Sık sık duyuyorsunuz Emevî dini sözünü. “Bunun Kur’an İslam’ında yeri yoktur. Bunları Emeviler İslam’a sokmuştur. Emeviler döneminde bu adetler başlamıştır…” vb. birçok söz duyuyorsunuzdur.
Acaba Emevî dini dediğimiz şey nedir? Tam olarak ne zaman başlamıştır ve ne yapmıştır? Yoksa zaten İslam’ın özünde var olan şeyleri, hoşumuza gitmediği için veya İslam’da onların olmasını istemediğimiz için Emevî dininin üzerine mi yıkıyoruz? Emevî dini deyip işin içinden çıkmaya mı çalışıyoruz? Gerçekten Emevî dini nedir, ne yapmıştır, ne zaman başlamıştır? İslam’ı nereden yıkmıştır? Özetle, başlıklar halinde aktarmaya çalışacağım. Tabi bu çok uzun bir hikaye ama en azından başlıklarla gidebiliriz.
Dört isim üzerinden anlatmaya çalışayım. Ebu Süfyan, Muaviye, Yezid ve Mervan… Bunlar Ümeyyeoğullarının ileri gelenleridir. Ümeyyeoğulları aşireti deyince akla bunlar gelir. Ümeyyeoğulları Mekke’de Kureyş Kabilesi içerisinde bir aşirettir. Peygamberin etrafındaki sahabelerden birçoğu Ümeyyeoğullarına mensuptu. Mesela halife Osman Ümeyyeoğullarına, halife Ömer Adioğullarına, halife Ebubekir Teymoğullarına ve dördüncü halife Ali de Haşimoğullarına yani Peygamberin aşiretine mensuptu. O dönemde aşiretler çok önemliydi, bugünün partileri gibiydi. Bir aşiret diğer aşiretle çeşitli şekillerde sözleşebilir ve anlaşabilirdi. Bir aşiretten birisi suç işlerse, o aşiretin kendisi, o suçu işleyeni cezalandırır karşı aşirete bunun cezasını bırakmazdı. Bir aşiretin evet dediğine, öbür aşiret hayır derdi ve birbirleriyle anlaşamazlardı. Medine’de böyle aşiretler vardı. 300 yıl boyunca aralarında kan davaları sürüyordu ve aşiretlerin birbiriyle olan savaşı bir türlü bitmiyordu.
Peygamber yeni bir üst değerler getirerek İslamiyet bayrağı altında bunların çoğunu birleştirdi ve çeşitli aşiretlere mensup birçok kişi Peygamberin bayrağı altında toplandı. Fakat bunlar aşiret geleneklerini ve kültürlerini tam olarak da bırakmadılar. Kendi aşiret gelenekleriyle yani sırtlarındaki kamburlarıyla, yükleri ile beraber geldiler. Eski kafalarıyla, eski zihniyetleri ile beraber geldiler. İslamiyet’in içinde Bedir Savaşı’na, Uhud Savaşı’na giderken bile hala aşiretçilikler yapılıyordu.
