”Kemalizmin o pozitivizm, aydınlanmacı yaklaşımı aslında bizim sosyalizm tasavvurumuzu da, Marksizm tasavvurumuzu da zayıflatan bir rol oynadı. Doğal olarak biz bunun dışına çıktığımızda aslında bir ortak kesişim noktası bulabiliriz. Dini, İslamı, sınıf mücadelelerini, doğal olarak sosyalizmin mücadelesinin pratik bir unsuru, bir görünümü olarak görebiliriz.”
12-13 Ocak 2019’da İstanbul Balat’taki İnşa Kültürevi’nde yapılan İslam ve Sol Çalıştayı’nda 16 konuşma iki yazılı tebliği sunuldu. Konuşmacıların mesajlarını bu yazı dizisinde aktarmaya devam ediyoruz. Bugün Atılım Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Bakır’ın konuşmasından mesajları sunuyoruz…
- Ben bir başka noktadan sorunu ele almak istiyorum
İslam ve sol ilişkisi üzerine, aslında sadece bugün değil, uzun bir dönemden beri çeşitli platformlarda, çeşitli yayınlarda tartışma sürüyor. Bunu negatif sürdürenler de var, pozitif yönden sürdürenler de var. Bana öyle geliyor ki, tuttuğumuz zemin biraz yanlış gibi. Şöyle ki; aslında toplamda bu ilişkiyi, bir çeşit etik, ahlaki ilişki zeminine oturtmaya çalışıyor. Kur’an, İslam’da temel insan değerlerine dayanıyor. Sol da çeşitli temel insan değerlerine dayanıyor. Yani adalete, eşitliğe, özgürlüğe dayanıyor. Bu iki kesimin bu değerler sistemi üzerinden aslında birbirleri ile buluşması, birleşmesi, bunları dışlayan egemenlere karşı mücadele etmesi mümkün fikri toplamda öne çıkıyor. Aslında ben sorunun buraya indirgenmesinde sadece bir etik, ahlaki sorun gibi buluşma zemininin burada kitlenmesini çok doğru olduğunu düşünmüyorum. Ben bir başka noktadan sorunu ele almak istiyorum. Marks’ın tarih çözümlemesinde çok temel bir nokta, söylem vardır .Der ki; tarih sınıf mücadelelerinin tarihidir. Bunu tabii hem ekonomik politik çözümlemesinden yola çıkarak, hem de bütünlüklü bir tarih okumasından yola çıkarak söyler. Ve Engels’in aslında Ortaçağda Thomas Müntzer ayaklanması üzerinden yürüttüğü bir tartışmada, şunu söyle somutlaştırır, pratikleştirir. Der ki; Ortaçağda eski çağlarda sınıf mücadeleleri aslında dinler kisvesi altında gerçekleştirdi. Yani eskiden partiler yoktu. Ezilenler, egemenlere karşı isyanlarını, çığlıklarını, mücadelelerini, egemenlerin din ve iktidarlarına karşı, kendi mezhep ayrışmaları temelinde örgütlerlerlerdi ve ifade ederlerdi. Aslında bu iki unsuru birleştirdiğimiz zaman, dinle sosyalizmin, dinle Marksizmin ortaklaşacağı, ilişki kuracağı, kesişeceği noktayı bulabiliriz gibi görünüyor bana. Bunu nasıl ele alabiliriz? Son belirttiğim Engels’in, Thomas Müntzer ayaklanmasına ilişkin ifade ettiği; dinlerin, aslında sınıf mücadelesinin, aslında kendinin ortaya çıkış görünümü olduğunu ve Marksizm ile bütün bir tarih okumasının bir gelecek tasavvurunun, aslında sınıf mücadeleleri ekseni üzerine oturduğunu ifade ettiğimizde, aslında dinlerin doğrudan Marksizmin sosyalizmin gelecek tasavvurunda bir yer tuttuğunu, onun dışında ve ondan ayrı olmadığını söylemiş oluruz.
