bu suçlar affedilebilir mi? Devletin böylesi suçları affetme yetkisi olabilir mi? Hangi suçlar affedilir, hangisi affedilemez? Affetmek dediğimiz şey nedir? Yoksa suç için af değil; sadece adalet mi söz konusu olmalıdır?
Temel suçlar dediğimiz zaman insanın yaşamı, alınteri, şerefi, onuru ve kimliğini koruma ile ilgili suçlar gelir aklımıza. Buna kısaca İslami ilimlerde makasıdü’ş-şeria deniliyor. Yani şeriatin, hukukun korumakla yükümlü olduğu insana ait temel vasıflar, onun yeryüzündeki varlığını güvence altına alan temel hukuki güvenlik yaptırımları…
Bunlardan birincisi insanın yaşamıdır. Buna hukuk dilinde can güvenliği deniliyor. İnsanın canı, yaşamı kutsaldır ve korunmalıdır. Her kim başaksının yaşamına kast ederse, canını haksız yere almaya kalkarsa bunun bir cezai yaptırımı olmalıdır. Bu nedenle dünyanın bütün hukuk sistemlerinde öldürmek suçtur. Aynı şekilde yaralamak da suçtur. İnsanın canı ve bedeni koruma altındadır. İnsanın canına kast edilemeyeceği gibi bedeninin herhangi bir yerine darp edilemez, yaralanamaz ve organlarından herhangi birisi yerinden çıkarılıp alınıp satılması söz konusu olamaz. Dolayısıyla böyle olduğuna göre insan bedeniyle, canıyla, ruhu ile bir kutsal varlık olarak kabul edilmiş oluyor. Buna karşı işlenen suçların cezai yaptırıma tabi tutulması gerekiyor.
İkinci olarak insanın yeryüzünde güvence altına alınması gereken alın teridir. İnsanın canından ve bedeninden sonra alnından döktüğü ter yani ortaya koyduğu emek kutsaldır. Bu korunmalıdır, buna uzanan eller kırılmalıdır. Her kim bunun aleyhine bir suç işlerse cezai yaptırım uygulanmalıdır. Bu nedenle kutsal kitaplar, şeriatlar dahil dünyadaki tüm hukuk sistemleri, Hammurabi kanunlarından Ortaçağ hukukuna ve Avrupa Birliği mevzuatına kadar hırsızlık suçtur. Çünkü hırsızlık insanın emeğine karşı işlenmiş bir suç olmuş oluyor. Genellikle hukuk literatüründe buna can ve mal güvenliği denir. Yani insanın canına karşı işlenen suçlar, bir de malına karşı işlenen suçlar…
Bu suçlara mal güvenliği veya mala karşı işlenen suçlar diye dediğimizde bu biraz kapitalistçe bir yaklaşım oluyor. Biz bunu emek ve alınteri diye değiştiriyoruz. İnsanın alınteri ve emeğine karşı işlenen suçlar olması gerekiyor. Çünkü o malı haksız yere de biriktirmiş olabilir ve mal güvenliği değil; emek ve alınteri güvenliği diye bir şey söz konusu olur. Bunun sonucu olan kazanımların da bunun alt maddesi olarak tabiki korunması gerekir. Ancak o kabilden mal güvenliğinden bahsedilebilir.
Üçüncü olarak güvence altına alınması gereken insanların onuru ve şerefidir. Buna karşı işlenen iftira suçu bu kapsama girmiştir. Bütün kutsal kitaplarda, dinlerde ve modern hukuk mevzuatında hakaret ve iftira suç sayılmıştır. Özellikle hakaretten öte iftira direkt suç olarak kabul edilmelidir. Çünkü hakaret ‘’kem söz sahibine aittir’’ denilerek geçiştirilebilir. Hakaretle o kadar da uğraşmayabiliriz, her hakaret edene dava açmayabiliriz. Ama iftira öyle değil. İftira kişinin iradesi yerine geçerek, onun yapmadığı bir şeyi sanki o yapmış gibi ona yöneltmek ve kişinin toplumda kendisi olarak bilinme hakkını elinden alıp, onur ve şerefini zedeleyecek şekilde iftira atmak anlamına geliyor. Bunun da suç olarak kabul edilmesi ve af kapsamı dışında tutulması gerekir.
