Nihayet Erdoğan, aylardır beklenen tarihi açıkladı: 14 Mayıs…
Tam sekiz hafta sonra Türkiye seçime gidiyor. Böylece aylardır konuşulan, “Erdoğan aday olmayacak” ve “Seçim yapılmayacak” iddiaları boşa çıkmış oldu.
Sırada iki iddia daha var: “Seçim öncesi iktidarını korumak için her şeyi yapacak” ve “Seçimi kaybetse de gitmeyecek.”
Önce ilk iki tezin neden çöktüğünü özetleyeyim:
Erdoğan’ın kaybedeceğini anlayınca yerine başkasını aday göstermesi, savaştan önce komutanın cepheden çekilmesi anlamı taşıyacaktı. Ayrıca kamuoyu yoklamaları, Erdoğan’ın oyunun partisinin çok önünde olduğunu gösteriyor. Yani, kaçışı yoktu.
Depremi bahane ederek seçimi bir yıl geciktirmeyi düşündü. Ama işlerin bir yılda daha da kötüye gideceğini kendisi de gördü. Deprem, en çok kendi seçmenini vurmuştu. Muhalefet, yükselişe geçmişti. Bir inşaat seferberliğiyle, “Yine de bu enkazı ancak ben kaldırırım” mesajı verip çoğunluğu inandırabileceğine güvendi.
İktidarını korumak için her şeyi yapacağının birçok belirtisi var: Seçimin hakemi sayılan Yüksek Seçim Kurulu kendi kontrolünde… Deprem bölgesindeki oyların nasıl sayılacağı sorusundan, seçimin kilit partisi HDP’nin kapatılması ihtimaline kadar birçok belirsizlik ortada… AKP, 2015’teki seçimi kaybettiğinde Türkiye bir anda korkunç bir terör ortamına sürüklenmiş, Erdoğan, “iktidarı geri verin, bitsin” demiş ve beş ay sonra yenilenen seçimleri kazanmıştı. Aynı senaryonun tekrarlanması ihtimali, herkesi korkutuyor. Şu farkla ki, sekiz yıl önceki bu tuzağı görenler, şimdi yeniden düşmemek için tecrübeli… Daha da önemlisi, bu kez 2015’teki dağınık muhalefet yok: Tersine, merkez sağcısı sosyal demokratı, ülkücüsü devrimcisi, Türkü Kürdü, ılımlı İslamcısı LGBT destekçisiyle, adalet ve demokrasi arayan çok geniş bir kesim birarada… Onlara kısaca “Erdoğan Gitsin İttifakı” deniliyor. Hepsi de Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekliyor.
Son geri sayım başladı. “Hiçbir otokrat seçimle gitmez” tezi de çökerse, Türkiye dünyaya da çok önemli bir örnek sunmuş olacak.