- Aslında din bizim tarihsel okumamızın dışında bir şey değil, tam tersine din, tarihi okumamızın unsurlarından bir tanesidir
Dün İhsan Hoca konuşmasında ifade etti, çeşitli yazılarında, kitaplarında da sıkça vurguluyor; işte aslında biz bu toplumsal değerleri, bu ahlaki değerleri, ezenlere karşı, ezilenlerin egemenlere karşı mücadelesini, sadece sosyalizmden ve Marksizm’den öğrenmedik, bu Kur’an’da zaten verili olarak var. Aynı şekilde biz de tersten kendi bağlamımız da bunu ifade edebiliriz. Aslında din bizim tarihsel okumamızın dışında bir şey değil, tam tersine din, tarihi okumamızın unsurlarından bir tanesidir. Mesele şu ki, bizim sosyalizm kavrayışımız uzun bir dönem burjuva ideolojisinin, aydınlanmanın, pozitivizmin görüş açısından büyük oranda bozuldu, sakatlandı. Türkiye bakımından, bu topraklar bakımından da bunun pratik görünümü Kemalizmdi.Yani Kemalizmin o pozitivizm, aydınlanmacı yaklaşımı aslında bizim sosyalizm tasavvurumuzu da, Marksizm tasavvurumuzu da zayıflatan bir rol oynadı. Doğal olarak biz bunun dışına çıktığımızda burjuva ideolojisinin, sosyalizmi sınırladığı, sosyalizmin Marksizmin tasavvurunu sınırladığı görüş açısının dışına çıktığımızda, aslında bir ortak kesişim noktası bulabiliriz. Dini, İslamı, sınıf mücadelelerini, doğal olarak sosyalizmin mücadelesinin pratik bir unsuru, bir görünümü olarak görebiliriz.
- Bizim köklerimizde dini söylemler, dini ritüeller, dini yönler, dini ilişki biçimleri geçmişte de vardı, bugün de var
Şimdi bu genel teorik yaklaşımın ötesinde, biraz da pratik bağlamda da ifade etmek isterim. Birçok konuşmacı, somut örnekler bakımından, Latin Amerika’da Kurtuluş Teolojisi hareketi, Ortadoğu bakımından İran’ın Ali Şeriati ekolünü ifade etti. Bir de negatif örnek olarak tersinden, yakınlara gelirsek, bugün halen dünyanın tartıştığı, insanlığın başına musallat olan IŞİD örneği ya da Afganistan’da El Kaide, Taliban mücadelesi, somut olarak İslam ve sol ilişkisini ele almamızda bir veri olarak değerlendirilebilir. Ya da Filistin’e gidip, Hamas veya oradaki diğer devrimci siyasi devrimci halk kurtuluş partilerinin soldan bakan diğer siyasi örgütlenmeleri ele alabiliriz .Mesela FHKC’nin kurucu liderlerinden Corc Habaş kendisini kültürel Müslüman olarak tanımlıyor. Aynı zamanda işin enteresan yanı kendisi bir Hristiyandır. Bunun nedeni şu aslında diyor ki; Müslümanlık sadece bir felsefi ikilem değildir, aynı zamanda bir halkın, bir topluluğun kendisini örgütleyiş biçimi, kendisini tarihsel geleneklerin biriktirdiği bütünüdür. Biz bir sosyalist hareket inşa etmek istiyorsak doğal olarak bu gerçeklik üzerine, bu kökler üzerine kendimizi inşa edeceğiz. Müslümanlıkla ilişkiyi sadece dinle ilişki biçiminde kurduğumuz zaman, doğal olarak kendimizi bir açmaza sürükleriz. Buradan hareket ettiğimizde bizim tarihteki köklerimiz ne? Türkiye sosyalist hareketlerinin de, ya da Kürt coğrafyasındaki sosyalist bilinçlerin, hareketlerin tarihsel kökleri nerelere dayanıyor? İşte Babailer isyanlarına, Kızılbaş geleneğine, Bedreddin geleneğine dayanıyor. Doğal olarak bizim bu topraklarda sınıf mücadeleleri, yani sosyalist hareketinin kökleri, doğrudan dinsel bir kisve altında ortaya koyuyor. Yani bizim köklerimizde dini söylemler, dini ritüeller, dini yönler, dini ilişki biçimleri geçmişde de vardı, bugün de var. Ama ne yazık ki hem bizim sosyalist hareketin bilincindeki teorik politik yaklaşımlarındaki pratik sorunlar, hem de aynı zamanda Türkiye’de özellikle dini politik İslamcı hareketin, sosyalist harekete karşı bir çeşit kontrgerilla unsuru olarak örgütlenmesinden doğan tepkiler ve bu iki kesimin, bu iki unsurun yan yana gelmesini, buluşmasını birbiri ile etkileşime girmesini, birbirleriyle tarihsel ve güncel ilişkisini anlamamızı zorlaştırıyor .
