43 yıl önce gerçekleşen askeri faşist darbeyle ülkenin geleceği karartıldı. Tarikat ve cemaatler, bürokrasiden ticarete her alanda güç kazandı. Bugünkü rejimin köşe taşları döşendi. Hukuk askıya alındı, gerici abluka ülkeyi boydan boya kuşattı. Bugünkü AKP rejimi, 12 Eylül’ün meyvesidir.
Türkiye, 12 Eylül 1980’de yaşanan askeri, emperyalist, faşist darbeyle siyasal, sosyal, hukuksal ve bilimsel olarak tarihinin en büyük yıkımına uğradı. 43 yıl önce gerçekleşen faşist darbe, siyasal İslamcıların önünü açarak bugünkü AKP rejiminin temel yapı taşlarını döşedi. Hukuk askıya alınırken eğitim sistemi yok edildi. Üniversitelerin özerkliği darbe sonrası YÖK’ün kurulmasıyla sona erdi. Ekonomide 24 Ocak kararlarıyla neoliberal politikalar hayata geçirildi, emek ve çalışma hayatına ağır darbe indirildi. İşçilerin örgütlenme hakları başta olmak üzere temel hak ve özgürlükleri ellerinden alındı. Tarikatların önü açılırken eğitim sistemi gerici müfredatla donatıldı. Emperyalizmin desteğiyle gerçekleşen darbe Beyaz Saray’da ‘bizim çocuklar kazandı’ nidalarıyla karşılandı. ABD’nin Ortadoğu ve Yeşil Kuşak projesinin bir devamı niteliğini taşıyan 12 Eylül sonrası sola ağır darbe indirildi, ülke tamamen siyasal İslamcıların hegemonyasına sokuldu.
12 Eylül Cuntası özgür düşünceyi yok ederek, otoriteye bağımlı bir toplumsal yapı yerleştirdi. 1970’lerde yükselen sol muhalefete karşı panzehir olarak ‘din ve milliyetçilik’ desteklendi. Darbe, Türk-İslam sentezini resmi bir devlet ideolojisi haline getirmeyi hedefledi, eğitim ve kültür alanını bu amaca hizmet edecek şekilde biçimlendirdi. 1982 Anayasasıyla din eğitimi devlet kontrolünde zorunlu hale gelirken anayasal güvence altına da alındı. Sünni-İslamcı bir din kültürü ve ahlak bilgisi müfredatı okutulmaya başlandı. Hızla Kuran kursları açıldı. Darbeci General Kenan Evren konuşmalarında kimi zaman hadislerden, ayetlerden alıntılar yaptı.
Bugünkü dinselleştirme yolunun dönüm noktası Evren’in politikalarıyla başlayıp ANAP Genel Başkanı Turgut Özal ile derinleşti. Sağ hükümetler, bir yandan tarikatlardan oy devşirirken, tarikatlar da devlet desteğini arkasına alıp giderek güçlendi. Nakşibendiler, Nurcular, Fethullahçılar siyaset sahnesinde daha görünür hale geldi. Gerici gruplar devlet bürokrasisi içine hızla nüfuz etti. Bilhassa Fetullahçılar, 15 Temmuz darbe girişimine kadar yargıda, bürokraside ve siyasette son derece etkin rol aldı. 15 Temmuz sonrası Fetullahçılardan boşalan mevzilere de Menzil Cemaati başta olmak üzere yine cemaat ve tarikatlar yerleşti.
14 ve 28 Mayıs seçimlerinin ardından AKP’nin desteğiyle Meclis’e Hüda Par ve YRP’nin de girmesiyle birlikte tarihin en gerici Meclis’i kuruldu. Tarikat ve cemaatler etkin hale geldi. Gerici dernek ve vakıfların hedef gösterdiği konserler yasaklandı. Sanatçılar hedef alınırken sergilere saldırılar düzenlendi. İstanbul başta olmak üzere pek çok ilde park ve sahillerde içki içmek yasaklandı. Diyanet Başkanı Ali Erbaş Cuma gününün tatil olması tartışmasını başlattı. Milli Eğitim Bakanı karma eğitime karşı açıklamalarda bulunurken okullara imam atanması büyük tepki çekti. LGBTİ bireyler hedef tahtasına konuldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kamuda burka, çarşaf giyilmesinin de önünü açacak olan yeni Anayasa için Kısacası eğitimden bürokrasiye, siyasetten yargıya bütün bir toplumsal yaşam, gerici bir grup azınlığın arzu ve talepleriyle boğulmak istendi.
