ABD ve AB ile AKP Hükümeti arasında ne zaman bir çelişki, karşılıklı açıklamalarla bir kavga ortaya çıksa; Türkiye’deki kimi siyasi çevreler ve basındaki kimi kalemler, “komplo teorileri” geliştirmeyi, “Hükümetin yıkılması için batılı emperyalistlerin harekete geçtiğine” dair iddialar öne sürmeyi alışkanlık haline getirmişlerdir.
Son günlerde ise ABD ile Erdoğan-Davutoğlu yönetiminin Suriye politikası, özellikle de “PYD’nin terörist olup olmadığı” konusunda yükselen polemiği eşliğinde bu iddialar yeniden gündeme gelmeye başladı. Reza Zarrab’ın ABD’de tutuklanmasının asıl amacının “Erdoğan’ı devirmeye yönelik bir komplonun parçası” olduğu iddia edildi. Özellikle de Newsweek’in 24 Mart tarihli sayısında Michael Rubin imzasıyla çıkan ve Türkiye’de gerçekleşecek bir askeri darbenin ABD ve Avrupa’dan ciddi tepkiyle karşılaşmayacağını öne süren yazısından sonra açıkça ABD’nin desteklediği, “TSK içinde hava kuvvetleri merkezli bir cuntanın oluştuğu”na dair iddialar daha da öne çıkarıldı.
Nitekim dün saban saatlerinde Genelkurmaydan yapılan açıklamalarla bu iddialar yalanlanmıştır. Böylece Genelkurmay da tartışmaya müdahil olmuştur! (Tabii bir cunta gerçekten olsa bile Genelkurmay böyle bir açıklama yapardı.)
TÜRKİYE’DE DARBELER NEDEN YAPILDI?
Aslında ’60’lı yıllardan beri Türkiye’nin siyasi yapısında böyle bir “komplocu”, “darbesever” bir damar hep olagelmiştir ve ne zaman siyasi ortam “dumanlı” bir karakter kazansa, bu tür iddialar yeniden yeniden gündeme getirilmiştir.
1960, 1971, 1980 darbeleri (20 yılda üç darbe) “darbeseverler” için tezlerinin ciddiye alınması gereken dayanaklar sunsa da; bugünkü koşulları dikkate aldığımızda, “darbe” iddialarının ciddiye alınacak bir yanının olmadığı da apaçıktır.
Evet, Erdoğan-Davutoğlu yönetiminin iç ve dış politikası çökmüş, Türkiye’nin bu alanlardaki büyük sorunlarını çözemeyeceği ortaya çıkmıştır. Hükümetin izlediği ekonomi politikası da en azından üç yıldan beri önemli sorunlarla karşı karşıyadır. Ama öte yandan Hükümetin arkasındaki seçmen desteğinde bir azalma olmadığı da ortadadır.
Türkiye’de darbelerin başlıca iki dayanağı olmuştur. Bunlardan bincisi; ABD ve batılı emperyalistlerin Türkiye’deki hükümetlerden beklediği görevleri yapamaz hale gelmesi, bu nedenle de bölge egemenliklerinin tehlikeye sürüklenmesidir. İkincisi ise Hükümetin, büyük sermaye ve toprak sahiplerinin ihtiyaçlarını yerine getiremez hale gelmesidir.
Kısacası Hükümetin bu iki güç odağının çıkarlarını karşılayamaz hale gelmesi ve karşılama ihtimalinin de kalmamasıdır!
AKP HÜKÜMETLERİ SERMAYEYE HİZMETTE SINIR TANIMADI!
Elbette ki, içeride bütün sermaye klikleri ile Hükümetin arasının güllük gülistanlık olmadığı apaçıktır. Dahası Hükümet, bazı sermaye guruplarına karşı açıkça tavır koymakta ya da sermayenin klikleri arasında taraf tutarak kendine yakın sermaye kesimlerine avantajlar sağlamaktadır. Ama bunlar “kısmi”, “konjonktürel” mahiyette çatışmalardır. Genel olarak, 15 yıllık AKP hükümetlerinin icraatlarına bakıldığında, bunlar gelmiş geçmiş hükümetler içinde büyük sermaye güçlerinin taleplerine en ileriden yanıt veren hükümetler olmuştur. Nitekim, Doğan Grubu, Koç Grubu gibi “geleneksel” büyük sermaye kliği ile zaman zaman çatışsa da AKP hükümetleri, gerçekte büyük sermayenin sınıfsal çıkarları konusunda önceki herhangi bir hükümetle kıyaslanamayacak adımlar atmıştır.