- Sınıf mücadelesinde bir alan açmak istiyorsak, bir güç olmak istiyorsak, kendi tarihsel ve pratik köklerimize dönmemiz gerekiyor
Mesela daha somut, yakın örnek olarak İŞİD örneğini vermek istiyorum.Hepimiz buradaki toplumun büyük bir bölümü herhalde İŞİD’i, bir kısmı İslami bir hareket ama vahşi, insanlık dışı bir hareket olarak, bir kısmı da, İslamı değil bunlar sadece İslamın kötü karikatür yorumu şeklinde ifade edebilir. Aslında en başta söylediğim yaklaşımı burada da ifade edebiliriz. IŞİD sadece solcuların genel ezberlerinin, görüş açısından, emperyalizmin piyonu, halklara karşı örgütlenen bir tane aparat, araç gibi ele almak çok daha doğru olmaz. Aslında bu şu gerçeği yansıtıyor, IŞİD Ortadoğu’daki halkların emperyalizme karşı, kapitalizme karşı, gerici bir refleksi biçiminde okunabilir. Karşı devrimci bir refleksi biçiminde okunabilir. Buradan baktığımızda IŞİD, bu topraklardaki Filistin’deki, Suriye’deki, Irak’taki Mısır’daki, çeşitli İslami hareketlerin, emperyalizme karşı mücadelelerini, kapitalizme karşı mücadelelerini, büyük oranda kendilerinin dinsel kisveleri altında koymayı sürdürüyor. Belki de, Batı Avrupa’daki Hristiyan kültürünün etkin olduğu ülkeler dışında Ortadoğu’nun bu gerçeğine yüzümüzü dönmemiz gerekiyor. Avrupa’daki gelişim çizgisi ile aydınlanma kültürünün Rönesans çizgisinin ürünü olan gelişim çizgisiyle, Türkiye, Ortadoğu ve Müslüman coğrafyasındaki gelişim çizgisi, birbirinden farklı olabiliyor. Partiler mücadelesi aynı zamanda dinler ve kültürler mücadelesi biçiminde de kendisini ortaya koyabiliyor. Biz bugün Türkiye’de eğer bir sosyalizm tahayyülünü öne çıkarmak, komünizm düşüncesini öne çıkarmak istiyorsak, tekrar başa dönerek ifade edersem, sınıf mücadelesinde bir alan açmak istiyorsak bir güç olmak istiyorsak aynı zamanda kendi tarihsel ve pratik köklerimize dönmemiz gerekiyor. Müslümanlığın aynı zamanda bu topraklarda bir çeşit ilişki biçimi, kendini ortaya koyuş biçimi de olduğunu da görmek durumdayız. Bunu yapamadığımız durumda hem İslama inanan, Müslümanlığa inanan, ezilen emekçi kitlelerin, kendi geleceklerini bir çeşit din istismarına dayanan, çeşitli politik hareketlerin etkisinde bırakarak bir çeşit kendilerinin sömürülmesine zemin açılmasından kurtulamazlar. Aynı zamanda bizde güçlü, toplumsal, ayakları yere basan siyasi hareketler örgütlenme olanaklarımızdan olur diye düşünüyorum.