Ebu Süfyan Mekke fethedilmeden hemen önce teslim oldu. Baktı ki Mekke elden gidiyor, Peygamber ve arkadaşları 10.000 kişilik bir orduyla Mekke’nin kapılarına dayanmış, yapılacak da pek bir şey yok, kan dökülmeden Mekke’yi teslim etti. Ebu Cehil Bedir Savaşı’nda ölmüş ve onun yerine Ebu Süfyan geçmişti. Ümeyyeoğulları Mekke’yi yönetiyordu ve Mekke’yi yöneten aşiretin reisi olarak Mekke’yi Peygambere ve arkadaşlarına teslim etti. Kendisinin de Müslüman olduğunu söyledi. Fakat Huneyn Gazvesinden dönerken Peygamberden ganimet malları istiyordu. Nerede koyun var, nerede davar sığır toplanmış, nerede zekat malları birikmiş, hemen onun etrafında dolanan, işi gücü mal mülk olan, tüccar kafalı birisiydi. Peygamberin etrafında da bunun için dolanıp duruyordu. Çok önemli görevler almadı, biraz geride durdu. Mekke’yi teslim ediyormuş gibi göründü. Sonradan bunun böyle olduğu anlaşılıyor. ‘’Nasıl olsa devran dönecek, bizim günlerimiz yine gelecek’’ diye düşündü. Peygamberin o coşkulu, heyecanlı İslam’ın çıkışı karşısında tutunamayacağını anladığı için Mekke’nin fethinden sonra Peygamber ve arkadaşlarına Mekke’yi teslim ediyormuş gibi göründü. Hafiften arka plana geçerek kendi adamlarını yavaş yavaş Peygamberin etrafına sokarak kadrolaşma yoluna gitti. Kısa sürede Ümeyyeoğullarının hemen hemen hepsi Müslüman olduklarını, Peygamberin yoluna girdiklerini söylemeye başladılar. Daha çok da yönetici aileler, bugünkü tabirle güngörmüş ailelerden oluşuyorlardı. Mekke’nin ileri gelen burjuvazisi Ümeyyeoğullarıydı, çoğu yönetici, savaşçı ve komutandı. Peygamberin son dönemlerinden itibaren, kadro eksikliği bunlarla giderilmeye başlandı. Yani yönetici, savaşçı, okuma-yazma bilen, bürokrat insan ihtiyacı hasıl olunca bunlar akla geliyordu ve bunlar ön plana çıkıyordu. Zaten çoğu Mekke’nin yönetici aileleriydi. Böyle yavaş yavaş sızmaya başladılar. Özellikle halife Osman döneminde iyice güç bulmaya başladılar. Çünkü Osman da sonuç itibariyle Ümeyyeoğullarındandı. Bütün hükümet kadroları, valiler, bürokrasi onun döneminde iyice Ümeyyeeoğullarından oluşmaya başladı. Mesela bunlardan bir tanesi Mervan’dır ama ondan önceki de Ebu Süfyan oğlu Muaviye tâ halife Ömer zamanında Şam’a vali tayin edildi. Şam’a vali tayin edilmesinde Ebu Süfyan’ın rolü büyüktü. Süratle yeni yönetimin kadrolarına sızma politikası izledi. Ebu Süfyan dönmüş göründükten sonra ilk önemli başarısı oğlunun Şam valiliğine atanması oldu. Muaviye oradan 20 yıl boyunca bir daha gitmedi. Şam’da adeta devlet içinde bir devlet kurarak, orayı kendisi için kurtarılmış bölge haline getirdi. Daha sonra Ali’yi tanımayarak onun hilafetine karşı savaştı ve Ali öldürüldükten sonra da Muaviye tüm İslam dünyasının merkezi yönetimini Medine’de ele geçirmiş oldu. Oğlu Yezid ile beraber çifte biat aldı. Yani benden sonra oğlum Yezid’e biat edeceksiniz diyerek ulema, ileri gelenler önce Muaviye’ye hemen sonra sağ yanındaki Yezid’e yaşarken, ölmemişken çifte biat ettiler. Yani seni halife olarak tanıyoruz, Allah’a, Resulüne ve ulu’l-emre itaat edeceğiz, sen öldükten sonra da senin yerine geçecek olan Yezid’e biat ediyoruz dediler. Daha yaşarken bütün ulemadan çifte biat aldı. Ve onun yerine oğlu Yezid yaşarken atanmış oldu.
