Yazacaklarım bir agora[1] ortamında tartışılması gereken diyalektik[2] aforizmaların[3] bütüncül yansımalarıdır.
- Kadîm Zamanlar
Sümerlerin Gılgamış ve Eski Yunan’ın İlyada destanları ölümsüzlük ve dostluk temalarını ele almışlar. Çünkü insanlığın psikolojik talebi ölümsüzlük, sosyolojik isteği dostluktur. Dost kalmanın mutlak şartı ise toplumsal uyumdur. Uyum da ancak adil bir toplumda uygulanabilirliği olan eşitliğe bağlıdır. Fransız filozof ve edebiyatçısı Alain’in dediği gibi birey mutluluğu ancak toplumsal mutlulukla sağlanabilir. Muhammed Peygamberin öğretisinde de komşusu açken kimse mutlu yatamaz, can ve mal güvenliği içinde olamaz. Dostluk da ancak ahlâk, hukûk, eğitim, sağlık, yönetim konularında herkesi eşitçe kucaklayacak davranışlar sergilemekle mümkündür.
Homeros’un İlyada ve Odesa destanları Eski Yunan’ın siyasetten eğitime kadar tüm toplumsal yapısında nasıl etkili olmuşsa Tora (Töre, Tevrat) Mûsevîlerde, İncil İsevîlerde ve Kur’an Muhammedîlerde etkili olmuştur. Ancak etkilerden her ne kadar söz etsek de ortada ilahi bir komedya da oynanmıştır. Yani Tanrı adına yetki kullanma hastalığı ve eleştirilemez konum ve yorum tekelciliği tarih boyunca gır gitmiştir. Diyânet, mezhep imamı, tarîkât şeyhi, cemaat lideri, tefsir yazarı, âyetullah, rehber; psikopos, papa, rahip, haham, kohen ve Budist fakiri gibi rûhânî mevkîler ile dinlerin teorik yapısını karşılaştırdığımızda Dante’nin İlâhî Komedyası’nda okuduğumuz gülünç çelişkiye tanık oluruz.
- İdeal İnsan ve Tasavvuf
Yeryüzündeki tüm arayışlar insan huzurunun keşfi için değil midir? Fransız aydınlanmasının babası Voltaire insanı mikro kozmos,[4] evreni makro kozmos[5] olarak niteler. Bu tanımlama Doğu sûfilerinin literatüründe de var olan köklü bir algıdır. O halde “İdeal insan nasıl biri olacak ki dostluk ve ölümsüzlük gerçekleşsin?” diye sormamız gerekir. İşte bu soru kadîm[6] devirlerden beri gelen ve her çevre tarafından farklı biçimde betimlenen bir çerçeveye sahiptir. Eski Yunan’ın zeki evladı Eflatun (Platon), aklını kullanarak duygularını kontrol eden, sanat yerine felsefeyle uğraşan insanı ideal insan yerine koymuştur. Batı’nın 19. yüzyıldan bir evladı olan Marks, siyasal statüsünü kendi belirleyebilen, toplumdaki gizli ve açık tüm kast ilişkilerine başkaldıran ve özgürlük potansiyeliyle dolu olan insanı ideal insan olarak göstermiş ve ona özerk insan[7] demiştir. Sûfîler ideal insanı insan-ı kâmil biçiminde tanımlarlar.
Yeri gelmişken sûfîleri azıcık tanımak gerekir. Sûf adlı soğuktan koruyan kıllı bir giyecek giyen kimseye sûfî, sofi ve sofu denir. Sûfî, Tanrı’yı anlamak ve kendini Tanrı’ya adamak için toplumdan olabildiğince uzak durup iç dünyasıyla baş başa kalmayı yaşam tarzına dönüştüren kimsedir. Bu kişi evren ve doğa hakkında sürekli düşüncelere dalar, inandığı Tanrı’nın sanat ve kudretini buralarda görüp iç huzur peşinde olur. Toplumsal sorunlarla pek ilgilenmez ve yeryüzü yaşamını pek de önemsemez. Dikkatini ölüm sonrasına odaklar ve Tanrı’yı iç aydınlanma yollarıyla bulmaya çalışır, Tanrı’yı sürekli görüyormuş gibi yaşamaya çabalar. Devamlı sabır, dini ritüel, efendiye sorgusuz itaat ve belli sayılarla sınırlandırılmış özel dua çerçevesinde yaşar. Kur’an’ın anlattığı dinden içinde parçalar bulundursa da sûfilerin genel anlayışı Budist ve keşiş kabullerinin ötesini geçmez. Sûfîlerin farklı yol ve yöntem uygulamalarına tarîk-ât,[8] sûfîliği yaşamaya tasavvuf denir. Tasavvuf ve tarîkât vicdân elçisi Muhammed’in değil Budizm ve Hıristiyan keşişliği gibi eski kültürlerin etkisini taşıyan sentez bir rûhânî yapılanmadır. Alevilikte var olan sentez kültür sûfîlikte de vardır. Zaten Alevîlik de esasında sûfî bir sentezlemedir.
