İlahiyatçı-yazar R.İhsan Eliaçık yeniakit.com.tr youtube kanalı üzerinden canlı yayına katıldı. Ülke gündemi ve diğer konu başlıkları ile ilgili olarak gazeteci Mehmet Özmen’in ve vatandaşların sorularını yanıtlayan Eliaçık; ‘’Ramazan günlerindeyiz, ruhların yumuşaması, insanların sevgi içinde olması lazım. Nefretle, öfkeyle bir yere varamayız. Müslümanların birbiriyle konuşması, dertlerine derman olması, insanların ihtiyaçları kim olduğuna bakılmaksızın giderilmesi lazım, Ramazan da zaten tam da bunun için var’’ dedi.
Eliaçık’ın açıklamalarından önemli başlıklar şöyle:
AYNI FİKİRDE OLMAYABİLİRİZ AMA KONUŞMALIYIZ
M.Özmen: İnsanların büyük bir kısmı sizi medyadan tanıyor. Kimi insanlar medyadaki söylemlerinizden dolayı düşüncelerinizi farklı bulabiliyor ve size önyargılı olabiliyorlar. Kimisi de hakikaten yakından tanıyor, fikirlerinizi, düşüncelerinizi biliyor. Biz sosyal medyadan sizinle program yapacağımıza dair duyuru yaptık. Ama yorumlara baktığımızda bazı okuyucularımızın size karşı tepki gösterdiklerini gördük. Bizi dinleyen insanlara kendinizi sizin ağzınızdan tanıtır mısınız? R.İhsan Eliaçık kimdir?
İ.Eliaçık: Herkese hayırlı Ramazanlar diliyorum. İnsanların ilk duyduklarında tepki göstermeleri doğal. Kimbilir, kimden ne duydular. Ama maalesef bizim ülkemizde böyle bir sorun var. Bizatihi kendisini kendisinden dinleyelim, kimmiş neymiş anlatsın diye kendisine bir şey sormuyor. Ama bir bakıyorsunuz aleyhte bir sürü şeyler söyleyebiliyorlar. Söylediklerinin bir çoğunun aslı astarı yok. Ben burdayım, soru sormak isteyen arkadaşlar bizatihi bana sorabilirler, kıvırmadan, eğmeden, bükmeden büyük bir içtenlikle sorularına cevap veririm. Yeterki iyi niyetli olsun, aynı görüşte olmayabilir, farklı düşüncede olabilir bunlar önemli değil önemli olan konuşmaktır.
Ramazan günlerindeyiz, ruhların yumuşaması, insanların sevgi içinde olması lazım. Nefretle, öfkeyle bir yere varamayız. Müslümanların birbiriyle konuşması, dertlerine derman olması, insanların ihtiyaçları kim olduğuna bakılmaksızın giderilmesi lazım, Ramazan da zaten tam da bunun için var.
Kur’an-ı Kerimde bir ayet var der ki; ‘“Onlar sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar.’’ (Zumer; 18) Bu ayet aynı zamanda muazzam bir düşünce özgürlüğünün garantisi oluyor. Bu bize Kur’an-ı Kerim tarafından verilmiştir. Onlar sözü dinlerler ama içinden güzel olana uyarlar diyor. Yani her türlü sözü dinlerler diyor. Öncelikle sözü bir dinlemek lazım. Karşı taraftaki kişiye saygı göstermek lazım. Hakaret etmeden, sözü kesmeden, dışlamadan sözü dinlemen lazım. Bu Allah’ın emridir, Kur’an-ı Kerim’de bir ayettir. Müslümanlar söylenen sözleri dinlerler. Sonra bu sözün içinden güzel olana uyarlar diyor. Sözü dinlerler ama her sözüne uyacağım diye bir şey yok. İyi, doğru, güzel olana uyulur, gerisi de sadece dinlenmiş olur.
M.Özmen: Hocam adını vermek istemediğim biri “İhsan Eliaçık Akıncılar kökeninden gelir, biz de onlarla beraberdik ama sonra o saf değiştirdi” dedi. Ben de merak ediyorum işin aslı nedir hocam?
MTTB, AKINCILAR VE MSP GENÇLİK KOLLARI KÖKENLİYİM.
İ.Eliaçık: Ben Kayseriliyim, 1961 doğumluyum uzun yıllar Kayseride kaldım. Kayseride İlahiyat Fakültesinde okudum. Arkadaşınızın söylediği doğrudur. Ben Akıncılar kökeninden geliyorum. 1980 yılında Ankara Mamak Cezaevinde Akıncılar ve Akıncı Gençler davasından yargılandım. Mamak Cezaevinde bir yıl hapis yattım. Bu davada toplam 148 kişi yargılanıyordu. Bunların içinden 40 tanesi tutukluydu, 18 tanesi de Kayseri grubundan oluşuyordu. Kayseri grubunun içinde biz de vardık. Ankara’daki diğer davalarla da yan yana getirdiler. Necmettin Erbakan ve arkadaşlarının yargılandığı MSP (Milli Selamet Partisi) davası vardı. Onlar da 24 kişiydiler. Onların davasıyla bizim davalar ilişkilendirdiler. Askeri Mahkemenin bir hayeti onlara, diğeri bize bakıyordu. Bizler orada MSP’nin yan gençlik kolları, Akıncılar davası diye konumlandırıldık ve onlarla beraber yargılandık. Ben o davadan bir yıl hapis yattıktan sonra beraat ettim.
1985 yılında İlahiyat fakültesine girdim ama mezun olmadan bıraktım. Daha sonra yayıncılık hayatına başladım. O gündür bugündür yayın hayatının içindeyim. Şu ana kadar yayınlanmış 26 kitabım var. Bir tane Yaşayan Kur’an isimli Kur’an meal- tefsiri yazdım. Daha çok İslam tarihi, Kur’an’ın tefsiri ve ilahiyat konuları ile ilgili kitaplar yazdım. Ben ortaokul yıllarından itibaren Milli Türk Talebe Birliği, Akıncılar Derneği ve Milli Selamet Partisi Gençlik Kollarına gidip gelmeye başladım. Oralardan yetişerek geldik. Babam da dindar bir adamdı. Dini yolda ilerlememi, Kur’an-ı Kerim’i anlayacak şekilde arapça öğrenmemi, tefsir edebilmemi, İslam alimi olmamı isteyen dindar bir adamdı. Annem öyleydi.
İlk kitabım İslam İtikadı üzerine 1991’de çıktı. Sonra İslami çevrelerden arkadaşlarla çeşitli dergiler çıkarmaya başladık. Bazı gazete, dergiler ve radyolarda görevler yaptım. Bu yayınlar daha İslami çevrelere hitap eden yayınlardı.