Yezid döneminin en önemli olayı Kerbela olayıdır biliyorsunuz. Kerbela olayında İslamiyet doğduğu topraklara gömüldü. 72 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı, Hz. Hüseyin orada şehit edildi. Kerbela’dan sonra Yezid orduları Medine’ye yürüdüler. Medine’de 900 sahabe kadına tecavüz ettiler. Medine’nin altını üstüne getirerek yağmaladılar. Neredeyse % 90 araziye, tarlalara, bahçelere, topraklara el koyarak kendi şahsi mülkleri haline getirdiler. Peygamber Medine’de yatıyordu. Medine yetmedi bu sefer Mekke’ye yürüdüler ve Mekke’deki Kabe’yi mancınıklarla 3 gün boyunca ateşe tabi tuttular. Bu mancınıklardan etkilenen Mekke’nin örtüsü tutuştu ve Kabe 3 gün boyunca cayır cayır yandı. Bu olaya hemen Kerbela’dan sonra Harre Vak’ası deniyor. Bu esnada bütün Mekke ve Medine yerle yeksan oldu. Önce Kerbela, sonra Medine, sonra Mekke, İslam’ın kalbi Peygamberin yattığı yer, Allah’ın evinin bulunduğu mekan yakıldı. Artık bundan sonra yeryüzünde bir İslamiyetten bahsetmek söz konusu olamazdı.
İşte Emevî dini bundan sonra kuruldu. Fakat Yezid fazla yaşamadı. Onun yerine Ümeyyeoğulları içerisinde öbür boy olan Mervanoğulları yönetime geçti. Onlarda Ümeyyeoğulları aşiretiydi. Mervan kimdi? Mervan bir keresinde Mekke’de henüz daha Kur’an nazil oluyorken, Peygamber hayatta iken, Ali İmran suresini Peygamber Mervan’a yazdırıyordu. Çünkü Mervan Muaviye gibi aristokrat aile çocuğu olduğu için okuma-yazması olanlardan birisiydi. Ama Peygamberin de okuması yazması vardı. ‘’Peygamber okuma yazma bilmiyor’’ ifadesi yanlıştır. Çünkü Mervan’ın yaptığı bir sahtekarlığı Peygamber yakaladı. Ona Ali İmran suresi yazdırıyordu. Ali İmran suresinden ‘’Biz Âl-i İmran’ı alemlere faziletli kıldık’’ ayetini yazarken Mervan ‘’Âl-i İmran’ı’’ ‘’Âl-i Mervan’’ şeklinde yazmaya kalkıştı. Peygamber de bunu gördü hemen elindeki dividi, kağıdı alarak ‘’Ne yapıyorsun sen?’’ dedi. ‘’Ben sana Âl-i İmran dedim, sen buraya Âl-i Mervan diye kaşla göz arasında değiştirme kalktın’’ diyerek onun yazmış olduğu ayet nüshasını veya papirüsü yazdığı kağıt ne ise onu yırttı ve Mervan’a dedi ki; ‘’Medine’den gideceksin, bir daha da seni gözüm görmeyecek ve ben yaşadığım sürece de gelmeyeceksin buraya.’’ dedi. Onu Medine’den sürdü. Peygamber yaşadığı süre boyunca Mervan Medine’ye hiç gelmedi. Ebubekir döneminde de, Ömer döneminde de gelmedi. Ama kendi aşiretinden olduğu için Ümeyyeoğulları kadrolaşma politikasından yararlanarak halife Osman’ın sarayına danışman oldu. Ali-Muaviye savaşları sırasında bütün dolapları çeviren oydu. Kerbela olayında da planları kuran hemen hemen oydu. Yezid’den sonra da Emevî Halifesi oldu. Böyle bir adam Emeviliği tekrar pekiştirmiş ve teyit etmiş oluyor.
Demek ki Emevî dediğimiz şey özellikle Osman döneminde yavaş yavaş kadrolaşmaya, palazlanmaya başladı, arka planda Ebu Süfyan’ın yönlendirmesi, planı, programı ve Peygamberin kurmuş olduğu yönetimi tekrar ele geçirme hesabı vardı. Çünkü Peygamber Mekke’yi Ebu Süfyan’dan devralmıştı. Ebu Süfyan da pusuya yatıp yavaş yavaş yönetimi ele geçirme politikası sonucu önce Osman döneminde palazlandılar, Muaviye döneminde yönetiminden resmen Ali’yi tasfiye ederek, Hasan’ı zehirlettirerek öldürüp arkasından da Yezid döneminde de Hüseyin’i ortadan kaldırdıktan sonra Mervan’la beraber Emevî hakimiyeti tam anlamıyla, hiçbir rakip bırakmaksızın yerleşmiş oldu. O andan itibaren bütün bunlar Kerbela olayından sonra resmen, rakipsiz kurulduğu için, Emevîlilik Kerbela olayından sonra İslam’ı alenen ele geçirmiş oldu.