İdeal insan aynı zamanda ideal eser ortaya koyarak insanlığa kalıcı değerler bırakmalıdır. Çağımızın toplumcu gerçekçi edebi-felsefi akımı “Toplumcu olmayan bir eser güzel olsa da değersizdir.” derken çok da yanılmış sayılmaz. Zira sanat bireyin ölümsüzlüğü ve toplumun dostluğuna hizmet etmelidir. Bu bağlamda Servet-i Fünûn’un ağır topu Tevfik Fikret de “Gerçek, sanatın şartıdır; amacı değildir.” derken trajedi yazarları gibi “Aklın kurallarına uymayan sanatı çirkin görmüş, gerçekliği var oluşun kavranmasında birincil adım saymış; insanı merkeze almayan, anlaşılmayan ve mutluluğa hizmet etmeyen hiçbir değer gerçekte bir anlam ifade etmez.” demek istemiştir.
- Hukûk ve Ahlâk
Dostluğun inşasına giden yolda Lenin “Hukuk, siyasetin önlem almasıdır.” diyerek politikanın hukûka baskısını dile getirmiştir. Herman Cohen hukûku ahlâkın matematiği sayarak matematiksel davranış kurallarını dostluğun temeline yerleştirmiştir. Kimilerine göre de çağımız içinde tüm dostluk arayışları seküler ve metafizik[9] bir sentez olan demokraside gizlenmiştir. Arayışın özünü sorgulayan Spinoza “Akılsız istek kör, isteksiz akıl kısırdır.” demiştir. Spinoza’ya göre ölümsüzlük ve huzuru akıl çerçevesinde istemeliyiz. Mustafa İslamoğlu’nun bu tartışmaya katkısı akleden kâlp olmazsa ideal insan ve ideal dünya kurulamaz biçimindedir.
Hıristiyan ahlâkını yani kadim Doğu’nun mistik ahlâkını dünyevileşmeye giydiren demokrasi, insanların rasyonelleştiği bir dünyada huzur kaynağına dönüşememiştir. Çünkü maddeleşme, bencilleşme ve yıkıcı rekabet temellerine dayanan kapitalist dünyevileşme Hıristiyan ahlâkı tarafından durdurulamamıştır. Batı’ya Müslümanlaşma diye lanse edilen tasavvufçu, mistik, rûhânî içerikli Mevlânâcılık, Nurculuk, Süleymancılık, Milli Görüşçülük, Işıkçılık, Hacı Bektaşçılık, Yunusçuluk, Nakşîlik, Kâdirîlik ekolleri de antikapitalist bir çözüm üretemeyecektir. Zira bunların söyleyecekleri zaten Hıristiyan ahlâk ve ilâhiyâtında vardır. Hâlbuki doğal din, içsel huzur yanında ahlâkı da kuşatan sosyal ve ekonomik içerikli bir düzenlemedir, salt bir ahlâk öğretisi değildir.
Tecrübeler göstermiştir ki demokrasi dâhil hiçbir siyasal ekol ideal insan ve ideal dünya kurmak isterken Kur’an dünyasını ıskalayan bir tavır içinde olma lüksüne sahip değildir. Örneğin İngiliz aydınlanmasının babası Roger Bacon, Arap hocalardan ders almış biri olarak tam bir İbn-i Sina hayranıdır. Bu sebeple İngiltere’ye Engizisyon hiç girememiştir. Cambridge üniversitesi Hıristiyan ahlâk ve ilahiyatını akla yakınlaştırma misyonunu halen sürdürmeye devam etse de kapitalist ekonomik ilişkileri yok edemeyecektir, insanlığın kadîm iki talebini karşılama konusunda çaresizliğini ilan edecektir.