28 ŞUBAT’DA 30 AYRI DAVADAN YARGILANDIM
Daha sonra 1997-2002 yıllarında 28 Şubat diye bilinen dönemde 30 ayrı davadan yargılandım. Bu davalardan iki defa cezaevine girip çıktım. Yargılandığım davaların çoğu başörtüsünü savunduğumuzdan,, savcılara, rektörlere, Çevik Bir’e, Batı Çalışma Grubuna karşı çıkmaktan ve onları zalimlikle suçladığımızdan dolayıdır. Yargılandığım 30 davanın bir tanesinden ceza aldım. 1999 yılında çıkan Rahşan affı ile serbest bıraktılar. Kayseri’de 28 Şubat davalarının bir numaralı sanığıydım. Kayseride olan 28 Şubat davalarından sadece ben ceza aldım. Çünkü o zaman yapılan eylemlerin tamamının başını biz çekiyorduk. Radyolarda yayın yapıyor, İmam Hatiplerin önlerinde protestolarda bulunuyor, üniversite önlerinde başörtüsü mücadelesi veren kızlarla beraber oturma eylemleri yapıyorduk. Dolayısıyla bütün bunlardan dolayı 28 Şubat sürecinde yargılanmış, mağdur edilmiş, yıllarca yargılamaları sürmüş Türkiye çapında belkide 15 kişiden birisiyim. İstanbul’da bizi medyadan takip edenler sadece İstanbul yıllarımızı bilip bunları bilmeyebilirler. Bunların hepsi yaşanmış bir tarihtir.
2002 yılında ailece İstanbul’a taşındık. 2002 yılından beri İstanbul’da Fatih Cami civarındayım ve yayıncılık faaliyetleri ile uğraşıyorum. Şu anda da Fatihteyim.
Yani ben öyle mahalle değiştirmiş, bir yerden bir yere göç etmiş, itikadını değiştirmiş, başka bir dine mensup olmuş, saf değiştirmiş birisi değilim. Baştan beridir benim safım zulme uğrayanların, mazlum olanların, ezilenlerin, devletin kadrine uğrayanların safı olmuştur. Ben hep o tarafta yer aldım. Ama gün oldu devran değişti. Bizim arkadaşlarımız, beraber mücadele verdiklerimiz, sokaklarda polisin jopunu yediklerimiz milletvekili oldular, bakan oldular, bakan yardımcıları oldular. Fakat ben hala sokaklarda kalmaya devam ettim. Sokaklarda bulunan ezilenlerin bu sefer rengi değişmeye başladı. İslami çevreler iktidar oldu, diğer çevreler ezilmeye başladı. Ben iktidar olan İslami çevrelerin değil, ezilen diğer çevrelerin yanında olmaya devam ettim. Yani ben yine aynı tarafta, ezilen taraftaydım. Şu anda devleti kim yönetiyorsa, polise kim emir veriyorsa, askeri kim yönetiyorsa, vergiyi kim topluyorsa, güç, kuvvet, emniyet, ordu kimden yana ise güçlü odur, ezen odur. Onun dışında bunlardan mahrum olanlar, devletin zulmüne uğrayanlar ve ezilenlerdir. Ben burada itikat farkı gözetmemiş oluyorum. Çünkü biz tâ Mazlumder’de şöyle bir şey öğrenmiştik: Kim olursa olsun zalime karşı, kim olursa olsun mazlumdan yana olmalıyız diye düşünmüştük. Ben bu ilkeyi hayata geçirmeye çalıştım.
Gezi olaylarına da o nedenle katıldım. Orada insanlar iktidara karşı itiraz ediyorlar. İktidarın kimliği önemli değil, daha önce bizden olabilir. Önemli olan gücü elinde bulunduran iktidarın karşısında, elinde gücü olmayanların tarafında olmaktır. Benim mantığım böyle çalışıyor. Fakat bu oldukça riskli bir durum. Çünkü böyle yaptığınız zaman insanlar döndü, saf değiştirdi derler. Halbuki bu onların bakışına göre öyle. Benim bakışıma göre benim saf değiştirdiğim falan yok, hep sokaktayım, hep dışardayım, devlete ve iktidara hiç yanaşmadım, hep onun dışında ve karşısında olan bir yerde durdum. Sağımda solumda kim olduğuna da hiç bakmadım. İtikadı benden farklı, ateist, deist olabilir ama devletin zulmüne uğruyor. O zaman benim ona arka çıkmam lazım diye düşündüm. Benim aklımın nasıl çalıştığını insanlar anlasınlar diye bunları söylüyorum.
BAŞIMIZDA HALİFE HZ. EBUBEKİR BİLE OLSA BİRİLERİNİN İKTİDARA YANAŞMAMASI GEREKİYOR
2013’e kadar dini çevrelerle aramız nispeten daha iyiydi. Ama ben AK Parti iktidarını ikinci yılından itibaren eleştirmeye başladım. Yaptığım eleştiriler itikat eleştirileri değildi. Onların Müslümanlığını diline dolayan, onların İslam inancına karşı çıkan, alay eden eleştiriler değildi. Yaptığım eleştiriler tamamen daha adaletli olunması, insanlara daha iyi davranılması, Müslümanlardan beklenenlerin yerine getirilmesi, böyle gittiği takdirde İslamiyetin insanların gözünde yanlış gösterileceğini, Müslümanların zalim olamayacağı, haksızlık, yolsuzluk yapamayacağı, hırsız olmayacağı gibi söylemlerdir. Bu tarz eleştirilerimi 2004’ten itibaren gittikçe artan bir dozda yükseltmeye başladım. Yaptığım eleştiriler bir düşünce ve fikir adamının yaptığı eleştirlerdir. Ben bir Müslüman olarak şöyle düşünüyorum: Başımızda Hz. Ebubekir bile olsa birilerinin iktidara yanaşmaması gerekiyor. Birilerinin dışarıda durması ve iktidarın icraatlarını eleştirmesi gerekiyor. Şunu yapmayın bu yanlış yol, buradan gitmeniz gerekir diye eleştiriler yapması gerekiyor. eleştirisiz bir iktidar olmaz. Fakat bu eleştiriyi düşmanca bir tutum içine girerek değil, iyi niyetle yapması gerekiyor. Benim yapmaya çalıştığım budur. Kim olursa olsun insanlara doğruyu göstermektir. Çünkü ben düşünce adamıyım, Kur’an-ı Kerim tefsiri yazmış birisiyim, ben hükümete yanaşamam, ben iktidar çevrelerinde duramam. Ben hiç kimseye yanaşamam, hiçbir partinin, grubun adamı falan değilim. Tamamen bağımsız bir şekilde konuşuyorum ve bir düşünce adamının yapması gerekenleri yapıyorum. Nedir bir düşünce adamının yapması gereken? Bildiklerini insanlara açıklamak ve güç, para, servet sahiplerini eleştirmek. Şimdi zenginleri eleştiriyoruz, yoksullar eve ekmek götüremezken lüks hayat yaşıyorlar diye. Bir bakıyoruz ki, bizim Müslümanlar da aynen böyle olmuş. bir de bakıyoruz ki, başörtüsü için yan yana mücadele verdiğimiz arkadaş lüks arabalardan inmiyor, 30 tane evi olmuş. Bu nasıl oluyor? Bu bizden bizim mahalleden diye bunu eleştirmeyecek miyiz? Kol kırılır yen içinde kalır mı diyeceğiz? Ben bunu demem, böyle bir şey yapmam. Doğru bildiğim her şeyi her yerde söylerim. Zaten benim yaptığım eleştirilerin bir çoğunu şu anda AK Parti tabanından bir çok insan yapıyor. O dönemlerde de yapıyorlardı ama bana şöyle söylüyorlardı: ‘’Haklısın tamam bir yolsuzluk var, aldı başını gidiyor önünü alamıyoruz ama gözünü seveyim bu söylediklerin karşı tarafa yaramasın.’’ Yani benim söylediklerim doğru ama derdi karşı tarafa yaramasın, aman kendini onlara kullandırma diye uyarılarda bulunuyorlardı. Ben de onlara; ‘’tamam sağolun teşekkür ederim, beni kimsenin kullandığı falan yok, hiç kimse tarafından kullanılacak bir adam değilim’’ diyordum. Ben 30 yıldır bağımsız bir düşünce insanıyım.