91 yıl sürdü. Peki ne yaptılar bu süre boyunca. İslam’ın yıkıp yerine Emevîliği kurmak için toplam 5 şey yaptılar. Bir; adalet tamamen ortadan kalktı. Onun yerine Kureyş kabilesine, Araplara dayalı bir yönetim kuruldu. İki; Devlet emanet olmaktan çıktı, Emeviliğin tapulu malı ve mülkü haline geldi. Üç; Ehliyet ve liyakat ortadan kalktı, ahbap çavuş yönetimine dönüştü. Dört; Meşveret tamamen kaldırılarak tek adam idaresi, diktatörlük kuruldu. Halbuki Peygamber Medine Sözleşmesi ile beraber bunları getirmişti. Bunların hiçbirisi devam edemedi. Beş; Ardından maslahat (yönetimin kamu yararına çalışma ilkesi, bunların hepsi Kur’an değerleridir) tamamen ortadan kaldırılarak, bunun yerine kendi şahıslarını zengin etme, aşiretlerini, ailelerini devlet üzerinden zenginleştirme yoluna gidildi. Bir Emevi valisi geliyor ve bir daha gitmiyordu ve dünyanın malını, mülkünü, hazinesi biriktirip anca öyle eceliyle öldüğü zaman gidiyordu.
Tamamen Arap-Kureyş-Emevî ulus kimliğine dayalı bir dinî diktatörlüğe dönüştü. Halbuki Peygamber bütün kabileleri birleştirmişti. Devlet bir ırkın, kabilenin, mezhebin, dinin eline geçmeyecekti. Bütün kabileler, ırklar, mezhepler ve inançlar barış içerisinde, adalet, eşitlik ilkeleri çerçevesinde birarada yaşayacaktı. Devlet hepsinin olacaktı. Onun düşündüğü, Medine’de bir kabile konfederalizmi idi. Bugünkü tabirle bir Demokratik Cumhuriyet hayal edilmişti. Medine Sözleşmesi bunun için imzalanmıştı. İşte bunu yer ile yeksan ettiler.
Bütün bunlar özellikle Kerbela’dan sonra resmen dünyaya ilan edildi. Artık ondan sonra Kur’an’ın değerlerinin ve Peygamberin başlatmış olduğu hareketin bir karşı devrime uğrayarak yön değiştirdiğini ve zenginler tarafından ele geçirildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ondan sonra İslamiyet kitabın sayfalarında ve sağa sola kaçışan erdemli, akıl ve vicdan sahibi insanların yüreklerinde, dervişlerin irfanında, ulu ozanların deyişlerinde ve Emevî şaşa ve debdebesini protesto edip ‘’Bir lokma bir hırka’’ diyen devrimci dervişlerin yaşantılarında günümüze kadar gelmiştir. Yoksa Emevîlik, ardından Abbasîlik, ardından Selçuklu, ardından Osmanlı, devlet İslamı ile iktidarcı cenahın yazdıklarıyla ve yaptıklarıyla İslamiyeti değerlendirmek çok yanlıştır. Çünkü o İslam değildir. O kuru kuruya şekli ve ritüeli kalmış, özü ve ruhu tamamen tahrip edilmiş, karşı-devrime uğramış, çarpıtılmış, bozulmuş, yozlaşmış bir ritüel dinidir. Şu anda da cari olan ve yaygın olan ve herkesin gözüne görünen odur. Bizim anlattıklarımız değildir. Bizim anlattıklarımız daha çok görünmeyen mecralardan günümüze kadar gelmiştir.