- Marks ve Nietzsche
Karl Marks “Din, mazlumun zalim ve zengine başkaldırmasıdır.” derken elçi Muhammed ve Halife Ömer gibi bir dil kullanmıştır. Dinin müşrik, kâfir ve münâfık kategorizeleri esasında zâlim ve zengin sınıf reddiyeleridir; bu kimseler sınıflaşmış toplumun efendilik kompartımanında oturanlardır. Nietzsche’nin söylediği “Din, zayıfların güçlüleri aldatmak için ürettiği uydurmalardır.” tezinin doğal ve vicdânla uyumlu dini değil uydurulan dini kapsadığı unutulmamalıdır. Çünkü uydurulan din egemenlerin afyonlaştırdığı ve zayıfları yönetmek için kullandığı ritüel ve hurafeler yumağıdır.
- Erasmus
“Türklerin karşısına savaşla değil İncil ile çıkın.” diyen Erasmus, önemli bir yanlışa imza atmıştır. Çünkü Türklerin ahlâk anlayışında tasavvuf yoluyla zaten İncil kültürü vardır. Zalime başkaldırıyı öneren Kur’an âyetlerine rağmen halkın pasifist duruşu tasavvuf ahlâkına dayanır. Tasavvuf, sağ yanağına vururlarsa sol yanağını da dön biçimli bir Hıristiyan ahlâkından ilham almaktadır.[10] Erasmus ve Doğu sûfîleri ölümsüzlük ve huzur bulma konularında yöntem olarak ataraksi[11] tavsiyesinde bulunmalarıyla nasıl hata yapıyorlarsa ütopik sosyalistler[12] de insan gerçeğinin zihinsel evrimlerini görmezden gelerek benzer hatalara düşüyorlar. Engels’in insanı “üretim araçlarının ürünü olan sosyal bir varlık“ diye tanımlaması insan gerçekliği açısından gerekli ancak yetersiz bir tanımlamadır. Çünkü insanı sadece üretim araçları değil ölümsüzlük ve huzur talepleri ile bunları sağlayacağını düşündüğü başta din olmak üzere tüm ideolojiler şekillendirmektedir. Elbette her ideolojinin üretim ve üretim araçlarına dair bir bakışı olsa da sadece üretim araçlarına özel bir bakış söz konusu değildir. Kur’an, adalet talebinin insanlıkta en büyük istek olduğunu peygamberlerin adaleti sağlamak için geldiğine dair vurgusuyla belirtir. Yani üretim araçları kullanımı elbette toplumsal yapıyı etkiliyor, fakat insan doğasındaki sürekli var olma ve mutluluk isteğinin üst yapısı olan eşit, muksit[13] ve özgür bir dünya inşası her şeyin önüne geçiyor.
- Frankfurt Ekolü
Frankfurt ekolünün en tanınmış fikir işçisi Herbert Marcuse’un iki boyutlu kültür tezini dikkatle incelemek gerekir. Goethe, Proust ve Tolstoy’un da benimsediği iki boyutlu kültür tezi bir yandan geleneksel realizmi dikkate alır, öte yandan özü reddetmeyen bir modernizmi öne çıkarır. Kur’an hem toplumsal olumlu realitelere mârûf yaklaşımıyla vurgu yapar hem de İbrahim geleneğinden gelen ancak çağın algısına uyumlu hale getirilen insani ve ilerici duruşu da idealize eder. Yani toplum gerçeğini reddetmeden, yumuşak geçişlerle ilerici bir yenilik inşa etmek iki boyutlu kültür anlayışının uygulanmasıdır. Kur’an’da bu mesele Firavun, Nemrut, Hâmân ve zengin tiplemelerinin psikolojik çözümlemeleri yapılırken kıssalarda dramatik gerilimler içeren sahnelerle anlatılır. Bu esnada peygamber ile iktidâr arasında kalan halkın trajik bir realizm[14] yaşadığı belirtilir.[15]
- Platon
Eflatun, felsefenin kaynağını “hayret etmek” diye niteler. Yani “anlamak için şaşkınlığını gizlemeden ortaya çaba koyma” felsefenin motivasyonu olarak belirlenir. Kur’an’daki akla gönderme yapan yedi yüz küsur âyet dikkate alındığında Platon’un ne kadar doğru söylediği görülüyor. Bu nedenle okuduklarımız bir tekrar olmaktan çıkarılmalı, farkına varamadığımız gerçekleri fark ettiren ve öğrenince de hayretimizi artıran tespitlerle dolu bir içeriğe sahip olmalıdır. Böylesi bir eser, büyük emek ve uykusuz gecelerin çocuğu olmalıdır. Bu tip bir eserin doğumu zor olur; ancak dünyalar güzeli bir hakikat demeti ortaya çıkar. Emeğe değer veren tüm fikir yoldaşlarının bu tip eserlerden çok faydalanacağını umuyorum. Kur’an “Nûn! Kalem ve satır satır yazdıkları tanık olsun.”[16] diye başlayan âyetiyle eli kalem tutan ve akıl sağlığı yerinde olan herkesi göreve çağırmaktadır. Ayrıca Kur’an, ilahiyatçılara inmiş bir kitap değildir. Kur’an din sınıfının tekelinde hiç değildir. Bu nedenle inançlı veya inançsız herkes Kur’an’ı inceleyen eserler ortaya koymalıdır.
