Yıllardır aynı lafı dinliyoruz Erdoğan’dan:
“Ben devletin şirket gibi yönetilmesini istiyorum”.
Nihayet istediği oldu. Mesela Kızılay, partililerin yönetiminde bir holdinge dönüştürüldü. Çadır atölyesinden hastanesine, maden suyu fabrikasından binasına bütün gayrimenkullerini devretti. Sonuçta da korkunç afetten sonra, kendisinden beklenen yardımı yapsın diye özel bir yardım kuruluşuna çadır ve yiyecek malzemesi satacak hale getirildi. Al sana ”şirketleşmiş devlet”… Memnun musun şimdi?
Sosyal devlete karşı çıkan liberallerin istediği tam da buydu: “Devlet bu işlerden çekilsin. Her şeyini özel teşebbüse devretsin.”
Sonuç ortada: Hiçbir yetkisini yerel yönetimlerle, sivil toplumla meslek kuruluşlarıyla paylaşmayan, iş bilmez bir tek adam rejimi, kendi açığını, yol açtığı felaketten para kazanarak yamamaya çalışıyor.
Bir şirket böyle yönetilse batardı ve onu batıran genel müdür bırakın yeniden görev talep etmeyi, bir daha hayat boyu iş bulamazdı. Şirketlerin hissedarları, genel kurulları, danışma organları, denetim yapıları vardır. Siz hiç genel kurulda ortakları toplayıp batırdığı şirketin gelir-gider tablosunu açıklarken, “Bunlar kader planında olan bilançolar” diyen bir genel müdür gördünüz mü? Şirketi öyle, köy ağasının marabaları yönettiği gibi yönetmeye kalktığınızda kendinizi kapının önünde bulursunuz.
Bizimki ise, işi bırakacağına şirketinin kapısına polis yığıyor. “İstifa” diyeni coplatıyor, tutuklatıyor. Çünkü baskı rejimlerinde şirketleşmiş devlet, ancak polis copuyla ayakta tutulabiliyor.
Deprem, birçok zorunluluğun ötesinde sosyal devletin ne kadar elzem olduğunu da hatırlattı bize… Şimdi muhalefetin, “Şirket devlete karşı sosyal devlet” sloganıyla yeri göğü inletmesi lazım…
Muhalefet deyince… Tribünler, Altılı Masa’nın önüne geçti farkındasınız değil mi? Liderler bitmek bilmeyen aday müzakerelerine, masa altı tekmeleşmelere devam ededursun, milyonlarca insan, kâh çadırda, kâh enkazda, kâh eylemde, kâh tribünde isyanını açıkça dillendiriyor, iktidarı sallıyor. İbret olsun!