Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Vakıf Haftası dolayısıyla yaptığı açıklamada üçüncü köprüye karşı olanları anlamanın mümkün olmadığını, mevcut köprülerin ihtiyaca cevap vermediğini söylemişti. Oysa Erdoğan’ın anlamadığını İstanbullular rahatlıkla anlayabiliyor.
İstanbul; rüzgar, deprem, kar ve yağmur gibi doğa olaylarını felaket olarak yaşıyor. Üçüncü köprü bunların hiçbirini çözmüyor.
Konuttan okul ve hastanelere kadar kullanılmakta olan hemen tüm binalar oluşacak bir depremde yıkılmayı bekler durumdalar. 2008 sonbaharında yaşanan lodosta şehir hatları vapurunun yanaştığı Karaköy yüzer iskelesi sulara gömüldü, insanlar canlarını zor kurtardılar.
Geçtiğimiz yıl ise aşırı yağış yerleşim birimlerinin sular altında kalmasına ve çok sayıda insanın yaşamını kaybetmesine neden oldu. Bu yılın ocak ayında meydana gelen kar yağışı 2004’te olduğu gibi 2010’da da elektrik kesintisine yol açtı. Çok sayıda insan metro hattında kaldı, kent ortaçağ karanlığına gömüldü. İstanbullular saatlerce hiçbir yerle iletişim kuramadı, kombiler çalışmadı. Üstelik tüm büyükşehirler elektrik için kış soğuğunda ABD, Rus ve Avrupa tekellerinin açıklamasına mahkum bekliyor.
2010 kışında da doğalgaz pahalı olduğu için soba kullanılan evlerde emekçiler canlarından oldular. Güvenlik masrafları belediyece karşılanmadığı için gaz sızıntısının olduğu bir evde zilin çalmasıyla apartmandaki bir daire eşyalarıyla birlikte sokağa boşaldı. Bu sorunların çözülmesi için hiçbir adım atmayan Erdoğan, ulaşım alanındaki ihtiyaçlara da gözlerini kapamış durumda.
Başbakan Erdoğan köprüye karşı olanları anlamadığını belirttiği açıklamasında birinci ve ikinci köprülerin ihtiyaca cevap vermediklerini ve üçüncü köprünün ihtiyaçtan doğdunu belirtti. Çünkü, Erdoğan, İstanbul’da özel araç sahipliğinin arttırılmasını hedefliyor.
İstanbul’da şimdiye kadar inşası tamamlanan ve planlanan tüm metro sistemleri için harcanan paranın kat kat fazlası sadece otoyol ve bağlantı yolları ile birlikte Boğaz köprülerine ayrıldı. Kaynaklar müteahit firmalara ve yollara harcandı. İETT de “para yok” diyerek ile büyük bir kredi yükünün altına girdi ve şu an iflasa sürükleniyor. İstanbul trafiği insan değil, araç taşır hale gelirken, bir yandan da toplu taşımacılık çöküşünü bekler durumda.
Oysa ki, hazırlanan tüm ulaşım ana planlarında İstanbul’un ihtiyacı, ulaşımın kolektifleştirilmesi olarak belirtilmişti. Kolektifleştirme denilecek basit bir tercihli yol (Metrobüs) uygulamasını bile İstanbullularda önce büyük memnuniyetler yaratırken, daha sonra zam, sıkışıklık yüzünden hüsrana dönüştü. Ama özel taşıt sahipliğini özendirmek için hem E5’te kazalara sebep olan yeni şeritler eklendi, hem de üçüncü köprünün trafiği rahatlatacağı iddiaları aralıksız sürdürüldü. Ulaşımın kolektifleştirilmesi bilinçli olarak engellendi.
Hala transit geçişlerin üçüncü köprüye aktarılması ile trafiğin rahatlayacağı söyleniyor. Oysa İstanbul trafiğinde transit geçişlerin payı ise sadece yüzde 3 dolaylarında; Marmaray hattında geceleri yük taşımacılığı yapılacağı zaten biliniyor; İDO, Marmara Denizi’ni Ro-Ro gemileri ile katetmek için planlar yapıyor. Yani üçüncü köprü transit taşımacılık için bile bir ihtiyaç olarak görünmüyor.
AKP döneminde büyük sermaye kentten büyük miktarlarda arsa topladı, gecekondulular kentleşmenin aktörü olmaktan çıktı. Otoyol kenarlarında gecekondulular değil, gayrimenkul yatırım ortaklıkları arsa topladı.
Bu firmalar ellerindeki arsaları kentin ihtiyaçları için değil, rant getirecek projeler için kullanıyorlar ve kentin çevresinde İstanbul kentinin yarısına yakın büyüklüğünde toprak, sadece spekülasyon için boş bekletiliyor. Bu yüzden kentte konutların fiyatı hızla yukarı çekiliyor, artan rantla eğitim, sağlık ve kültür alanlarının satışı özendiriliyor. Bu rantlara bankalar ipotekleme ve iştirakleri ile el koymaya çalışıyor.
“Arsa kalmadı, devlet arsa üretsin” diyerek, kentin yayılmasını talep eden bankalar ve rant firmaları kenti planlamaya başladılar. Plana göre; kent merkezleri Roma ve Paris’te olduğu gibi ancak turizm sektörlerinin yerleşebileceği, mevcut otoyolların kenarları İstanbulluların AVM’lere sıkıştırılarak kent merkezlerinden koparılacağı, kentin çeperleri ise, ormanlıklar içinde golf sahaları ve ikinci, üçüncü konut gibi asalak faaliyetlere konu ediliyor.
Üçüncü köprü trafiği çözmek değil, trafik yaratmak için gündeme geldi. Ne kadar çok trafik yaratılırsa, üçüncü köprüyü yapacak tekeller o kadar rant elde edecekler. Bunun için bankalarla kurdukları ortaklıklarla sadece otoyol inşa etmiyorlar, 1910’larda Berlin’deki ulaşım tekellerinin yaptığı gibi otoyol çevresindeki arazileri de bu bankalar topluyorlar.
Bu yüzden Riva ve Kilyos’ta projeler geliştirildi, hektarlarca büyüklüğündeki çiftlik arazileri büyük şirketlerin eline geçti. Ekonomist ve Para gibi dergilerde değerlenecek bölgelere sık sık işaret edildi, spekülasyonun ardı arkası kesilmedi. 40 yıldır emekçilerin kullandıkları araziler ise acil kamulaştırma tehdiyle büyük şirketlerin eline geçti. Sırada 2B arazilerinin satılabilir hale getirilmesi var. 2B orman arazilerinin, özel mülk dönüştürülmesinden sonra türlü tehditler ve tapu cinayetleri ile bu toprakların spekülatörlerin eline geçmesine çalışılacağı tahmin edilebiliyor.