- Eleştirel Akıl
Müslümanların acil bir açılıma ihtiyaçları vardır. Geçmişin mezhep tekeline dayanan referansları[17] temel alınarak İslam’ın yorumlanması devresi sona ermelidir. Ayrıca tarihteki tüm mezhepleri aynı havuza dökerek mezhep içtihatlarından yararlanmak ile mezhep dışı yorumu din dışı göstermek farklıdır. Ramazan programları mezhepçi kliklerin ağlarıyla çevrilmiş, bir yandan tarîkât İslam’ı pompalanıyo, öte taraftan ideal Müslümanı tasavvuf dairesine hapsediyor. Böylece din deyince sadece gönül muhabbeti ve edep ahlâkı adı altında bol kerametli, çok efendimli ve pek tatlı sözlü bir biatçılık inşa ediliyor. Hâlbuki Kur’an gönlü aç bırakmadığı gibi eylem ahlâkını önceler. Kur’an, Hanifler gibi etliye sütlüye karışmayan, tasavvuf ehli gibi yanlışa sadece nasihat yoluyla karşı duran pasif bir imanı değil haberci Muhammed gibi zulmün her türlüsüne başkaldıran aktif bir İslam ahlâkını önerir. Müslümanlığın ontolojisi hakkı savunma ve zulme direnmedir. Abbâsîlerin devletin bekâsı kaygısı için yaptıkları doğru bir davranış biçimleri vardır ki mutlaka örnek alınmalıdır. Çünkü Abbâsîler, rivayetçi Arap aklına bağlı ve hadis geleneğini önemseyici olmalarına rağmen hem çevre kültürlerinin karşısında etkisiz kalmayı durdurmak hem de İsmailî hareketlerle mücadele kabiliyeti elde etmek için Hanefî fıkhı ve Mûtezile kelamını devletin resmi politikasına dönüştürdüler.[18] Daha yetmedi Aristo başta olmak üzere Eski Yunan filozoflarından tercümeler yapan Beytü’l-Hikme[19] adlı kurumu oluşturdular. Böylece devlete lazım olan akılcılığa/rasyonaliteye ulaşmış oldular.
- Çağı Okumak
Çağımız geçmişin kalıp ve bilgilerini günümüzde canlandırmayı değil, kutsal yazılar, insanlık deneyimleri ve gelişen bilimsel sonuçlardan hareketle hayatı yeniden kurmayı gerektirmektedir. Orta Doğu’nun doğrudan Kur’an’dan üreteceği, zamanın tecrübesini katacağı ve elçi Muhammed’i çağı ve ortamı içinde iyi okuyacağı yeniden yapılanmacı bir anlayışa ihtiyacı vardır. Yoksa eskiyle nikâh tazeleme eylemleri siyasal, ekonomik, hukuksal, etik, eğitimsel, teknolojik, zirâî ve sıhhî alanlarda taklitçi olmaktan bizi kurtarmayacaktır.
Doğrudan Kur’anla beslenen ve elçi Muhammed’in söz ve eylemlerini kendi özel koşulları altında çok iyi analiz eden bir algı ile hareket ettiğimizde 21. yüzyılın devrimini gerçekleştiririz. Bu bir hayal değildir ve hiçbir vicdân elçisi hayal-perest[20] değildir. İsa, Musa ve Muhammed kendi devirleri içinde Mısır, Roma ve Mekke egemenliklerine[21] karşı az sayıyla ama etkin bir dil ve güçlü bir alternatifle nasıl mücadele ettilerse, elçi Muhammed nasıl ki saldırılara karşı kılıcını eline aldıysa[22] çağın tüm Müslüman mağdurları aynı yöntemle sömürülme, cehalet, yoksulluk, bilgisizlik, törelere sıkışmışlık, geleneklere tapma, Allah dostları adı altında manevi karizmalar üretip aklını onlara teslim etme, cemaat kitapları ve tarikat virdlerine Kur’an’dan daha sıkı bağlanma; lider, parti, şeyh ve efendiyi vazgeçilmez ve tartışılmaz görmeye son veren başkaldırı modelleri üretmelidir. Dahası Müslüman deyince sakallı ve dünyayla işi bitmiş zavallı bir ihtiyar imajından vazgeçip Ali, Ammar, Mus’ab, Ömer, Fâtımâ, Âişe gibi 12-18 yaş aralığında bir çoğunluğun ve 30-40 yaş aralığında bir olgunluğun olduğu genç ve dinamik kitle hatıra gelmelidir.