M.Özmen: Hocam bir az önceki ifadenizde şöyle bir cümle kurdunuz. Tamam iktidarı eleştirelim ama bu düşmanca olmamalı dediniz. Siz de Gezi Parkı olaylarında yoğun bir destek verdiniz. Gezi eylemlerine baktığımız zaman orada PKK terör örgütü vardı, FETÖ vardı, DHKP-C vardı, orası hep yakıldı, yıkıldı, bu düşmanca bir tutum değil miydi devlete karşı? Orada Abdullah Öcalan’ın fotoğrafları da asıldı. Bir pişmanlığınız, keşke olmasaydı dediğiniz bir nokta var mı?
GEZİ RUHU ŞU ANKİ TÜRKİYE’NİN 50 YIL İLERİSİNDEDİR
İ.Eliaçık: Atatürk ve Öcalan fotoğrafları yan yana duruyordu. Bizim durduğumuz yerde mescit vardı. Biz oraya mescit açmıştık. Gelen giden namaz kılıyordu. Biz de flamalarla bayraklarla orada duruyorduk. Onun karşısında da HDP çevreleri, onlardan oluşan gençler vardı halay çekiyorlardı. Onun arka tarafında da ulusalcı gençler vardı. Birisi Atatürk bayrağı, diğeri Öcalan bayrağı ile zaman zaman görünüyorlardı. Bence bu utanılacak bir durum değil. Suçluluk hissedilecek bir durum da değil. Tam tersi övünülecek ve gurur duyulacak bir olaydır. Gezi Parkı Türkiye’yi aşan bir olaydır. Hatta Gezi şu anki Türkiye’nin 50 yıl ilerisini temsil etmektedir. Yani Gezi olayları, Gezi ruhu, Gezi anlayışı dediğimiz şey şu an ki Türkiye’deki zihniyetin anlayışın 50 yıl ilerisindedir. Bu şekilde toplumsal grupların barıştırılması gerekiyor. Türkiye’nin kendi içerisinde birbirini yiyip tüketmemesi gerekiyor. Dindarlarla laiklerin, Kürtlerle Türklerin, Müslümanlarla gayrimüslimlerin, Alevilerle Sünnilerin barış içinde bir arada yaşayacağı bir Türkiye yaratılması gerekiyor. Gezi’deki grupların bir araya gelişi aslında onu temsil ediyor. Zaten artık bizim bir şey söylememize gerek yok tarih ve mahkemeler bunun kararını vermiştir. 2013 yılında olan Gezi olaylarının üzerinden 7 yıl geçti. Ve Türkiye Cumhuriyeti Mahkemelerinde Gezi olayları beraat etti. Çarşı grubu, Osman Kavala Gezi olaylarından beraat etti. Gezi olaylarından dolayı hiç kimse ceza almadı. Sermaye Piyasası Kurulu yayınladığı raporda, Gezi olayları sırasında herhangi bir sermaye grubunun faaliyetine rastlanmadığını söyledi. Sanıldığı ve iddia edildiği gibi orada Alman, İngiliz, İsrail ajanları cirit atıyor, terör örgütleri almış başını gidiyor’’ böyle bir şey yok.
Ben Gezi’ye katılmış biriyim. Gezi’de imamlık diye bir makam yok. Ama ben orada Cuma namazı kıldırdım doğru. 07 Haziran 2013 yılında meydanda yaklaşık 200 kişi ile beraber Cuma namazı kıldırdım. Bundan dolayı sanırım bana Gezi İmamı lâkabı takılmış oldu. Gezi’nin imamı falan da değilim. Ama eğer öyle bir makam varsa ve beni bu makama Gezi’ye katılanlar layık Bugün Belediye Başkanını değiştirdiğin gibi hükümeti de değiştirirsin. Şu anda görüyorsa bundan gurur duyarım dedim.
M.Özmen: Gezi Olayları ile 15 Temmuz arasında bir benzerlik görüyor musunuz?
GEZİ’DE DARBEYE KALKIŞILSA, BAŞÖRTÜSÜNE HAKARET EDİLSE İLK KARŞI ÇIKAN BİZ OLURDUK
İ.Eliaçık: 15 Temmuz’da gerçekte ne oldu? Bunun araştırılması gerekiyor. Ben ikisini aynı kefeye koymuyorum. Gezi’nin bir darbe kalkışması, dış güçlerin oyunu olarak tanımlanmasını da doğru bulmuyorum. Gezi bir halk itirazıdır. Bir itiraz hareketidir. Gençler de katılmıştır ve çeşitli şekillerde mesajlar verilmiştir. Biz de olayın içerisinde yer aldık. Öyle darbe yapmak, hükümeti devirmek diye bir düşüncemiz yoktu. Bunu daha sonra sanki hükümete karşı bir darbe girişimi olarak tanımlamaya çalıştılar. Darbe öyle yapılmaz ki, hükümeti değiştirmenin yolu bellidir, sandığa gidersin oyunu atarsın, çoğunluğu alan ülkeyi yönetir. Türkiye’de kör topal yürüyen bir demokrasi var. Gezi’ye katılanların birçoğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan CHP bile yollara dökülerek, askeri kışkırtarak darbe yapmak yerine, kapı kapı dolaşarak, broşür dağıtarak ve büyük bir sabırla demokratik seçimlerle ikitdarı değiştirmeye çalışıyorlar. Bu yıllardır böyle oluyor, görmüyor musunuz? Öyle orada darbe yapmaya kalkışan falan olmadı. Fakat 15 Temmuz farklı. Bu bir darbe kalkışmasıdır. Bu darbe kalkışması nasıl olmuştur, işin içinde kimler vardır, öncülük etmiştir, yönlendirmiştir veya bir yönlendirme var mıdır? Bunların hepsinin ben ileride araştırılması gerektiğini düşünüyorum. Bu hükümeti devirmeye yönelik bir darbe girişimidir ve yanlış bir girişimdir. Biz zaten darbe günlerinde, Fatih Camiinde Antikapitalist Müslümanlar olarak ‘’Darbeler ve diktalar kapitalizmin sopasıdır’’ diye pankart açarak Fatih Caminin yanında yürüdük. Yani darbeye karşı çıktık, 15 Temmuz darbe girişimini istemiyoruz dedik. Herhangi bir darbe girişiminin fikirleri haklı, bana yakın, tanıdığım kişiler dahi olsa, halkın fikrini, rızasını almadan kalkışılan bu tarz darbe girişimlerine karşı çıkılması gerekir. Ben İslami tabirle istişareye, çağdaş tabirle demokrasiye inanan birisiyim. Ülkelerdeki yönetim değişiklikleri o ülkenin halkının rızası doğrultusunda olmalıdır. Demokrasiyi eleştirirsiniz ‘’Bu nasıl bir demokrasi? Demagoglar üretiyor, diktalar çıkarıyor.’’ diyebilirsiniz o ayrı bir konu. Eleştirilerimiz saklı kalmak kaydıyla sonuçta insanlığın geldiği, istişareye en yakın olan, danışmaya, fikir bildirmeye en yakın olan budur. Halka sorulacak rızası varsa geleceksin, halkın rızası yoksa gideceksin. Biz darbenin yanında yer alamayız. Gezi’de darbe olacakta biz oraya katılacağız, Gezi’de başörtüsüne hakaret edilecek de biz susacağız, böyle şeyl olmaz, olacak şey değildir. Anında ilk karşı çıkan biz olurduk.