SİYASAL İSLAM SOLUN PANZEHRİ GÖRÜLDÜ
Darbenin sonuçlarını BirGün’e değerlendiren Prof. Dr. Behlül Özkan, “12 Eylül darbesinin ülkede yol açtığı dediğimiz Türk-İslam sentezinin bu topraklara yayılması onunla sınırlı bir durum değil. Çok daha önceden müesses nizam ve ordu tarafından hatta sermayenin de desteği ile egemen kılınmaya çalışılan bir durum mevcut. 1962-1965 yılları arasında başladığını söyleyebiliriz. Çünkü 61 anayasasından sonra dünya ile paralel biçimde yükselen sendikal hareketler, öğrenci hareketleri ülkede solu büyüten etkenler oldu. Dolayısıyla İslamcılığın desteklenmesi de tam olarak bu yıllarda başladı. Solun panzehiri olarak yayılmaya çalışılan ve desteklenen bir hal aldı. Milli Selamet Partisi bunun örneklerinden o yıllarda. Meclis’te olan hatta çeşitli bakanlıkları elinde bulunduran İslamcılığı yaymaya çalışan bir yapı. Sermaye de geliştiği o yıllarda desteğini esirgemedi” dedi.
80 darbesinin çok daha önceden harekete geçen İslami yapıların karşısında solu tamamıyla ortadan kaldırdığını ve tasfiye ettiğine vurgu yapan Özkan, değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Bu anlamda 12 Eylül’ün kendisinden önceki zamanlarda yürütülen politikalardan farklı bir durumu yok. En büyük farkı solu tamamen tasfiye etmesi. Öte yandan dünyadaki neoliberal dönüşümün ülkede bir benzerinin yaşanması, sendikasızlaşmaya, işçi hareketlerinin dağılmasına yol açtı.
1990’lara gelindiğinde 28 Şubat öncesinde bile ordu ve müesses nizam SHP’ye karşı bile İslamcılığı tercih ediyordu. Bir örnek verecek olursak; Ankara’da belediye seçimlerinde SHP adayı ile Melih Gökçek kafa kafaya gidiyordu. O süreçte ordunun, ‘komünistler alacağına Melih Gökçek alsın’ söylemleri vardı. Melih Gökçek onlar için 1967’de kurulmuş ‘mücadele birliği’ kökeninden gelen biriydi. Ve dışarıda İslami sağ siyasetçi görüntüsü varken, ordu Gökçek için ‘bizim çocuktu’ diye bahsediyordu. En militarist İslamcı örgütlerden gelip sola karşı kitlesel saldırıyı yapanların bu şekilde önü açıldı, sol bu şekilde tasfiye edilmeye devam etti. Üzerinden 43 yıl geçen 12 Eylül darbesine baktığınızda bu açıdan tablo çok net. Solun önünü kapattığınızda kimin önü açılıyorsa darbenin bugün kime yaradığı ortaya çıkıyor zaten.”
Prof. Dr. Behlül Özkan
YURTSEVERLER ASLA TESLİM OLMADILAR
12 Eylül cuntasının gerçek sahiplerinin Kenan Evren ve arkadaşlarının olmadığını herkes biliyor. Darbenin gerçek sahibi yıllarca NATO ve CIA’nın büyüttüğü, “çocuklarının” arkasında olan Amerika’dan başkası değil. 12 Eylül darbesi, özel harp dairelerinde, komando kamplarında ve asker-sivil bürokraside devlet politikası haline getirilmiş olan, milliyetçiliğin ve İslamcılığın başarılı olabilmesi için tasarlandı. Devrimci yükseliş içinde büyüyen toplumsal aydınlanma dalgası kırılarak ülke tümüyle gerici sağ güçlere teslim edildi. ABD yıllarca komünizme karşı mücadele adı altında yürüttüğü ‘yeşil kuşak’ politikasıyla tarikat ve cemaatleri besledi. 12 Eylül öncesinde yaşanan Maraş’lar, Çorum’lar ve diğer bütün katliamlar ile gerçekleşen suikastlar, ABD güdümlü faşistler eliyle bunun için gerçekleştirildi. 12 Eylül’le birlikte ülkenin sokulduğu gericilik koridorunda devlet eliyle büyütülenler, sonrasında ABD’nin BOP projesinin eş başkanları olarak iktidara taşındı. Sonuçta, 12 Eylül’le başlayan süreç, yukarıdan aşağıya devletin tüm yapılarını, sistemi ve sistemin sözde Cumhuriyetçi partileriyle birlikte dinamiklerini de dönüştürdü. Bir anlamda 12 Eylül ülkenin cumhuriyetçi, ilerici birikimlerinin tasfiye edildiği bir şeriatçı faşizme geçiş projesi oldu. Bu politika devrimcileri yok ederek toplumun, dinciliğin esareti altına alınması üzerine kuruldu. Bugün sürüp giden bu karanlık, Amerikancı ve dinciliği teşvik eden politikalarıyla 12 Eylül’ün sonucudur. Başka bir ifadeyle de 12 Eylül’ün yeni Evren’leri de bugünkü iktidar sahipleridir. Buna karşın 43 yıl sonra da bu topraklarda hala emperyalist dönüşüme direnebilecek, yurtsever, devrimci büyük direniş potansiyelleri var. Evet, şimdilik Amerikan’ın “çocukları” kazanmış görünebilir. Ama bu ülkenin devrimcileri, yurtsever insanları asla teslim olmadı. Sonunda da galip gelecek olanlar 6.Filo’ya secde edenler değil bağımsızlık ve halkın mutluluğu için faşizme ve cuntaya karşı canları pahasına direnen devrimcilerin yolundan yürüyenler olacaktır.”
