Enflasyonla sabit ücretli kesimlerin ilişkisi bir boks maçına benziyor. Enflasyon, geliri sabit kalan kesimleri köşeye sıkıştırmış, dövüyor. Dayak yiyen ücretli, gardını düşürmeden bu taarruza dayanmaya çalışıyor.
İktidar tabanı, son yıllarda başımıza gelen felaketlere “kader” demeye alıştırıldı. İktidar temsilcileri teflon misali, yanmaz, yapışmaz… Türkiye’nin başına gelmeyen kalmaz ama bunları hepsi bizim irademizin etkili olmadığı, Allah’tan gelen felaketlerdir. Seller, yangınlar, depremler…
Fakat kaderimiz sadece bu “doğal” felaketler değil, aynı zamanda “ekonomik” felaketler de Allah’ın takdiridir. Haşa sayın Cumhurbaşkanı bu felaketten sorumlu olmadığı gibi, bu felaketin yaralarını sarmak için elinden geleni de yapmaktadır. Yapmaktadır da, enflasyon neden düşmemektedir? E seneye düşer “inşallah”…
Partisinin Aksaray Mitingi’nde konuşuyor Erdoğan;
“İnşallah yılın ikinci yarısından itibaren enflasyonun düşmeye başlamasıyla elimiz biraz daha rahatlayacak. Çünkü yüksek enflasyon ortamında ne verirsek verelim dipsiz kuyu misali kaybolup gidiyor. Önce enflasyonu kontrol altına almamız gerekiyor.”
Bu ifadelerin tercümeye ihtiyacı var. Bir metaforla açıklamaya çalışalım; Enflasyonla sabit ücretli kesimlerin ilişkisi bir boks maçına benziyor. Enflasyon işçiyi, memuru, emekliyi yani fiyatlar artarken geliri sabit kalan kesimleri köşeye sıkıştırmış, dövüyor. Sağdan soldan dayak yiyen ücretli, gardını düşürmeden bu taarruza dayanmaya çalışıyor. Tam nakavt olacak, artık havlu atılacak. Gong sesini duyuyoruz. Ücretli gidiyor köşesine, antrenörü bir bardak su veriyor ve diyor ki;
“Bak suyunu da içtin, seni enflasyona ezdirmedim.”
Ücretli de garibim, suyunu içiyor, biraz nefesleniyor ve bir sonraki raunda çıkıyor, dayağa devam…
Bu metaforla düşünürsek, Erdoğan diyor ki, “Molaya gerek yok, zaten dayak yiyorsun, verdiğimiz bir bardak suyu da zaten içemiyorsun, hele dayan zaten maç bitecek.”
Peki bu maç ne zaman bitecek? Bu soruya esaslı bir yanıtı tarihsel bir perspektifle verebiliriz. Zira Türkiye’nin enflasyonla sınavı, Batılı ülkeler gibi limoni değildir. Biz enflasyonla Katolik nikahı kıymış bir milletiz. Ayrı yaşamak mümkündür de boşanmak sanıldığından daha zor.
‘TÜRKİYE’DE ENFLASYONUN TARİHİ’
2006’da TCMB 75’inci kuruluş yıl dönümü şerefine “Türkiye’de enflasyonun tarihi” başlıklı, Fatma Doğruel ve Suut Doğruel imzalı bir kaynak kitap hazırladı. İktisat tarihçisi Şevket Pamuk’un da katkı sunduğu bu eser, tarihimizin enflasyonla nasıl güçlü ilişkileri olduğunu ortaya koyuyor. Belirtmek gerekir, 1923 yılı itibarıyla, nüfusun yüzde 90’ının köylerde yaşadığı, kendi geçimlik üretimini gerçekleştirdiği, piyasanın kent ölçeğinde oluştuğu ve bu ölçeğin de son derece sığ olduğu bir ekonomiye sahiptik. Böyle bir ekonomide enflasyon bugünkü manada görülmediği gibi geniş kesimleri de bugünkü manada etkilemez. Bizde 1950’lere dek enflasyon özellikle savaşların getirdiği bir kıtlığın, negatif yönlü bir üretim şokunun eseridir. Nitekim, 1’inci Dünya Savaşı’nın başladığı 1914’te 100 Lira olan mal sepetinin, Kurtuluş Savaşı’nın başladığı 1919’da bin 329 Lira’ya çıktığını Şevket Pamuk hesaplıyor. 5 yıllık enflasyon yüzde 1229…
Fakat Cumhuriyetin kurulması, erkek nüfusun cephelerden tarlalara dönmesi, denk bütçe ve dış denge politikasıyla Cumhuriyetin ilk yıllarında enflasyon yavaşlıyor. 1923’te 100 Lira olan mal sepetinin 5 yıl sonra 1928’deki bedeli 111 Lira. Yani 5 yıllık toplam enflasyon sadece yüzde 11.