- İslâm Toplumu
Tasavvuf çevresi sürekli yaşlı kadın ve erkekleri mübarek, gençleri de günah kutusu gösterdiğinden bu tavrıyla İslam’a ters bir anlayış içindedir. Bu nedenle Müslümanların ve bilhassa genç Müslümanların[23] zihinlerini rafine[24] etme zamanı gelmiştir. Şükür ki son dönemde Kur’an’dan beslenen inşacı entelektüel Müslümanlar yazdıkları kitaplarla gençliğin zihnini Kur’anla inşa ediyorlar. Gerçekte İslâm toplumu barış toplumu demektir, yoksa “Eşhedü-en-La-ilah(e), illa-Allah, Muhammed rasul-Allah”[25] cümlesini ezberden söyleyen toplum demek değildir. Müslüman dâru’s-Selâm halkıdır, ümmet-i vâhid(e)’dir. Özgürlük, eşitlik, kıst, merhamet, kerem, toplumun birlikteliği,[26] parçalanmaz bütünlük,[27] sözleşmeye bağlı yaşam, ortak aklın egemenliği,[28] infak, sadaka, karz-ı hasen, zekât uygulamaları; mülkiyet, kavmiyet ve cinsiyet ayrımcılığının olmaması; dil ve renk farklılıklarının Tanrı’nın âyetlerinden sayılması,[29] yeryüzünün tüm ezilenlerine yardım edilmesi[30] İslâm toplumunun belirgin ve ayırıcı özellikleridir.
İslam toplumu sadece Muhammedilerle kurulamaz. Peygamber’in Medine’de yaptığı gibi kıst, eşitlik ve ortak akılda birleşilen tüm inanç mensupları ile Tanrı-tanımazlar da işin içine katılarak yapılır. Çünkü heterojen[31] toplum gerçekliği, vicdânî duruş ve insani talep bunu gerektirir. Zira Tanrı, insanları iman homojenliğine[32] mahkûm etmemiştir. Tüm farklılığımıza rağmen aynı insani duygu ve istekleri taşıdığımıza göre kimliklerimizi değil kişiliklerimizi temel yapan bir ortak zemin inşâ etmeliyiz. İşte böylesi bir barış toplumu projesine literatürde İslam cemaati denir.
- Kadın
Kur’an kadın konusunda Batı edebiyatında anlatıla gelen kurban tipi kadın tiplemesine karşı olduğu gibi ölümcül kadın tipine de karşıdır. Kurban tipi anne-baba sözünden dışarı çıkmayan, sevgilisi için ölümü göze alan, tüm sıkıntıları çekmeye razı olan ve masum olan kadın tipidir. Bu kadın tipi toplumun değerlerini asla yargılayamaz ve geleneklerden kopamaz. Masum, mağdur ve mahkûm bir kadın tipidir. Kur’an böylesi bir kadın tiplemesi istememektedir. Ayrıca ölümcül kadın tipi cinsel zevk, kapris ve hedefleri için her şeyi yapabilen; hırslı ve bencil kadın tipidir. Kur’an’ın Mücadile sûresi, peygamber karşısında hakkını arayan bir kadın tiplemesini yücelterek ideal kadını ortaya koymaktadır: Kocasına eş, çocuklarına anne, toplumda uyanık bir birey, erkekle eşit haklara sahip ve hakkını söke söke alan mücadeleci bir kadın. Bu kadının iş dünyasında olması ile ev hanımlığı kimlikleri zaman ve şartların oluşturduğu bir durumdur, Kur’an emri değildir. Asıl olan bir kadının hak yemediği gibi hakkını yedirmemesi ve toplum içinde şahsiyetli bir birey olarak yaşamasıdır. Yani Batı’daki iki uç kadın tiplemesinin ortak akılda buluşan makul tipidir. Peygamber kızı Fâtımâ’nın hakkını arayan tavırları ile peygamber eşi Âişe’nin savaş yönetmesi ve siyasal olaylara bizzat katılması ideal kadın tipinin yansımalarıdır. Âişe’nin Cemel Savaşı’nda stratejik hatalar yapması onun kadınlığıyla değildir. Çünkü erkekler de benzer hataları yaparlar.