M.Özmen: İstanbul Sözleşmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
İ.Eliaçık: Bunun önemli bir sözleşme olarak görüyorum. Bu tür sözleşmelerin yapılmasında fayda vardır. İçeriği itibariyle bir çok konu yer alıyor. Ama onu, tamamlanmış, noktası konulmuş, her şey mükemmel bir sözleşme olarak görmemek lazım. Fakat sözleşme olması bakımından önemlidir, bu tür sözleşmelere ihtiyaç vardır. İçeriğinin ayrıntılı bir şekilde ele alınması tekrar tekrar ele alınması, tartışılması ve bu sürecin devam ettirilmesi gerekiyor.
M.Özmen: Geçenlerde Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş hutbede Kur’an-ı Kerim’den bir ayet okudu. Adeta Türkiye’de yer yerinden oynadı. Ali Erbaş’a olan bu tepkiden dolayı siz ne dersiniz?
KANAAT ÖNDERLERİNİN DİNİ BİLGİSİ OLABİLİR AMA BİLİNÇ YOK BUNA ŞEYHLERİN ÇOĞU VE DİYANET BAŞKANI DA DAHİLDİR.
İ.Eliaçık: Ali Erbaş’ın sözlerini dikkatli kullanması gerekiyor. Bir yandan Diyanet İşleri Başkanı, diğer taraftan İslamiyet hakkında konuşuyor gibi görünüyor. Dışarıdan bakanlar İslamiyet böyle diye algılıyor. Diyanet sonuçta devletin bir kurumudur. Oradan yapılacak olan açıklamaların çok dikkatle, birleştirici, herkesi içine alacak ve İslamın tüm güzelliklerini bütün insanlara taşıayacak nitelikte olması gerekir. ‘’Hastalıkların nedeni eşcinsellik ve zinadır’’ sözü yanlış bir sözdür. Ama Kur’an-ı Kerim’de zina haramdır doğru, eşcinsellik de tasvip edilen birşey değildir. Lut Kavmi anlatılırken, insanların kadın-erkek olarak ilişki kurmaları ve bu şekilde devam etmeleri istenir. Diyanet İşleri Başkanı ilahiyat profesörü olması sebebiyle bilgisi olabilir ama bilinci eksik. Hatta gördüğüm kadarıyla birçok ilahiyat profesörü, tarikat şeyhi, cemaat ileri geleninin de bilgisi var ama bilinçleri eksik. Benim görüşüme göre, Lut Kavmine lanet edilmesinin sebebi, Lut Kavminin ileri gelenlerinin zorbalık yapmasıdır. Lanetlenen zorbalığın kendisidir. Zorla şehrin genç erkeklerine, oğlanlarına el koyup, onlarla açtıkları has bahçelerde eğlenmek istiyorlardı. Bu eğilimlerini insanlara zorbalıkla dayatıyorlardı. Kur’an-ı Kerim buna çok kızdı. Lut Kavminden bahseden ayetler ilk olarak Mekke döneminde geldi. Bildiğimiz kadarıyla Lut Kavminden bahseden ayetler geldiğinde Mekke’de eşcinsellikle ilgili bir olay yoktu. O zaman Lut Kavmi niye anlatılıyor? Mekkeliler ve oradan tüm insanlığa mesaj veriliyor. Çünkü o zaman Mekke’de muazzam bir zorbalık vardı. Hz. Lut da zaten kapısına dayanan kişilere karşı gelebilmek için dua ediyor. ‘’Keşke bunlara karşılık verebilecek bir gücüm olsaydı, bana bir güç verseydin’’ diye dua edişinden zorla kapılara dayanmaların söz konusu olduğunu görüyoruz. dolayısıyla biz bunu insan hakları meselesi olarak görüyoruz. Zorbalık yapmadıkça kimsenin eğilimine bir şey diyemeyiz. Kur’an-ı Kerim tecessüs yapmayın, araştırmayın, insanlar kapısını kapatıp, perdesini çektikten sonra içeride ne olup bittiği ile ilgilenemeyiz. Sokağa cinsel eğilimlerini taşırır ve insanlara cinsel eğilimlerini zorla dayatıp ve kendisi gibi olmayanları öteki ilan eder, onları mahkum eder, lanetlerse o zaman burada bir hukuki suç devreye girmiş olur. İşte o zaman buraya müdahale etmek gerekir. Kimin hakkı çiğneniyorsa onu müdafa etmek gerekir. İnsan hakları meselesi olarak görmek gerekir. Ben böyle bakıyorum.
M.Özmen: Bir soru var; Hocam mülkiyet kimindir? Mülk ve paylaşım konusu Müslümanların yolunu şaşırttı. Mülkiyet meselesinden bahseder misiniz? diye sorulmuş.
ALLAH’IN EN ÇOK KIZDIĞI ŞEY ZENGİN-YOKSUL UÇURUMUDUR
İ.Eliaçık: Kur’an’ın en temel cümlelerinden birisi Mülk Allah’ındır / Lehu’l-Mülk ifadesidir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de nakaratlar vardır. Mesela La ilahe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur), Lehu’l-Mülk (Mülk Allah’ındır), Lâ ḣavfun aleyhim velâ hum yahzenûn (Hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir), İnnellezîne âmenû ve amilu’s sâlihâti (iman edenler ve salih amel işleyenler), Ve lâ tuşrik bihî şey’â (O’na herhangi bir şeyi şirk koşmayın)… Böyle tekrarlar vardır. Bu tekrarların en çok olduğu ifade Mülk Allah’ındır ifadesidir. Çeşitli varyantlarda gelir. Kimi yerde Mülk Allah’ındır, kimi yerde Mülk O’nundur, kimi yerde Yerlerde ve gökte olan her şey O’na aittir, kimi yerde Ahiret O’na aittir, Dünya O’na aittir, Gaybın sırları O’na aittir, Yer ve yerin altındaki, gök ve yer arasındaki her şey O’na aittir gibi sahiplik ifade eden ve yerlerin, göklerin yaratıcısnın ve mülkünün Allah’a ait olduğu nerdeyse her sayfada vurgulanır.
Mülk Allah’ındır demek, Türkçede bildiğimiz mülkiyet Allah’ındır demek. Allah dış dünyada bir nesne olarak görülmediği için mülk Allah’ındır, mülk herkesindir, kamuya aittir hepimize aittir demektir. Burada mülk servet ve iktidar anlamına gelmektedir. Yönetmek ve servet biriktirmek, tüm güçler ve zenginlikler Allah’a aittir. İçimizden biri yönetici olacak, sürekli diğerlerini yönetecek, içimizden biri zengin olacak sürekli fakirlere verecek ve böyle sürekli devam edip gidecek. Buna itiraz etmek için mülk Allah’ındır yani yönetim ve servet herkese ait olmalıdır denir.
Fussilet suresi 10. ayetinde mülkiyetin Allah’a ait olduğunu tefsir eden bir ayettir. Orada denir ki; “Yerleri sabit dağlarla süsledik, dört mevsim boyunca devam edip gelen rızık kaynakları verdik. İnsanlar arasında eşitçe bölüşülsün diye…”
Yine Necm suresi 39. ayette ‘’Ve en leyse li’l-insâni illâ mâ se’â’’ Şüphesiz her insana kendi emeğinden başkası verilecek değildir. İnsan sadece emeğiyle yaşamlıdır, alınteri ile geçinmelidir ve emeğinden başka bir şey de biriktirmemelidir.