Dördüncüsü de taciz ve tecavüzdür. İnsanlar kendilerini, bedenlerini, onurlarını, şereflerini korumak durumundadırlar. Namusa karşı işlenen suçlar. Namus burada namos anlamına geliyor. Namos kural, kaide, ilke anlamındadır. Nedir kural, kaide, ilke? Hiçbir kadının ve hiç bir erkeğin rızası alınmaksızın bedenine dokunulamaz. Rızası alınmadan onunla hiçbir şekilde ilişkiye girilemez. Aksi halde rızası alınmadan yapılan her türlü dokunma, her türlü bakış, her türlü söz, laf atma taciz ve tecavüz sınıfına girer. Ve cezai yaptırımla buna engel olunması gerekir ki insanın yeryüzündeki varlığı böylelikle korunmuş ve kollanmış olsun.
Demek ki 4 tane temel evrensel suç var; Öldürmek, çalmak, iftira atmak, taciz ve tecavüzde bulunmak. Bunlar evrensel suçlar ve dünyanın neresine gidilirse gidilsin, hangi hukuk sistemi bakılırsa bakılsın orada bunlar suç olarak kabul edilir. Çünkü bunlar insanın yaşamına, alın terine, emeğine, onuruna, şerefine ve bedenine yönelik işlenmiş suçlar olmaktadır. Hukuk dediğimiz şey de yasa zırhıyla insanoğlunu korumakla mükellef. Hukuk bundan başka neye yarar ki? Bir de hayvanları, çevreyi ve doğayı korumak var, onların hukuku da ayrı. Şimdi insana karşı işlenen temel suçlardan bahsediyoruz.
Şu halde; bir devlet bunları affetme yetkisine sahip olmamalıdır. Devlet insanların birbirine karşı işlediği öldürme, çalma, taciz ve tecavüz, iftira gibi suçları af edemez, bunları af yetkisi kapsamında göremez. Bunun dışında insanları çeşitli sebeplerle mahkum etmek, hele hele düşünce suçları; fikrini açıkladı, görüş bildirdi, devletin icraatlarına eleştirdi, hükümete laf söyledi diye veya kamu idarecilerini, kamu idaresi konusunda eleştirdi, tenkit etti diye kimse suçlu ilan edilmemeli ve mahkumiyet verilmemelidir. Düşünce suçları tamamen suç olmaktan çıkarılmalıdır. İnsanlar birbirlerine karşı suç işlediği zaman ve bu suçlar temel insanlık suçları olduğu zaman burada af söz konusu olmaz. Böylesi bir durumda konuşması gereken sadece adalettir. Adaletin nasıl sağlanacağı, adaletin bunları nasıl tekrar eski masum ve suçsuz hale döndüreceği konuşulabilir.
Kur’an-ı Kerim’de bile kul hakkıyla karşıma gelmeyin anlamına gelecek ayetler vardır. Müslüman kültürde de böyle denir. Herhangi bir kahveye gitseniz vatandaş böyle konuşur. ‘’Cenabı Hak ne demiş? Kul hakkı ile karşıma gelmeyin demiş’.’ Bunun Kur’an’daki karşılığı zulmedenlerle ilgili tüm ayetlerdir. Çünkü zulüm hak yemek demek. Bunun yaşayan Türkçede, gündelik sokak dilindeki karşılığı ‘’Allah kul hakkıyla karşıma gelmeyin’’ diyor şeklindedir.
Dolayısıyla kul hakkı dediğimiz şey de insanın yaşamı, bedeni, onuru, şerefi, alın teri, emeği ile ilgili herhangi bir ihlalde bulunmak, bunlara yönelik herhangi bir suç işlemektir. Bunlar direk kul hakkına girmektedir. Bunlar olduğu zaman ahiretteki hesaplaşmada adeta Cenabı Hak ‘’Karşıma böyle gelirseniz sizi ben bile kurtaramam, kimin hakkını yediyseniz gidip onunla yüzleşeceksiniz, helalleşeceksiniz. Sonra da adaletin gereği neyse bunun bedelini ödeyeceksiniz. Ondan sonra karşıma geleceksiniz’’ demek istemektedir. Burada anlatılan bu. Şu halde dünyada herhangi bir devletin bunları nasıl affetme yetkisi olabilir? Dünyada herhangi bir devletin insanların birbirini öldürüşünü, emeklerinin çalınışını, bedenine, namusuna göz dikilişini nasıl affedip yok sayabilir.