- Hangi Tip?
“Kur’an nasıl bir insan profili ortaya koymakta?” sorusu “Kur’an nasıl bir insan tipine karşı çıkmaktadır?” sorusunda gizlidir.[33] Evvela konformist tip[34] Kur’an’ın hiç sevmediği kimsedir. Çünkü bu tip bencilliğin en temel özelliğini yansıtan kimsedir. Bundan daha kötüsü oportünist[35] tiptir. Çünkü bu tip konformizmin[36] doğal sonucudur.
Kur’an’ı ayrıca F. Kafka gibi hiçbir yerde tutunamayanları, Samuel Backet gibi sürekli kovulan ve bu nedenle daima kurtarıcı[37] bekleyenleri, Seul Bellow gibi hiçbir toplumla barışık yaşayamayanları anlatan ve idealize eden bir tipoloji ortaya koymamakta; James Joyce gibi iman ve itiraflarla dolu kimseleri,[38] Michel Butor gibi günah duygusunun ezikliği altında inleyen tipleri idolleştirmediği gibi hiçbir zaman bunların benzeri olun da dememektedir.[39] Günah duygusu altında inleyen tipler tasavvuf tiplemesinde de ideal tipin örneğidir. Müslüman bir kişinin benliğini kıst, eşitlik, kardeşlik, merhamet, liyakat, meşveret değerleri açısından sürekli kontrol etmesinin yolu Kur’an’ı sürekli analiz etmesi ve anlamak için okumasıyla mümkündür. Yoksa bir yandan günaha batmışlık psikolojisiyle yanıp kıvranan öte yandan harf sayısı veya aynı kelimelerin alt alta gelmesi yahut iyi bir eğlence olan cifir hesabıyla tarih düşürme oyunları içinde Kur’an’ı oyuncak aracına dönüştürmek ideal insanın tipolojisi değildir. Bu nedenle Nurcuların tevafuklu Kur’an’ı[40] edebi ve görsel bir zevk kazandırmasının dışında ne işe yarar?!
Kur’an’da ismi verilmeyen pek çok psikolojik[41] ve sosyolojik[42] tiple karşılaşırız. Firavun tipi içinde hangi firavunların, Nemrut içinde hangi nemrutların olduğunu bilmeyiz; Velid bin Muğire, Ebu Cehil ve Ebu Süfyan’ın hangi eleştiriler içinde zikredildiğini doğrudan anlayamayız. Çünkü Kur’an’ın amacı kişiyi değil tipik[43] olanı göstermektir. Bunun nedeni “Kişiler ölür ama davranış ve zihniyetler devam eder.” anlayışıdır. Kur’an, vicdân elçilerini arşetip[44] olarak da sunmamaktadır. Çünkü peygamberler reel, sokakta, savaş meydanlarında, eşinin yanında, piknikte, kanlı-canlı yaşayan rol-modellerdir. Ancak toplumlar vicdân, sğduyu ve akıl elçilerinin yaşam serüvenini ve miras bıraktıkları tarihsel içerikli kitaplarını ihmal edince, bieysel ve toplumsal anlayışlarını revize[45] etmeyince peygamber arşetip olmaktan ve kitap nostaljik bir ahiret garantisine dönüşmekten kurtulamamıştır.
- Din
James Joyce, Sanatçının Genç Adam Portresi adlı kitabında insan ruhunu kötümser ve günahkâr biçimde ele alır. Virginia Wolf da bireysel acılar üzerinden sosyal çalkantıları dillendirip günah itiraflarını söyleyenleri zirveye taşır. Din böylesi bir sahaya itilince Marks ve benzerleri elbette öylesi bir din yorumundan kaçacaklar ve ateizme yelken açacaklardır. Fakat Avrupalı dinden ne kadar uzak olduğunu iddia etse de aslında din insanın tüm hücrelerine sinmiştir. Andre Maurois gibi ateist bir yazar Lazzare romanında İsa’nın dirilttiği iddia edilen Lazzare’ı (Lazar’ı) kahraman yaparken bir başka ateist yazar olan Andre Gide ise Pastoral Senfoni adlı romanında bir papazın dünyasını anlatır. Demek ki din zihin ve kalpten kolayca sökülüp atılacak bir olgu değildir.[46]
- Bunalım
İnsanlık vicdân ve sağduyu temellerinde inşâ edilen aklın reçetelerini kulanmazsa Martin Elden romanının kahramanı Martin’i örnek alarak intihar eden Jack London’a yahut Goethe’nin yazdığı Genç Werther’in Istırapları romanını okuyup da Werther gibi aşkı sebebiyle balkondan atlayıp intihar eden ve buna da Wertheryen aşk adı takan zavallı kitlelere benzeyebilir. Belki bu da yetmez ve Kafka gibi bunalıma girip “Ölümümden sonra tüm kitaplarımı yakın.“ diyebilir.