Keza Tevbe suresinin 34-35. ayetlerinde kenz yapanlar, altını ve gümüşü biriktiripte Allah yolunda harcamayanların, o biriktirdiklerinin dağlanarak alınlarına, sırtlarına ve böğürlerine ateş olarak damgalanacağı, vurulacağı ifade edilir.
Keza Mearic suresi 25. ayetinde; yoksulların zenginlerin malı üzerinde hakkı olduğu söylenir.
Haşr suresi 7. ayetinde; mallar sizlerden zenginler arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın denilir.
Bakara suresi 219. ayetinde; sana neyi infak edeceksin diye sorarlar. De ki; ihtiyaçtan fazla olanı denir.
Bu okuduğum ayetler Kur’an’da mülkiyetle ilgili ayetlerdir. Bu ayetlere baktığımız zaman, bir Müslümanın ihtiyaçtan fazla mal biriktiremeyeceği, Müslümanlar arasında aşırı derecede zengin-yoksul uçurumu olamayacağı, zenginlerin biriktirdikleri mallardan infak, zekat, hayır olarak vermek zorunda oldukları, bunların Allah’ın emri olduğu ve Allah’ın en çok kızdığı şeyin de Müslümanlar arasında ve giderek de insanlar arasında zengin ve yoksul arasındaki uçurum olduğunu anlıyoruz. Kur’an-ı Kerim’de nüzul sırasına göre ilk ‘’hayır’’ denilen ayet ilk sure olan Alak suresinin 6. ayetidir. Orada denir ki; Kellâ inne-l-insâne leyatġâ. En ra-âhu-staġnâ. İnsanoğlu zenginliği kendisine yeterli gördüğü için şüphesiz ki azar. Buna hayır! Yani insanların zenginleşip, kendini mustağni görüp yoksullar üzerinde hegemonya kurmasına hayır diyor. Kur’an-ı Kerim buna hayır diyerek başlıyor. Burada sizlere saatlerce mülkiyet ayetleri okuyabilirim. Sadece 7-8 ayetten örnek verdim, sanırım bunlar yeterli olmuştur.
M.Özmen: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu için şöyle bir twittiniz olmuştu: ‘’İstanbul’u sel bastı yat tatilinden vazgeçmedi. Deprem oldu kayak tatilinden vazgeçmedi. Oysa böyle ani gelişmelerde tatiller iptal edilmeli. Aile fotoğrafı verilecek çok güzel anlar da vardır. Biz yani halk Ekrem İmamoğlu’na değil; o bize alışacak’’ demişsiniz. İstanbul’da yaşayan biri olarak Ekrem İmamoğlu’na alıştınız mı? Böyle bir twit atma gereği niye duydunuz?
İKTİDARLARA, OTORİTE SAHİPLERİNE MESAFELİYİM
İ.Eliaçık: Ben iktidarlara, otorite sahiplerine, emir makamında bulunanlara mesafeli duran birisiyim. Bunu bir düşünce adamı, Kur’an tefsiri yazan birisi olarak böyle olması gerektiğini düşünüyorum. Yıllarca iktidardakileri, iktidar belediyelerini eleştirdim. Cumhurbaşkanının kendisine de çeşitli eleştiriler yönelttim. Onun için mahkemelerde yargılandım Bu doğaldır. Aynı şey İBB için de geçerlidir. Orada da gördüğüm şeylerin o an için yanlış olduğunu gördüm. Daha dikkatli olmasını istediğimden dolayı halkın bir belediye başkanına değil; belediye başkanının halka alışması gerektiğini ifade eden cümleler kullandım. İmamoğlu, bu açıdan şu ana kadar İBB belediye başkanları içerisinde daha önceki iktidar belediyelerinden farklı bir profil çiziyor. Klasik CHP profilini aşıyor. Ben onun başarılı olmasını istiyorum. Dinle arasına mesafe koymuyor. Dini kavramları kullanmaktan, gidip camide Kur’an okumaktan çekinmiyor. Dini bu ülkenin doğal, tâbii bir hali olarak görüyor. Evinde nasılsa belediye başkanlığında da öyle olmaya çalışıyor. Böyle bir CHP’li profiline Türkiye’nin ihtiyacı vardır. Bu nedenle onun desteklenmesi gerekiyor. Bu çizginin başarılı olması gerekiyor. Ben de bunun üzerine biraz titrediğim için ‘’Aman dikkat şu yanlışları yapmayasın’’ diye uyarı mahiyetinde o twitleri atmıştım.
Soru sormak isteyenler bana en sert eleştirileri yapabilirler. Ben hepsini güler yüzle karşılarım. Onlarla konuşmak isterim. Doğrusu benim onlarla, onların da benimle konuşmaya ihtiyacımız var. Araya duvarlar örüyorlar, konuşturmuyorlar. Beni gazete manşetlerinden, saldırgan internet sitelerinin karalama kampanyalarından tanımamalılar. Ben de sizleri başkalarının karalama kampanyalarından tanımamalıyım. Kur’an-ı Kerim’in emrini yerine getirmeliyiz. Onlar sözü dinlerler ve güzel olana uyarlar. Önce biz birbirimizi dinlemeyi öğrenmeliyiz. Bu soruların hepsi zaten cevaplandırılacak şeylerdir. İnsanlar birbirlerini dinledikçe aslında aramızda pek de fark yokmuş diyebilirler. Bu aradaki düşmanlık nereden geliyor? Tamam görüşlere katılmayabilir, insanlar farklı olabilir. Ama benim üzüldüğüm şey şurasıdır; insanlar konuşamaz hale geliyor. Bu iyi birşey değil, önce konuşmalıyız. Kur’an-ı Kerim’de müşriklerle konuşma sahneleri vardır. Sayfalarca sürüyor yani konuşuyor. Peygamber Ebu Cehil ile, Ebu Leheb ile, Mekkeli müşriklerle konuşuyor, yemeğe davet ediyor. İnsanlarla konuşmadan bir yere varamayız. Gerçeği savunanlar konuşmaktan kaçmazlar ama yalanı savunuyorsanız kaçarsanız, yalanım ortaya çıkacak diye bir an evvel savuşturup geçiştirmek istersiniz. Bir adam doğruyu söylüyorsa konuşmaktan niye kaçsın.
M.Özmen: Hocam bu tür sorular soruyorum diye bana kızıyor ve beni eleştiriyor musunuz?
İ.Eliaçık: Yok canım niye kızayım. Ben zaten bu tür sorulara cevap veririm diye buraya çıktım. Hatta tam tersi kızmak bir yana senin bu tür programlar yapmanı doğru buluyor ve destekliyorum. Yani sen, ben hep bizim gibi düşünenlerle konuşmamalıyız. Bize aykırı olanları çağırmalıyız. Karşı taraf diye gördüğün kişileri çağırıp medenice tartışılmalı. İnsanların tanışmasına vesile olursun, kapılar, köprüler kurmuş olursun. Aslında gerçek gazetecilik de budur.