Devlet olsa olsa kendine karşı işlenen suçları affedebilir. Mesela yaygın bir suçlama olarak ve demokrasinin kılıcı gibi herkesin tepesinde duran ‘’terör propagandası yapmak, devletin siyasi ve iktisadi temel nizamlarını değiştirmeye kalkmak, devlete ve büyüklerine hakaret etmek’’ gibi bir sürü suç tanımlanıyor. Bunların hepsinin düşünce açıklama grubuna girmesi gerekir. Bunlar nedir? Bunlar eleştiri mahiyetinde düşünce açıklamalarıdır ve kamu görevlilerinin de yararınadır. Çünkü kamu görevlilerine yönelik işlenen suçlar bir nevi onlara yol gösterme olmaktadır. Neyi yanlış yaptıkları konusunda onları uyarma olmaktadır. ‘’Onu öyle değil böyle yapmalısınız, o yaptığınız yanlış şöyle doğru’’ denilmektedir.
Dolayısıyla bunların hiçbirisinin suç olmaması gerekir. Hatta bunlar sert, sarsıcı, incitici tarzda da olabilir. Düşünce açıklamaları kamu görevlilerine yönelik sarsıcı mahiyette de olabilir. Bunlara dahi göz yumulması gerekir. Çünkü kamu görevi demek, ateşten bir gömleği giymek, insanların vergilerini toplamak, insanların 20 yaşındaki çocuklarını askere alıp onları savaşa sürmek, onlara emir vermek demektir. Kamu görevlisi demek, vatandaşın önünü ilikleyerek ona saygı göstermesi demektir. Kamu görevlisinin yemesi, içmesi, sağlığı, sıhhati, lojmanı, halk tarafından karşılanması demektir. Önüne kırmızı halılar serilen ve kendisine itaat edilen kişi demektir. Ve bütün bunların da bir bedeli vardır. Bu bedel eleştiriye göğüs germektir. Kamu görevlileri bu nedenle mangal yürekli olmalıdır. Yani her türlü eleştiriyi içine alıp, içinde eritmelidir ve geniş, engin bir hoşgörüye sahip olmalıdır. Eğer bedenen, ruhen, yapı olarak böyle bir şeyi kaldıracak durumda değilseler kamu görevini bırakmalı, kendi şahsi işleri ile uğraşmalıdırlar. ‘’Ben bu kadar eleştiriyi kaldıramam, tabiatım buna müsait değil’’ diyerek kamu görevinden ayrılmalıdırlar. Çünkü kamu görevi herkesin işini üzerine almak, kendi şahsi işini bırakıp, insanların işine koşturmak demektir. İnsanların işine koşturduğunuz zaman, insanlar sokaklarını süpürmeniz, eğitim, sağlık, güvenliklerini sağlamanız için size vergi verirler. Bu vergileri harcama yetkisine de sahip olursunuz. Vergi yoluyla paralarını aldığınız insanların doğal hesap sorma ve eleştiri hakkı doğuyor. Nereye harcadın bu paraları? Bugün benim için ne yaptın? Şunu niye böyle yaptın? diye sorarlar. Çünkü para onların, memleket onların, sizi kamu görevlisi olarak seçmişler ve idareye getirmişler. Memleket kamu görevlilerinin değildir; memleket kamu görevlilerini seçenlerindir. Dolayısıyla onların bu tür eleştirileri yapmasına kamu görevlilerinin tahammül etmesi gerekir. Tahammül edemedikleri takdirde de oradan ayrılmaları gerekir. Çünkü bünyede hastalık yaratabilir, her bünye bunu kaldırmayabilir.
Şu halde kamu görevlilerine yönelik suç işlendi diye temel insanlık suçlarını dahi affetme yetkisini devlet kendisinde görmemelidir. Sadece kendisine yönelik olan suçları affedebilir. Ki bugün memlekette bu saydığım dört temel suçun dışında yani hırsızlık, adam öldürme, taciz tecavüz, iftira suçlarının dışında yargılanan herkes serbest bırakılmalı, genel af çıkmalı, zindanlar boşaltılmalıdır. Bunun da zaman zaman yapılması gerekir. Çünkü devletin yaptığı haksızlıklar çok fazla kabarık bir yekün teşkil ediyor. 1 masumu içeride tutmak ve haksız yeri cezalandırmak yerine 10 tane suçlunun dışarıda olması bundan evladır. Yeter ki masum biri, yeter ki günahsız biri ceza çekmesin.