devam edecek…
________________________________________________
[1] Agora: Antik Yunan kentlerinde şehirle ilgili siyasal, dini, ekonomik her türlü eylemin gerçekleştirildiği, tüm kamu binalarının etrafını çevrelediği halka ait geniş açık alana verilen addır. Helenistik dönemde şekillendi, Roma İmparatorluğu’nda çok yaygınlaştı.
[2] Diyalektik: Zıtları, aykırılıkları ve çatışan görüşleri hiçbir ön yargı taşımadan karşılaştırarak akılcı bir sonuca varma çabası.
[3] Aforizma: Duygu, düşünce, hayal, iddiâ ve tezi en uygun sözcüklerle en özet biçimde söyleme. Özlü söz, özdeyiş. (Diyalektik aforizma: Birbirine aykrı görüşelerin çelişen ve çatışan yanlarını en özet ve en anlaşılır biçimde karşılaştırma.)
[4] Mikro kozmos: Küçük uyum ve düzen. Küçültülmüş evren anlamına gelir. Yani evreni küçültsen ortaya insan çıkar demektir.
[5] Makro kozmos: Büyük uyum ve düzen. Büyütülmüş insan anlamına gelir. Yani insanı büyütsen ortaya evren çıkar demektir.
[6] Kadîm: Çok eski, kökü gidebildiği kadar eskiye giden, antik dönemleri kapsayan, ilk(el) çağlara ait
[7] Kendini yönetme yeteneğine ulaşmış kişi
[8] Yol-lar
[9] Meta-fizik: Fizik ötesi, madde ötesi, mânevî, bedensel alanın dışındaki saha
[10] Cüppeli Ahmet’in aktardığı sözde sahih rivayette Peygamber kızı Fatma haşir meydanında elinde oğlu Hüseyin’in kan hakkını isteyecek, ancak Hz. Muhammed engelleyecektir. Cüppeliye göre hak arama davası fitne çıkarma ve ortalığı karıştırmadır. Devlet sistemine koşulsuz biat Cüppeli ve benzeri Sünnîlerde olmazsa olmazdır.
[11] Ataraksi: Zevk ve lezzeti sadece ruhani/manevi yollarda arama.
[12] Ütopya: İnsanların arı kovanı/karınca yuvası gibi kusursuz çalıştığı ve eşitçe paylaştığı, herkesin üretime katıldığı, tembel ve asalakların yaşamadığı/yaşatılmadığı ve tüm problemlerin çözümlendiği ideal bir toplum hayalidir. Kur’an, sosyalizm, komünizm ve anarşizmin ortak hedefleridir.
[13] Muksit: Herkese hak ettiğini hak ettiği oranda veren.
[14] Trajik: Trajedi ile ilgili. (Trajedi: Seçilmesi halinde bir iyi bir kötü sonuç doğuran durumdur. Örneğin “Anneni mi çocuğunu mu öldürelim, karını mı kızını mı kaçıralım, senin evini mi babanın evini mi yıkalım, ikisinden birini seçmek zorundasın.” biçiminde birinin lehine ötekinin aleyhine olan durum.)
[15] Dram en az iki olumsuz olay karşısında ortaya çıkar; yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal dedirtecek bir durumdur. İmparatorluklardaki kardeş ve oğul katliamları devlet ile canı arasında kalıp birini seçme hali olup tam bir dramdır. Öldürülme kararı alınan birine “Kırk katırla mı, kırk satırla mı ölmek istersin?” demek bir dramdır.
[16] Kalem, 1.
[17] Sünnî, Şiî, Mûtezilî, Hâricî, Mürcî, Hanefî, Şâfî, Mâlikî, Hambelî, İsmâilî, Câferî vb.
[18] Bu dönem çok uzun sürmese ve devletin genel temayülü olmasa da önemli bir adımdı.