M.Özmen: Hocam dünya koronavirüs ile mücadele ediyor. Siz hangi pencereden bakıyorsunuz, olayları hangi gözle değerlendiriyorsunuz? bu virüsün bir laboratuvar ortamında üretildiğini iddia edenler var, farklı düşünceler ortaya koyanlar var. Siz gelişmeleri nasıl okuyorsunuz ve insanlık, dünyayı yönetenler, bizler nasıl bir mesaj almalıyız?
İ.Eliaçık: Korona virüsün laboratuvarda üretildiğinin kanıtlanması gerekir. Bu tür iddialar ilk ortaya atıldığında oldukça dikkat çekici olurlar ama bunlar kanıtlanması gerekir. Salgın hastalıklar insanlığın yabancısı olduğu bir şey değil. Tarihi incelediğimizde bir sürü salgın hastalık olduğunu ve bu salgın hastalıklardan dolayı milyonlarca insanın öldüğünü görüyoruz. Tarihte yaşanan salgın hastalıklar hala dünyada varlar. Ancak insanlık bir şekilde aşısını, ilacını bulmuş ve hastalıklarla birlikte yaşamayı öğrenmiş. Mesela, çiçek, veba, kolera, verem gibi bir zamanlar ortalığı kasıp kavuran, insanları evden çıkamaz hale getiren bir sürü salgınlar yaşanmış. Bazı salgınlar yıllarca sürmüş. Her gün binlerce insan ölmüş. Ama nihayetinde insanlık aşısını bularak onlarla yaşamayı öğrenmiş. Koronavirüs de tarihte yaşanan salgınlara benzeyen bir şeydir. Henüz aşısı bulunmadığı için insanlar evlerinden çıkmıyorlar. Bunun da aşısı bulunduğunda bu virüsle yaşamaya devam edeceğiz. Aşısı bulununcaya kadar devletler toplu ölümlerin önüne geçmek için bu şekilde tedbirler alıyorlar. Eğer bu virüs tek bir yerden yayılıyorsa veya Allah bu virüsü insanlığa veriyor, pislikten, zinadan, eşcinsellikten çeşitli nedenlerden insanlığı cezalandırıyorsa, iyi de hiç eşcinsel olmayan, zina yapmayan, hiç harama bulaşmayan insanlar da ölüyor. Zengin de, yoksul da, Müslüman da, Hıristiyan da, Budist de ölüyor. Virüs hiç bir şekilde ayrım yapmadan gidiyor. Bunun da insanın biyolojisi ve tıp tarihi ile bir ilgili bir yönü vardır. Orayı araştırıp bulmak gerekiyor.
Bu mücadelede en azından insani mesajlar vermek gerekiyor. Şu an malumunuz insanlar hem coronavirüs nedeni ile evlere kapanmış durumda hem de mübarek Ramazan ayını yaşıyoruz. Oruç tutuyoruz, iftar açıyoruz, sahura kalkıyoruz. Hiç olmazsa bunun yüzü suyu hürmetine insanların kıyıcı olmaması, insafsız olmaması, merhametli olması, saldırmaması gerekir. Biraz vicdanına dönmesi, kendi ruhunda yolculuk yaparak kendine biraz had bildirmesi, mesafe çizmesi gerekir. Bunlar hastalıkta, Ramazan’da, iftarda, sahurda olmayacaksa ne zaman olacak?
M.Özmen: Bu salgın sebebiyle hepimiz kendimizi ölüme bir daha yakın hisseder olduk. Ben de dahil bir çok insan bugünlerde bana birşey olurda ölürsem diye vasiyet bırakmakta. Sizin yazdığınız, çizdiğiniz bir vasiyetiniz var mı?
İ.Eliaçık: Benim yazıp çizdiğim bir vasiyetim yok. Ama benim şu ana kadar yazılmış 26 tane eserim var, benim vasiyetim bunlardır. Kur’an-ı Kerim’in tefsirini yazdım Yaşayan Kur’an diye en büyük vasiyetim de odur. Şu anda internete girip de bir arama yaptığınızda benimle ilgili binlerce video çıkıyor. Bu videoları kim yayıyor bilmiyorum. Hiçbirinden de para kazanmıyorum.Ama gönüllüler bunları yayıyorlar. Biz burada Allah’ın dinine hizmet etmek istiyoruz. Dinimizin güzelliklerini bütün insanlara duyurmak istiyoruz. İslamiyet barış dinidir. Eğer insanlık İslamın gerçek özüne uysa felah bulur, kurtuluşa erer.
Ölümle ilgili ‘’En Büyük Eşitleyici İlke Ölüm’’ diye bir yazım var. Bu makalede ölümden bahsediyorum. Bana ait olan ihsaneliacik.com internet sitesinde var. Ölümün en büyük eşitleyici ilke olduğuna inanan birisiyim. Yani kaşanelerde yaşayanlar, kulelerden aşağıya inmeyenler, gariplere yoksullara tepeden bakanlar, onlarla yan yana bile gelmek istemeyenler var. Sınıfsal olarak kendini yoksul ile eşit görmediği için onunla yan yana oturmayan, yoksul mahallelere gitmeyenler, onlaradan tiksinenler var. Ömrü boyunca asude gölgeliklerinde kaşanelerinde yaşayanlar var. Ölüm öyle bir şey yapıyor ki, onu küt diye aşağıya indiriyor, mezarın altına sokuyor. O alay ettiği yoksulla aynı karanlığın içerinde ikisinin de beynini kurtlara böceklere yediriyor. İşte bu en büyük eşitleyici ilke olarak ölümdür. Ve ölüm dolayısıyla toprağın altında insanlar eşitlenirler. Ölüm bize buradan şu mesajı verir: Madem bu şekilde toprağın altında eşitleniyorsunuz, ölüm gelmeden öncede toprağın üstünde aynı eşitlenmeyi yapmanız gerekir.
M.Özmen: Hocam bazı yorumlarda, İhsan Eliaçık’ı finanse eden kapitalistler var diyen bazı ifadeler var. Geçminizi heralde yayıncılıktan kazanıyorsunuz ama böyle de yorumlar var cevap vermek ister misiniz?
İ.Eliaçık: Böyle bir şey yok. Bu tür söyemler özellikle Gezi döneminde uydurularak söylenmiş karalama kampanyaları. Biz Gezi’ye katıldık diye öyle kızdılar ki hakkımda asılsız, ağza alınmayacak şeyler söylediler. Benim şu anda piyasada yayınlanmış 26 tane kitabım var. Ben bunlarla geçinen bir adamım ve 30-40 yıldır yazı dünyasının içerisindeyim. Beni tanıyan herkes nasıl geçindiğini bilir. Neye sahip olduğumu, nasıl bir evde yaşadığımı beni tanıyanlar bilir. Şimdi burada bunları ortaya dökmek bana yakışmaz. Çok merak eden, isteyen bunları araştırabilirler. Biz Antikapitalist Müslümanlarız, ben kendimi öyle görüyorum. Kapitalistler beni nasıl finans edecek biz zaten kapitalizm karşıtıyız. Finans etmek ne demek? Ben evime nereden ekmek götürüyorum, karnımı nasıl doyuruyorum, kiramı, faturalarımı nasıl ödüyorum? Bunları birileri finanse etmiyor. Bunları ben yazdığım kitapların telif gelirleri ile kendim ödüyorum. Yani kendimi kendim geçindiriyorum. Ama insanların bir dayanışma içerisinde olması gerektiğini de savunuyorum. Mesela büyük bir dernek açıyorsunuz tek başına açtığınız derneğin giderlerini karşılamaya gücünüz yetmiyor, insanlara hadi yardım edin diyorsunuz. Birisi kirasını üstleniyor, birisi içinin mobilyalarını alıyor, bir diğeri başka bir şey yapıyor. Bu her yerde böyledir ve bu bir dayanışmadır. Bu dayanışma bir kapitalist tarafında finanse ediliyor diye anlatılamaz. Finanse edilmek, kişinin kendi gündelik hayatını nasıl kazandığı, bir yere angaje olup olmadığı, bir yerden avantadan para gelip gelmediği ile ilgilidir. Bana böyle birşey gelmiyor. Böyle bir şey yok. Türkiye’de binlerce ev geçindiren baba evinin kirasını, faturasını ödemek, evine ekmek götürmek için nasıl ucu ucuna yaşıyorsa ben de öyle yaşıyorum. Belediyeyle, ihaleyle falan hiçbir alakam yok.