Önder İşleyen – SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi
DÜN 12 EYLÜL, BUGÜN ‘TEK ADAM’ REJİMİ VAR
Sedat Başkavak ise şu değerlendirmeyi yaptı: “TRT’de 12 Eylül Askeri Darbesini ilan eden Kenen Evren ‘kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temellere oturtmak ve kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koyduk’ demişti. Darbeyi patronlar ve patron örgütleri selamladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da her zaman olduğu gibi ‘Halkımıza yeni ve demokratik bir anayasa lazım, bunu da bu dönem yapacağız’ diyerek oluşturduğu tek adam düzeni pekiştirmek üzere halkın demokratik anayasa isteğini istismar etmektedir. Darbeci generallerin mitinglerde ellerinde Kuran, dillerinde ayet ile başlattıkları süreç; bugün tarikatların devlet kadrolarını paylaşmasına, başta okullar olmak üzere devlet kurumlarına imam atanmasına kadar ilerledi. Din istismarı ekonomiye de yansıdı ‘Nas var nas’ denilerek halkın cebinden alınan paralar bankalara aktarıldı. Dün 12 Eylül rejimine karşı mücadele edenler, bugün de tek adam rejimine karşı mücadele ediyor.”
Sedat Başkavak – EMEP Genel Başkan Yardımcısı
***
CUNTANIN GETİRDİKLERİ
12 Eylül faşizminin ortaya çıkardığı kurumlar bugün de varlığını sürdürüyor. Darbenin ülkeyi içine sürüklediği karanlığı bütün olarak anlatmak zor da olsa öne çıkan başlıkları bir kez hatırlatalım:
• Darbe sonrası binlerce insan işkenceye maruz kaldı. Yüzlercesi sakat bırakıldı, kurşuna dizilenler, işkencede öldürülenler, ömür boyu hapis cezası alanlar… Büyük çoğunluğunu devrimcilerin oluşturduğu 50 kişi idam edildi, gazeteler ve dergiler toplatıldı, yasaklandı, binlerce kitap yakıldı. Sendikalar, dernekler, partiler kapatıldı, mallarına el konuldu.
• THK, Kızılay ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun dışındaki tüm derneklerin, tüm siyasi partilerin, Türk-İş dışındaki tüm sendikaların faaliyetleri durduruldu. Arşivlerine, bina ve paralarına el konuldu.
• Sendikalaşma ortadan kaldırıldı, çalışanların kıdem tazminatı gibi kazanımları daraltıldı, ücretler ve sosyal haklar budandı, işçi sağlığı ve iş güvenliği zayıflatıldı, sınırlamalarla grev hakkı yasaklandı.
• Tüm Belediye başkanları görevden alındı, yerlerine sıkıyönetim komutanlıklarınca atama yapıldı. Darbeden hemen sonra 24 Ocak kararları hayata geçirildi, sermayenin önü açılırken emek hareketi yok edildi.
• Yine darbe sonrası kurulan YÖK ile üniversitelerin özerkliği ortadan kaldırıldı, sermayeye göre şekillenen, bilim dışı bir yapı haline dönüştürüldü. Akademi, milliyetçi, İslamcı kadrolarla dolduruldu.