Nitekim daha önceki gün, Koç Grubunun Yeni Lideri Ali Koç, “Hiçbir hükümet döneminde böyle destek görmedik” diyerek AKP Hükümeti ile sorunlarını büyük ölçüde aştıklarını da söylemek istemiştir.
EMPERYALİSTLER NİYE DARBE YAPMAK İSTESİN Kİ?
Batılı emperyalistler açısından bakıldığında da; batılıların, Erdoğan-Davutoğlu yönetimi ile “yeni Osmanlıcılık” etrafındaki kimi girişimlerden hoşnut olmasalar da pratikte, geçmişte hiçbir hükümetle olmadığı kadar iş birliği içinde oldukları da apaçıktır. Bugün Türkiye’nin üsleri 1960’lı yıllardan beri görülmedik ölçüde ABD ve müttefiklerine açılmıştır. İsrail’le olan, iç politikaya yönelik sert eleştiriler sürdürüldüğü dönemde bile ekonomik ve askeri ilişkiler artarak devam etmiştir. Bugün de İsrail-Türkiye ilişkilerini “normalleştirmek” için hızlı adımlar atılmaktadır.
Bugün batılı emperyalistlerle AKP hükümeti arasında “darbe söylentilerinin” malzemesi olarak da kullanılan iki önemli tartışma konusu görünmektedir. Bunlardan birincisi, Hükümetin “terörle mücadele” konsepti çerçevesinde özgürlükleri kısıtlama girişimleri ile Kürt sorununun çözümü konusunda şiddeti esas alan çizgiye geri dönmesidir. İkincisi ise; Suriye politikasıyla ilgili olarak PYD-YPG’nin ABD tarafından “terörist” olarak görülüp görülmemesidir.
ABD ve batılı emperyalistlerin özgürlükler ve Kürt sorunu konusundaki eleştirilerinin bir yanı batı kamuoyunun bu gelişmeler karşısındaki tepkilerine yanıt vermek, öte yanı ise Türkiye ile pazarlıklarında çıtayı yükseltmektir.
PYD-YPG konusunda ise Erdoğan iç politika amaçlı, “Eyy ABD bizden yana mısın teröristten yana mı bir karar ver!” diye meydanlarda bağırmaktadır. “PYD-YPG konusu kırmızı çizgimizdir” demektedir, ama önceki gün ABD’de konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu; “PYD konusunda farklı düşünüyoruz diye küsecek değiliz” diyerek, bu konuda da ABD ile Türkiye arasında kayda değer bir çatışma olmadığını ilan etmiştir.
BU SÖYLENTİLER VE İDDİALAR SADECE AKP HÜKÜMETİNE YARAR
Gerek Türkiye’nin egemenlerinin, gerekse dünyayı yöneten büyük güçlerin AKP Hükümetine karşı bir darbe yapmak istemesini gerektirecek hiçbir ciddi konu yoktur. Görünen sürtüşmeler, polemikler, kısmi, bugünün dünyasında her ülkede ve ülkeler arasında görülecek sorunlardır. Dolayısıyla darbe girişimi söylentileri yaymak; bu söylentiler ve iddialar üstünde politikalar inşa etmek gerici bir siyasi tutumdur. Ve bu tutum, en çok da kendisine yönelik her muhalefeti, hak talep etmeyi “Kendisine karşı iç ve dış karanlık güçlerin darbe girişiminin uzantısı” olarak göstermeyi ülkeyi yönetme stratejisi yapan Erdoğan-Davutoğlu yönetiminin işine yarar. Çünkü onlar, bu tür komplo ve darbe iddialarını en azından Gezi direnişinden beri savunmaktadırlar. Dolayısıyla bu son darbe tartışmalarını acaba Erdoğan-Davutoğlu mu kışkırtıyor dense yeridir!
Yani “darbeseverler” takımı, çoğu zaman olduğu gibi yine kendi ayaklarına, sadece kendi ayaklarına da değil tüm ilerici demokrat güçlerin ayaklarına sıkmaktadırlar.
Bugün illa bir darbeden söz edilecekse, ancak Erdoğan-Davutoğlu yönetiminin demokrasi ve özgürlük isteyen güçlere yönelik yaptığı bir “darbe”den söz edilebilir!