ANTİKAPİTALİST MÜSLÜMAN, EMEĞİYLE GEÇİNEN VE İHTİYAÇTAN FAZLA MAL BİRİKTİRMEYENDİR.
M.Özmen: Antikapitalist Müslüman ne demek?, Sadece Müslüman yetmiyor mu?
Son zamanlarda Müslümanlar her şeye itiraz ediyorlar ama kapitalizme itiraz etmez oldular. her şeye itiraz ediyor ama paraya zenginleşmeye, zenginleştiğinden dolayı mahalle değiştirmeye, ev üstüne ev, araba üstüne araba almaya itiraz etmiyorlar. Bunları bayıla bayıla yapıyorlar. Bunları eleştirmek gerekiyordu. Biz böyle eleştiriler yaptık. Bunlar kapitalizme abdest aldırıyorlar, kapitalizmi meşrulaştırıyorlar gibi şeyler söyleyince, bunu söyleyenlere de siz kapitalizme karşı olan Müslümanlar demek ki sizsiniz denilerek Antikapitalist Müslümanlar diye bir adlandırma ortaya çıktı. Benim anlayışıma göre Antikapitalist Müslüman olmak için iki şart vardır. Ben bunu iki şarta bağlıyorum. Yukarıda mülkiyetle ilgili söylediğim iki ayet vardı. Birincisi Necm suresi 39. ayet: ‘’İnsan için emeğinden başkası yoktur’’ Bir Müslüman emeğiyle yaşamalı, alınteri ile geçinmelidir. Zinhar haram lokma boğazından aşağıya geçirmemelidir. İkincisi de Bakara suresi 219. ayet: ‘’…İhtiyaçtan fazlasını infak edin..’’ Bir Müslümanın mal ve servet biriktirmemesi lazım, ihtiyaçtan fazlasını kimsesizlerlerle, olmayanlarla, yoksullarla paylaşmalıdır. Böyle yaşayan bir kişi kapitalist olamaz.
BARIŞ İÇİNDE BİR ARADA YAŞAMA MEDİNE SÖZLEŞMESİ PROJESİDİR.
M.Özmen: Bir seyircimiz,, barış içinde bir arada yaşaması fikri en çok FETÖ’nün kullandığı argümandı. O da tüm dinleri birleştirmek gibi bir gayesi vardı. Siz de benzer bir şey söylediniz demiş. bu FETÖ bağlamında Fetullah gülen ve Adnan Oktar hakkında ne düşünüyorsunuz?
İ.Eliaçık: Barış içinde bir arada yaşama fikri, ben bunu çok kullanan birisiyim. Bunu Medine Sözleşmesinden çıkarıyorum. Medine Sözleşmesinde Peygamberimiz farklı etnik dini grupları bir arada yaşatma projesi geliştirmiştir. Ben buradan ilham alarak söylüyorum FETÖ falan beni ilgilendirmez. Eğer onlar da bunu söylüyorsa bizden duydukları için söylüyorlardır. Biz onladan almıyoruz, onlar bizden almış olabilirler. Ama bu söylemi dinler arası diyalog adı altında başka bir amaçla çarpıtarak kullanıyor olabilirler. Her şey çarpıtıldığı gibi barış içinde bir arada yaşama lafı da çarptırılabilir. Bunu götürüp dünyayı yöneten emperyalist güçlere, halkları peşkeş çekmek ve onları meşrulaştırmak amacıyla da kullanıyor olabilirler. Yani din de, adalet de, barış da böyledir. Bütün kavramlar çarptırılabilir. Önemli olan bunları çarpıtmadan, konulduğu vaaz olunduğu doğrultuda kullanabilme, bunları ifade edebilmektir.
Adnan Oktar’la ilgili olarak, benim internette yayınlanan videoların arasında en çok izlenen videolardan bir tanesi adnan Oktar’la ilgili konuşmuş olduğum 7-8 dakikalık bir videomdur. Niye bu kadar izlendiğini de anlayabilmiş değilim. Bu videoda onları dört açıdan eleştirmiştim. Birincisi lüks bir hayat yaşamaları, bu bir Müslümana yakışmaz. İkincisi mehdilik iddiası, ben son mehdiyim gibi şeyler söylüyordu. Bu da kesinlikle yanlıştır. Üçüncüsü bu evrim teorisine takıntıları vardı. Sürekli olarak evrim teorisinin İslamiyetle bağdaşmayacağını söylüyorlardı. Bunun da ben doğru olmadığını söylüyordum. Dördüncüsü de TV kanalları açıp, eğlence kültürü geliştirmeye çalışıyorlar. Bunun da Müslüman kültürle pek bağdaşmayacağını ifade etmiştim. İnsanlar halay çekerler, davul, zurna çalınır ama öyle mini etekli kızları ekran karşısında oynatmak hem Anadolu halk kültürüne hem de Müslüman kültüre fala yakışmadığını söyleyen bir video doldurmuştum. Henüz daha onlar cezaevine girmeden 4 sene öncesinden ben bunları söylemiştim.
2009’DA AMERİKA’YA PANELE DAVET ETTİLER, VİZE ALAMADIM. F. GÜLEN’İ ZİYARET ÖNERİSİNİ GERİ ÇEVİRİNCE ÇOK ŞAŞIRDILAR
FETÖ’ye gelince, ben kendi kendime bir hesaplama yaptım. Şimdi yeniakittv.com tr sosyal medya kanalına da çıkmış oldum. Hemen hemen Türkiye’deki bütün TV kanallarına çıkmışımdır. Ama iki TV kanalı hariç. İki kanala beni hiç çağırmamışlar. Birisi vergilerimizle yürüyen TRT, diğeri de FETÖ kanalları diye bilinen Samanyolu ve diğer aynı grubun TV kanalları.
