Osman Palabıyık, Sinem Sal ile April Yayınları etiketiyle yayınlanan “Dank” adını verdiği yeni kitabını konuştu.
Osman PALABIYIK
Lakuna, Anekta ve Yine de Amin gibi şiir kitaplarıyla tanıdığımız Sinem Sal, bu defa okurlarının karşısına bir öykü kitabıyla çıktı. “Dank” adını verdiği yeni kitabıyla Sal, kitabının ismini “Yarattığım karakterler travmalarına, hayatlarının onlara sunduğu zorluklara direniş gösteren insanlar. Birdenbire aydınlanmak demek Dank. Yaşadıklarınızın size anlattığı bir şey var” diyerek açıklıyor. Sinem Sal ile April Yayınları etiketiyle yayınlanan öykülerini konuştuk.
Sizi şiirlerinizle tanırken bu kez bir öykü kitabıyla okurlara merhaba dediniz. Dank’a dair ilk öykünün yazımına ne zaman başladınız?
Dank’ın içindeki ilk öyküyü yaklaşık dört sene önce yazdım. Kitaptaki öykülerin sadece bir tanesinin kısa versiyonu Ot Dergi’de yayımlanmıştı. Geriye kalanların hepsi yeni öyküler. Kitabın açılış öyküsü olan Ama Ben Süper Kahraman’dım bu dosya için yazdığım ilk hikâye. Hayattan memnuniyetsiz bir kadının hikâyesi. Yaşarken kendimize çok fazla yer yok. Ailemiz, kutsallarımız ve devlet bizi şekillendiriyor. Fazlasıyla. Babasının ölümünün ardından bir karar alıyor kadın karakterimiz, intihar etmek istiyor. Fakat ailesi var. Annesini kendi ölümüyle cezalandırmak istemeyen kadın, onların tüm dileklerini yerine getireceği günü bekliyor. Şartların olgunlaşması demek sevdiklerinizin mutluluğa ermesi demektir. Annesinin bir torun sahibi olduğu gün intihar etmeye karar veriyor. Bunu da masalsı bir yolla yapıyor karakterimiz. Çocukken babasının ona anlattığı bir masaldan yola çıkarak bütün süper kahramanlar ölümsüzdür diyor. Süper gücünü keşfetmek için tabancayı ateşliyor.
Bu hikâyeden sonra genel olarak kendini bulma, kendine bir yer edinme ya da köklerinden sıyrılma meselesi üstüne daha çok düşünmeye ve diğer hikayelerimi de bu kanala yerleştirerek üretmeye başladım. Yaklaşık üç yıl sürdü yazmam. Özellikle Hissizlik Çağı’nı defalarca yeniden yazdım.
Şiirlerinizle tanındığınız için öykü kitabınızı okumak okurlar için de farklı bir deneyim oldu ve merakla bekleyenler vardı. Peki, gelen ilk tepkiler nasıldı?
Bu önyargıyı anlıyorum ama üstlenmiyorum. Öykülerimde kurguya fazlasıyla önem veriyorum. bir olay anlatmaya yani, hikâyeye. Şairane bir dil tutturmaktan ziyade her karakterle dili yeniden örmeyi önemsiyorum. Aslında şiirlerimde de hikâyeyi önemseyerek yazdım kitaplarımı. Üç şiir kitabımda da bir ana hikâye üstüne oturtulmuştur şiirlerim. İlk tepkiler de bu yönde aslında. Karanlık ama umutlu bulduklarını söylüyorlar.
İsmin ‘Dank’ olmasında en etkili sebep neydi?
Yarattığım karakterler travmalarına, hayatlarının onlara sunduğu zorluklara direniş gösteren insanlar. Birdenbire aydınlanmak demek Dank. Yaşadıklarınızın size anlattığı bir şey var.
TEKKESİNİ TERKEDEN DELİ DERVİŞ
Tekkeler ve dervişler üzerine yazılan kitaplar genelde din üzerinden ilerlerken siz kitapta farklı bir açıdan ele alıyorsunuz. Yazım sırasında çekindiğiniz noktalar oldu mu?
