“TÜRKİYE’de askeri vesayetten kurtulmaya dair derin bir değişim var. Bu değişim sırasında, Ergenekon davası sürecinde birtakım garabetler yaşanmasının önemi yok.”
Bu bakış açısını anlıyorum. Üstelik zaten anlamasak bile böyle düşünenlerin psikolojik ve siyasi üstünlüğü apaçık ortada. Öte yandan Özal’ın bıraktığı “Anayasa’yı bir kere delmekle bir şey olmaz” mirasının sonuçları giderek tehlikeli hale geliyor. Hukuki garabetler sadece Ergenekon meselesiyle sınırlı kalmıyor, başka ideolojik emellerin yaygın ve hatta meşru araçları haline geliyor. Şöyle ki…
Samsun’da yedi genç tutuklandı. İkisi Halkevi, beşi üniversite öğrencisi ve Öğrenci Kolektifleri üyesi. Biri de 17 yaşında. Polis, “Devrimci Gençlik” diye bir “yasadışı örgüt” uydurmuş, hepsini bu nedenle içeri almış. Halkevleri’ni, gecekonduda dayanışma çalışmalarıyla, Kolektifleri de otobüslere yapılan zamlardaki tatlı, eğlenceli eylemleriyle hatırlayacaksınız. Samsun’daki Kolektif’in, 19 Mayıs Üniversitesi- ’nde “Üniversitede sermaye istemiyoruz” diyerek Ali Sabancı’ya yumurta atmaya çalışması da belki aklınıza gelir. (Bu arada Zaman Gazetesi’nin 4 Nisan 2010 tarihli “Yumurtalı eylemlerin altından terör örgütleri çıkıyor” başlıklı tuhaf haberini hatırlatmak isterim. Okuduğum gün beni güldüren ama bugünden bakınca, polisin uydurduğu “Devrimci Gençlik Örgütü”ne ilham vermiş bir habercilik(!) örneği gibi duruyor. Ayrıca Ali Sabancı, bir yumurtanın yedi gencin hayatını kararttığını bilse ne yapardı acaba?)
Kolektif’in yaptığı şey yumurta atmak değil sadece. Gecekondularda yoksul çocuklara derslerinde yardım ediyor; müzik, resim, tiyatro çalışmaları yapıyorlar. “Okumuş insan halkın yanındadır” diyerek okuma yazma kursları düzenliyorlar. Budur yani. Yedi arkadaşlarının “terörist” suçlamasıyla, üstelik Samsun gibi bir yerde bütün yerel basına haber verilerek içeri alınmasının nedenleri, birinin evinde Mahir Çayan posteri bulunması, postal giymeleri gibi birbirinden acayip şeyler. Peki bunun Ergenekon’la ne ilgisi var?
Ne çocuklar, ne avukatları ne de basın suçlamaları göremiyorlar. Bu çocuklar şimdi Ankara’da özel yetkili mahkemede yargılanacak durup dururken. Neyle suçlandıklarını tam bilemeden ayları geçecek. Avukatlarıyla konuştum. Birçok başka hukukçu gibi onlar da aynı şeyi söylüyor:
“Ergenekon’dan sonra âdet oldu. Saçma sapan konularda gizlilik kararı çıkarıyorlar, insanlar neyle suçlandıklarını aylarca bilemiyor.” Ergenekon sürecini, doğal olarak herkes savunduğu değerler bakımından ele alıyor. Hukuki yanlışlara dikkat çekenler “darbeci” olmakla suçlanıyor. Eyvallah! Ama bakın işte yedi gencecik insan, Ergenekon’un Türkiye hukuk sistemine bıraktığı miras nedeniyle şimdi hukuksuz bir biçimde içeride tutuluyor. Bu durumda yapılması gereken, önce Ergenekon muammasında neler olup bittiğini öğrenmek. Bu yüzden size bu yaz okumak isteyeceğiniz bir kitap önereceğim.
Arkadaşlarımız Ahmet Şık ve Ertuğrul Mavioğlu, iki ciltlik “Kırk Katır Kırk Satır” (İthaki Yayınları) adlı bir kitap hazırladılar. Birinci cilt, “Kontrgerilla ve Ergenekon’u Anlama Kılavuzu”. İkinci cilt, “Ergenekon’da Kim Kimdir”. Bu yaz “sahil kitabınız” mı olur, masanın başında altını çize çize mi okursunuz, bilemem. Ama bu kitapları muhakkak edinin. Ben bugünlerde okuyorum ve kafam açılıyor, müthiş yararlanıyorum. En önemlisi kafamdaki dağınık bilgi parçaları bir düzene giriyor ki en ihtiyaç duyduğumuz şey. Yedi çocuğun, Türkiye’deki “değişimin” hukukta yarattığı bozuşmayla nasıl kurban edildiğini daha iyi anlıyorum.
Ayıptır, günahtır, zulümdür!