Son olarak şu anımı aktarayım: Sonradan FETÖ diye anılmaya başlayan Cemaate bağlı bir kuruluş olduğu anlaşılan, Amerika’da üniversite öğrencilerden oluşan bir grup 2009’du sanırım beni konferans vermem için Amerika’ya çağırdı. Türkiye’den benimle üç kişiyi çağırdılar. Bunlardan Sibel Eraslan Amerikan Elçiliği başörtüsü kulağını kapatmayacak, açık olacak vs. deyince bunu kabul etmediğinden vize almamıştı. Diğer davetli Yasin Aktay gitti. Zaten aramızdan bir tek o gitti. Bana da Amerikan Elçiliği vize vermediğinden dolayı gidemedim. Bu gruptan biri telefon açtı ‘’Burada bir panel olacak, sizde bu panelde konuşacaksınız. Panelden önce veya sonra Fetullah Gülen Hocaefendi ile görüşmek ister misiniz?’’ dedi. Ben de; ‘’Siz bana bir panelden bahsettiniz, ben oraya gelip bu panelde konuşma yapacağım. Fetullah Gülen’le ne alakası var, niye görüşeceğim ki? Görüşmek istemiyorum, buna gerek yok. Görüşme ihtiyacı da hissetmiyorum’’ dedim. O da şaşırarak ‘’Ya öyle mi? İhsan bey ben çok şaşırdım. İlk defa böyle bir şey oluyor. Buraya akın akın insanlar geliyor ve hepsi de gidip Fetullah hoca ile görüşüyor. Hepsi bir vesile ile geliyor ve onlara bir program yapıyoruz, muhakkak Fethullah hoca ile görüştürüyoruz. Kimler geldi kimler geçti. Ama ilk defa siz ben gitmem ve görüşme ihtiyacı hissetmiyorum dediniz.’’ Ben de biraz beylik bir laf ederek espri olsun diye ‘’Eğer beni çok merak ediyorsa o gelip benimle görüşebilir’’ dedim. Sonrasında küt diye telefonu kapattı ve bir daha da aramadı. Daha sonra zaten Amerikan Elçiliği vize vermeyince (niye vermediklerini de bilmiyorum) gidemedim. Amerika’ya hiç gidememiş oldum. Dolayısıyla bu FETÖ denilen grupla benim aram hiç iyi olmamasına rağmen ben ne yaptım? Zaman gazetesine baskın düzenlenmiş ve kapatılıyordu. Zaman gazetesinin önüne, gazete kapanmasın diye insanlar yığılmıştı. Ben de gazetecilik namusu adına, haber yayıncılığına ket vurulmaması adına, onlarla aramın hiç iyi olmamasına rağmen, hele 2012 yılının 1 Mayıs’ında kızımla beraber beni ekranlarında teşhir edip, bizi cam çerçeve kırdıran, Fatih’te Cuma namazı kıldırdı sonra da 1 Mayıs’a yürüdü, kızı da anarşistlerin arasında, şöyledir böyledir diye yayın yapmış olmalarına, beni çok yaralamış olmalarına rağmen, ben Emniyet Müdürlüğünün önüne gidip gazetecilik adına, herhangi bir gazeteyi kapatmayın diyerek durdum. Mesela komünist veya ateist bir kitabın şurada yakıldığını görsem, gider o kitabı yakmayın derim. İçindeki fikirlere katılmayabilirsiniz, televizyonları, gazeteleri kapatmayın derim. Benim böyle geniş özgürlükçü bir yelpazem var. Bunun adına bunu yapmıştım.
M.Özmen: Hocam siz Zaman Gazetesinde yazdınız mı acaba?
İ.Eliaçık: Hiç köşe yazarı olmadım. 2003 yılında Bilgi ve Düşünce Dergisini çıkarırken, 5-6 defa Zaman Gazetesinin yorum köşesine yorum gönderdim. Ve o yorumlardan bir tanesini de hükümeti eleştirir mahiyette gördükleri için bir daha bana yorum yazdırmadılar.
EVRİM TEORİSİ iSLAM İTİKADINA AYKIRI DEĞİL
M.Özmen: Bir vatandaş soruyor; ‘’adam evrim teorisini de savunuyor…’’ Ne dersiniz hocam bu konuda?
İ.Eliaçık: Evet ben evrimin İslam’a aykırı olmadığını, İslam itikadına ters olmadığını düşünüyorum. Allah insanlığı evrim sürecine bağlı olarak yaratmıştır. Çok uzun süren, sulardan gelen insanın evrimi, gelişimi birbiri içinden çıkarak günümüze kadar gelmiştir. Bunu savunan İslam âlimleri de vardır. Mesela İbn Haldun, Bîrûnî, İbn Miskeveyh bir çok İslam âlimi, filozofu bunu İslam’a aykırı görmemişlerdir. Bunun araştırılması, tartışılması lazım. Önemli olan Allah’ın yaratmış olduğuna inanmaktır. Ben evreni de, insanı da Allah’ın yarattığına inanıyorum ama bu yaratma ne şekilde olmuştur? Evrim süreçlerine bağlanarak, birbirinin içinden çıkarak da yaratma olmuş olabilir. Yani evrim ile yaratılışın aynı anda olabileceğini, evrimin de bir yaratılış olduğunu, yaratılışın evrim süreçleri içerisinde ilerlediğini de söyleyebiliriz. Bunları karşı karşıya getirmemek gerektiği kanaatindeyim. Bu ayrıca uzun bir tartışma konusudur. Şimdi burada bir kaç cümle ile ancak bu kadar anlatabiliyorum.
M.Özmen: Bir vatandaş diyor ki; ‘’Hoca Zaman Gazetesi kapatılmasın diye oraya gittiğini söylüyor ama YeniAkit Gazetesi defalarca isim değiştirdi, hakkında bir sürü dava açıldı ama İhsan Eliaçık’ın buna hiçbir desteği, açıklaması olmadı’’ diye de bir yorum yapan olmuş hocam.
HÜKÜMET ZORUYLA YENİ AKİT KAPATILMAK İSTENSE ONA DA KARŞI ÇIKARIM
İ.Eliaçık: Hükümet zoruyla YeniAkit Gazetesi de kapatılmak istenirse, kapatılmasın diye onun da önüne gelirim. Benim görüşüme göre hiç bir gazete kapatılmamalıdır, hiçbir kitap yakılmamalıdır. Ama bir suç işliyorsa bu ülkenin mahkemelerinde yargılanırlar. Bayrağa hakaret eden olursa, haddini aşan olursa, kanunları çiğneyen olursa mahkeme yolu açıktır. Gidip mahkemeye verilir ve bir suçu varsa cezasını alır. Gazete kapatmak doğru değildir.
M.Özmen: Hocam son bir sözünüzü ve mesajınızı alarak programı kapatalım.
İ.Eliaçık: Beni çağırdığınız için teşekkür ederim. Umarım iyi bir yayın olmuştur. Hem korona günleri ve Ramazan günleri vesileyle insanların birbiriyle konuşmaya birbirlerine mesajlarını iletmeye ihtiyacı vardır. Şunu belirteyim ki, benim hakkımda duyduğunuz 10 kelimeden 9’u muhakkak yalandır. Aslı astarı yoktur, iftira atılmıştır, karalama kampanyası düzenlenmiştir. Tahmini olarak söylüyorum ancak 10 taneden bir tanesi benim hakkımda doğru bilgi olabilir. Tam böyledir demiyorum ama olaya böyle bakılmalıdır. Çünkü insanlar birbirlerini çeşitli şekillerde suçluyorlar. Başta da söylediğim gibi konuşalım, karşı çıkacaksanız çıkın ama beni benden dinleyin, ben de sizi sizden dinleyeyim. Bizatihi sizi dinleyeyim karşı çıkacağım bir şey varsa öyle karşı çıkayım. Öbürünün, berikinin demesiyle, dedikodusuyla, karalamasıyla birbirimize düşman olmayalım. Böyle yaparsak yazık etmiş oluruz. Bu vesileyle izleyicilerin de mübarek Ramazan günlerini kutluyorum ve herkese hayırlı Ramazanlar diliyorum.