∗∗∗
12 EYLÜL AKP İLE SÜRÜYOR
Yasaları ve kurumlarıyla 12 Eylül, AKP iktidarı tarafından bugün de varlığını sürdürmeye devam ediyor.
AKP siyaseti varlığını 12 Eylül’e borçludur ve bu nedenle de 12 Eylül Anayasasını koruyarak sürdürdüğü gibi, 12 Eylül’ün bütün kurum ve kuruluşlarını korumaktadır.
AKP 12 Eylül’ün en önemli kurumlarından YÖK’e, RTÜK’e, HSYK’ya, DGM’ye (Bugünkü adı ÖYM) karşı değildir; bütün bu kurumları AKP’lileştirerek ayakta tutmaktadır.
AKP vesayete de karşı değildir. Çünkü bugün bizzat kendisi toplum üzerinde vesayet rejimi kurmuştur. Üniversitelerden medyaya, yargıdan emniyete kadar bütün alanlarda vesayet oluşturmuş; muhalefet hareketlerinin üzerine 12 Eylül anlayışıyla yürümüştür.
AKP 12 Eylül’ün yasalarına da karşı değildir. Çünkü başta Sendikalar Yasası olmak üzere, Siyasi Partiler ve Seçim Yasaları gibi bütün antidemokratik yasaları revize ederek olduğu gibi korumaktadır.
AKP sendika ve parti kapatmalarına da karşı değildir. AKP iktidarı boyunca çeşitli sendikalara kapatma davaları açılmış ve bunlardan emeklilerin, öğrencilerin, çiftçilerin ve yargı mensuplarının sendikal örgütleri kapatılmıştır.
Bugün AKP hükümeti aynı zihniyetle sendikal yasakların, barajların, grev yasaklarının ardında durmaya devam ediyor. Bununla da yetinmiyor, grev yasağı getirerek bu uygulamaların da ötesine geçiyor. Taşeronlaştırma, güvencesizlik, işsizlik, yaygın işten çıkartmalar hükümet politikası olarak uygulanıyor.
Türkiye sendikal haklar alanında dünyada en kötü sabıkaya sahip, en baskıcı, en müdahaleci ülkelerden biri durumunda. Yani 12 Eylül bu alanda da AKP ile varlığını sürdürüyor. Sermayenin, patronların yüzü AKP ile gülmeye devam ediyor.
AKP YÖK sistemini kaldırma iddiası ile geldi. Fakat bugün YÖK uygulamalarının, bilim üzerinde kurduğu tahakkümün sahibi durumunda. Üniversitelerde parasız eğitim, parasız sağlık isteyen, dayanışma masası açtıkları için polisin müdahalesine uğrayan binlerce, cezaevlerine atılan yüzlerce öğrenci var. Bugün cemaat denetimindeki gecekondu üniversiteleri liyakata bakmaksızın siyasal kadrolarla sözde bilim üretmeye çalışıyorlar.
AKP demokratik eğitim sistemine karşıdır. 12 Eylül’de başlayan zorunlu din dersleri düşünen, sorgulayan, eleştirel nesillerin yetişmesine engel olmak istiyordu. AKP iktidarı 4+4+4 ile dindar nesil yaratarak bu projeyi tamamlamaya çalışmaktadır. Bugün de karma eğitim tartışmaları yaşanıyor. Okullarda din dersi saatinin sayısı artarken gerici vakıf ve derneklerle işbirliği prokolü imzalanıyor. ÇEDES Projesiyle okullara din görevlisi atanıyor.
Hak ve özgürlükleri sadece kendisi için istemektedir. Televizyon kanalları RTÜK, gazeteler Basın İlan Kurumu sopasıyla susturulmak isteniyor.
AİHM kararlarına rağmen Osman Kavala, Selahattin Demirtaş gibi cezaevlerinde bulunan siyasetçiler serbest bırakılmıyor. Milletvekili seçilmesine rağmen Can Atalay, gazeteci Merdan Yanardağ ve Barış Pehlivan hukuksuz yere cezaevinde tutuluyor.
En küçük bir eylem dahi polis engeliyle karşılanıyor. Her hafta gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini soran Cumartesi Anneleri AYM kararına rağmen gözaltına alınıyor. Kayyum rektöre karşı çıkan üniversite öğrencileri, Akbelen’de doğasına sahip çıkan yaşam savunucuları, akaryakıt zammını protesto eden şoförler, fabrikada grev yapan işçiler polis müdahalesine maruz kalıyor.