Bu bakış açısını anlıyorum. Üstelik zaten anlamasak bile böyle düşünenlerin psikolojik ve siyasi üstünlüğü apaçık ortada. Öte yandan Özal’ın bıraktığı “Anayasa’yı bir kere delmekle bir şey olmaz” mirasının sonuçları giderek tehlikeli hale geliyor. Hukuki garabetler sadece Ergenekon meselesiyle sınırlı kalmıyor, başka ideolojik emellerin yaygın ve hatta meşru araçları haline geliyor. Şöyle ki…
Samsun’da yedi genç tutuklandı. İkisi Halkevi, beşi üniversite öğrencisi ve Öğrenci Kolektifleri üyesi. Biri de 17 yaşında. Polis, “Devrimci Gençlik” diye bir “yasadışı örgüt” uydurmuş, hepsini bu nedenle içeri almış. Halkevleri’ni, gecekonduda dayanışma çalışmalarıyla, Kolektifleri de otobüslere yapılan zamlardaki tatlı, eğlenceli eylemleriyle hatırlayacaksınız. Samsun’daki Kolektif’in, 19 Mayıs Üniversitesi- ’nde “Üniversitede sermaye istemiyoruz” diyerek Ali Sabancı’ya yumurta atmaya çalışması da belki aklınıza gelir. (Bu arada Zaman Gazetesi’nin 4 Nisan 2010 tarihli “Yumurtalı eylemlerin altından terör örgütleri çıkıyor” başlıklı tuhaf haberini hatırlatmak isterim. Okuduğum gün beni güldüren ama bugünden bakınca, polisin uydurduğu “Devrimci Gençlik Örgütü”ne ilham vermiş bir habercilik(!) örneği gibi duruyor. Ayrıca Ali Sabancı, bir yumurtanın yedi gencin hayatını kararttığını bilse ne yapardı acaba?)
Kolektif’in yaptığı şey yumurta atmak değil sadece. Gecekondularda yoksul çocuklara derslerinde yardım ediyor; müzik, resim, tiyatro çalışmaları yapıyorlar. “Okumuş insan halkın yanındadır” diyerek okuma yazma kursları düzenliyorlar. Budur yani. Yedi arkadaşlarının “terörist” suçlamasıyla, üstelik Samsun gibi bir yerde bütün yerel basına haber verilerek içeri alınmasının nedenleri, birinin evinde Mahir Çayan posteri bulunması, postal giymeleri gibi birbirinden acayip şeyler. Peki bunun Ergenekon’la ne ilgisi var?
Ne çocuklar, ne avukatları ne de basın suçlamaları göremiyorlar. Bu çocuklar şimdi Ankara’da özel yetkili mahkemede yargılanacak durup dururken. Neyle suçlandıklarını tam bilemeden ayları geçecek. Avukatlarıyla konuştum. Birçok başka hukukçu gibi onlar da aynı şeyi söylüyor:
“Ergenekon’dan sonra âdet oldu. Saçma sapan konularda gizlilik kararı çıkarıyorlar, insanlar neyle suçlandıklarını aylarca bilemiyor.” Ergenekon sürecini, doğal olarak herkes savunduğu değerler bakımından ele alıyor. Hukuki yanlışlara dikkat çekenler “darbeci” olmakla suçlanıyor. Eyvallah! Ama bakın işte yedi gencecik insan, Ergenekon’un Türkiye hukuk sistemine bıraktığı miras nedeniyle şimdi hukuksuz bir biçimde içeride tutuluyor. Bu durumda yapılması gereken, önce Ergenekon muammasında neler olup bittiğini öğrenmek. Bu yüzden size bu yaz okumak isteyeceğiniz bir kitap önereceğim.
Arkadaşlarımız Ahmet Şık ve Ertuğrul Mavioğlu, iki ciltlik “Kırk Katır Kırk Satır” (İthaki Yayınları) adlı bir kitap hazırladılar. Birinci cilt, “Kontrgerilla ve Ergenekon’u Anlama Kılavuzu”. İkinci cilt, “Ergenekon’da Kim Kimdir”. Bu yaz “sahil kitabınız” mı olur, masanın başında altını çize çize mi okursunuz, bilemem. Ama bu kitapları muhakkak edinin. Ben bugünlerde okuyorum ve kafam açılıyor, müthiş yararlanıyorum. En önemlisi kafamdaki dağınık bilgi parçaları bir düzene giriyor ki en ihtiyaç duyduğumuz şey. Yedi çocuğun, Türkiye’deki “değişimin” hukukta yarattığı bozuşmayla nasıl kurban edildiğini daha iyi anlıyorum.
Ayıptır, günahtır, zulümdür!
GAZETECİ arkadaşımız, Express Dergisi çalışanı İrfan Aktan’a verilen ve her kafası çalışan insana kötü bir şaka gibi gelecek 15 ay hapis cezası kesinleşti. Yaptığı tek şey ,iktidar Kürt açılımı yaparken gidip Kürtlerle konuşmaktı. İktidardakilerle yakın olmadığı için, mesleğini icra etmesi “örgüt propagandası” sayıldı. Ayıptır, günahtır, zulümdür! Gazetecilere verilen cezalar artık canımıza tak etti. Yargıtay’dan beklediğimiz bu ayıbın sonbaharda düzeltilmesidir. Bu konuda konuşmaya devam edeceğim.
Haberturk