1930’lara geldiğimizde ise tüm dünyayı kasıp kavuran hastalığın adı, enflasyon değil deflasyon. Yani fiyatlar bırakın artmayı, düşüyor. 1930’da 100 Lira olan mal sepetinin fiyatı 1939’da 77 Lira’ya iniyor. Bu dönemin hastalığı ise işsizlik… Fakat korumacı – devletçi sanayileşmenin yanında nüfusun kırsalda yoğunlaşması Batı’daki gibi bir işsizlik sorunu yaşamamamızı sağlıyor. Fakat 1940’lar yine savaş yılları… 1939-1945 arasında gerçekleşen enflasyon yüzde 233. yıllık değil, 6 yılın toplamı…
ENFLASYONLA 70 YILLIK YOLCULUĞUMUZ
Yani bizim topraklarımızda yaşayanlar için 1950’li yıllara dek enflasyon denilen şey, savaşla özdeş bir mesele. Savaş varsa fiyatlar artar, barış dönemleri hiç değilse bolluk dönemleridir. Bu haliyle, bugün deneyimlediğimiz anlamda enfalsyon, bizim için 20’nci yüzyılın ikinci yarısında ait bir meseledir. Nitekim çift haneli enflasyonun bir barış döneminde ilk kez görüldüğü yıl 1954’tür. O yılki enflasyon yüzde 11… İzleyen yıllarda 1960’a dek enflasyon çift haneli gerçekleşecek, 1959 enflasyonu yüzde 19,5 ile barış dönemlerinin rekorunu kıracak. Yani enflasyonla ilk evliliğimiz 6 yıl kadar sürüyor ve 1960’ta bu evliliğe 9 yıl kadar mola veriyoruz. 1970’te ayrılık hasretine dayanamıyoruz ve yeniden çift haneli enflasyonla beraber yaşamaya başlıyoruz.
1970’te yeniden yüzde 11,8 enflasyon yaşanıyor. 1978’de ilk kez yüzde 50’nin, 1979’da ise yüzde 60’ın üzerini deneyimleyeceğiz. 1970’te musallat olan çift haneli enflasyondan 34 yıl sonra, 2004’te ayrılacağız. Bu 34 yıl boyunca, iktidarlar seçmenlerine “ikinci yarıda düşecek”, “gelecek sene düşecek”, “biz iktidara gelelim düşecek” gibi türlü vaatler veriyor. Böyle böyle 34 yıl geçiyor. Bu vaatleri dinleyerek çalışmaya başlayan ücretliler, emekliliğinde de bu vaatleri dinliyor.
Dedik ya, enflasyonla evliliğimiz Katolik nihakı gibidir, ayrılmak var ama boşanmak yoktur. 2004’te de ayrılıyoruz çift haneli enflasyonla ve bu ayrılık 12 yıl sürüyor. 2017’de yeniden çift haneli enflasyonla beraber yaşamaya başladık.
DÜZEN DEĞİŞMEDEN ENFLASYON DÜŞMÜYOR
Savaşları hariç tutalım, enflasyonla tam 70 yıl önce, 1954’te evlenmişiz. Bu 70 yıllık evliliğimizde 2 kez ayrılmış, 3 kez bir araya gelmişiz. İlk beraberliğimiz 1954-1960 arasında yaşanmış ve 6 yıl sürmüş. İkinci beraberliğimiz 1970’te başlamış ve 34 yıl sürmüş. 3’üncü beraberliğimizin de henüz 7’nci yılındayız.
Enflasyonla 70 yıl önce 1954’te tanışmışız ve bu 70 yıllık tarihin 46 yılında çift haneli enflasyonla beraber yaşamışız. Tek haneli enflasyonun tadına sadece 24 yıl bakabilmişiz.
Her iki ayrılık da politik düzen değişimi sayesinde gerçekleşmiş. 1954’teki beraberliğimizi 1960 Darbesi bitirmiş. 1970’teki beraberliğimizi 2001 Ekonomik Krizi ardından gelen IMF Darbesi bitirmiş. 2017’deki beraberliğimiz 7 yıldır güle oynaya sürüyor. Kural değişmeyecek, düzen olumlu ya da olumsuz yönde, bir biçimde değişene dek enflasyonla beraberliğimiz sürecek. Yılın ikinci yarısında da sürecek, seneye de sürecek. Çünkü Türkiye’de enflasyonun nedenleri ekonomik olmaktan çok politiktir. Politik düzen değişmediği taktirde enflasyon daha önce hiç düşmedi, yine düşmeyecek.