Deli Derviş, Edirne’de yaşayan bir meczup. Hikayede bir kadınla karşılaşıyor ve tüm hayatı değişiyor. Bu benim aklımı çok meşgul eden bir sorudur. Bir insan tanrı için nelerden vazgeçtiğini hiç tatmadan onlardan vazgeçtiğinde gerçek anlamda vazgeçmiş olur mu? Bu hiç sevmediğiniz birini unutmaya çalışmaya benzemiyor mu? Deli Derviş’te tekkesini terk eden bir derviş var. İstanbul’a geliyor, alkolik oluyor, aşık oluyor vs. Ben, kitaplarda yazılanlardan çok daha ötesinde bir güce inanıyorum. Dünya’nın kendisine, kainatın varlığına güveniyorum. Ortada açıkça görünen şey bu güç. O yüzden insandan çekinmiyorum. Yazarken beni frenleyen bir şey varsa bu egom için üretmeye dahil olurdu. Benim niyetim oraları biraz parçalamak.
DENEY HAYVANLARI GİBİ HİSSEDİYORUM KENDİMİZİ
“Dank” daha çok altyapısı hüzünlü hikâyelerden oluşuyor, bu durum baktığınız açıdan kaynaklı mı yoksa görüp yaşadıklarınızdan mı?
Brautigan’ın bir sözü var “Para hüzünlü boktur” diye. Bana kalırsa hayat öyle. Çoğu şeyde bunu hissedebiliyorum. Benim kaynağımda bir yerde diri durmamı sağlayan şey de bu duygu. Neşeli olmanın, mutlu olmanın, bütün hissetmenin ötesinde içimi karıncalandıran bir duygu bu. Yaşadıklarımın hakkını vermeyi sağlıyor. Ama salt bir hüzün, pür acı vermekten yana değilim. Aslında kitabın adı da bu yüzden Dank. Zıt şeyler, yan yana gelemeyen durumlar bir arada.
Derin bir hissizlik ve ruhsuzluk çağında yaşıyoruz. Dank’ta bu durumu eleştiren öyküler de var. Ne diyeceksiniz bu konuda?
Dank’ta ilgi çeken öykülerden biri sanırım Hissizlik Çağı oldu. En azından gelen yorumlardan anladığım bu. Oksitosin reseptörlerinin devletin halka verdiği antidepresan ilaçlarla doyuma ulaşmasının hikâyesiydi Hissizlik Çağı. Şu anda da böyle durum. Devletin deney hayvanları gibi hissediyorum kendimizi. Öfkeden, kızgınlıktan başka bir şey hissetmeye yerimiz kalmadı neredeyse. Başka ülkelerde insanlar kendi dertleriyle meşguller. Kendi gündelik dertleri. Biz kendi gündelik dertlerimize gelemiyoruz bile.
Dank’ta geriye kalan hikâyelerde yarattığım tüm karakterler yaşamın kendisine karşı duyarlı. Kaynaklarında hissediyorlar olup biten her şeyi. Ama oradan uzaktalar. Bu yüzden biraz mesafeli duruyorlar. Çünkü genel olarak aileleri, yaşadıkları ülke, onlara hizmet etmeyen devlet karakterlerin kendisini alıkoyuyor kendisi olmaktan. En güçlü hissettikleri şey de bu.
Aynı zamanda öykülerde politik dokunuşlar da var. Sistem eleştirileri ve siyaset yazım hayatınızın hangi noktasında yer alıyor, ne derece etkiliyor?
Sistem benim hayatımın tam ortasında ya da ben zaten onun dişlilerinin arasındayım. Buradan nefes alıp da yazmaya, aktarmaya, var olmaya, iyi biri olmaya çaba gösteriyorum. Öykülerim Türkiye’de geçiyor. Bu sokaklarda devlet var, tabular var, öldürülenler var. Kafanızın içinde yarattığınız bir karakteri o sokakta yürütürken bunu unutursanız hayata haksızlık edersiniz gibi geliyor bana.
ÜLKENİN HİKAYESİ O KADAR AĞIR Kİ…
İsveç Türkiye arasında bir dönemini yaşıyorsunuz hayatınızın. Oradan burası, buradan orası nasıl gözüküyor?
Türkiye’den, daha doğrusu İstanbul’dan her türlü uzaklaşmak iyi geliyor bana. Kısa dönemler bunlar elbette. Yine de üç yıldır yaşadığımız ülkenin hikayesi o kadar ağır ki nerede olsanız üstünüze çöküyor. Devletin hikayesi bu, iktidarın hikayesi. Bizim değil.