[19] Felsefe Evi
[20] Hayal-perest: Hayali tanrılaştıran, hayaline tapan, hayal kurarken tüm gerçeklikten kopan.
[21] Mekke düzenine darbe vurmak Bizans ve Sasani düzenlerine başkaldırmaktı. Çünkü Mekke onların kontrolünde bir ticaret ve siyaset oyuncusuydu.
[22] Anadolu’nun Milli Mücadele savaşı yaptığı gibi.
[23] Eğer bir hastalık hali yoksa 60 yaşına kadar herkes gençtir, 60-70 arası ihtiyarlığa doğru gidiştir; 70’ten itibaren ihtiyarlık başlar. Ancak ruhu dinamik olan herkes her yaşta gençtir. Ruhu çökmüş ve ideal heyecanı yaşamayan herkes hangi yaşta olursa olsun ihtiyardır.
[24] Rafine: Arıtılmış, saflaştırılmış, koyu olmayan, akışkanlaştırılan, gereksiz malzemelerden süzülüp arıtılarak hafifleştirilen
[25] Allah’ın tanrı olduğuna ve Muhammed’in de Tanrı elçisi olduğuna tanıklık ederim.
[26] Tevhid
[27] Samediyet
[28] Şûrâ
[29] Rûm, 22.
[30] Nisâ, 75.
[31] Heterojen: farklılıkları içinde barındıran
[32] Homojen: Renk, ses ve tip bakımından çeşitlilik barındırmayan
[33] Eskiler soruyu tersinden sormaya, yani ne değildir biçimindeki sorgulamaya “abese ircâ” derlerdi.
[34] Konformist: Konformizmi benimseyen. Var olan kurulu düzene hiçbir itirazı olmadan tam bir uyum içinde olan ve bu nedenle kurulu düzenle asla tartışma ve çatışma içine girmeyen tiptir. Dünya batsa da önemli olan rahatım diyen kimsedir.
[35] Oportünist: Konformist tipin daha beteridir. Menfaati neyi gerektiriyorsa ona göre davranan, sadece kişisel çıkarları için kımıldayan kimsedir.
[36] Konformizm: Rahata taparlık, rahatçılık, sıkıntı ve dert getirecek her şeyden uzak durmayı akıllılık olarak görmek, rahatı için pasif durmayı ve rahatı bozacak konuları konuşmamayı tercih etmek.
[37] Mehdi, Mesih bekleme
[38] Tasavvuf tiplemesiyle örtüşür.
[39] F. Kafka Alman Yahudisi, S. Backet İrlanda Yahudisi, S. Bellow Amerikan Yahudisidir; J. Joyce İrlandalı Hıristiyan ve M. Butor Fransız Hıristiyandır.
[40] Allah adlarının hep alt alta gelmesi
[41] Psikolojik Tip: Toplumsal davranış biçimlerinden birini kendinde kişiliğe dönüştüren kimsedir.
[42] Sosyolojik Tip: Sosyal bir sınıfın, bir bölge halkının, bir kabile davranışının ortak özelliğini yaşamında içselleştiren kimsedir.
[43] Tipik: Toplumda görülen pek çok davranış biçimini kendinde gösteren
[44] Arşetip: İdealize edilen fakat böyle birisi olmasına ihtimal verilmeyen ve bu sebeple sadece hayalde ve sohbet ortamında dillendirilen kimsedir.
[45] Re-vize: Yeniden ve baştan sona gözden geçirme
[46] Olgu kanıtlanabilen ve bilimsel verilere dayandırılabilen olay ve düşünceye denir. Düşünülmüş olan değil gerçekleşmiş olandır. Nesnel, irade dışı ve sürece bağlı olması, herkes tarafından kabul edilebilirliği, yorumlarla değişmezliği vardır. Olmuş, gerçekleşmiş ve ispatlanmış durumlar olgudur. Tuz Gölü İç Anadolu bölgesindedir, İstanbul Türkiye’nin kültür ve ticaret başkentidir, ışık saniyede 300.000 km hızındadır, canlılar üreme yoluyla çoğalır, demek birer olgu örneğidir. Eskiden vak’â denirdi. Yani bir zaman aralığında olmuş, bitmiş, görülen bir olay ve durumdur. Yeniçerileri kaldıran sürece Vak’â-yı Hayriye denilmesi gibi. Ortaya çıkan, olan her iş ve duruma olay denir. Olgu, bir zamana bağlı ortaya çıkan olayların görülebilen sonucudur. Tanrı’nın varlık veya yokluğu tartışması da her iki taraf açısından bir olgudur.