Bursa İnegöl ve Hatay Dörtyol…
AKP’lilerin dediği gibi “referandum öncesi provokasyon” mu?
Ya da CHP-MHP’lilerin ısrarla dillendirdikleri “açılım politikasının sonucu” mu?
Bezirganlık, esnaflık, siyaset yöntemi olunca, teşhis de böyle konuluyor işte.
Teşhise göre de reçete öneriliyor tabii.
AKP, bu faşist linçlerin temelinde sanki ‘yüksek yargı’nın mevcut bileşimi varmış gibi, referandumda ‘evet’i işaret ederek çözümü gösteriyor!
CHP ve MHP ise malum! Ağızlarına doladıkları “açılım” lanetlemesiyle, Kürt sorununda çözümün söyleminden bile uzak durulması gerektiğinde ısrarlılar.
Oysa epeyce bir zamandır sahneye konulmaya çalışılan bir ‘özel savaş’ stratejisinin sonuçlarıyla karşı karşıyayız.
Dün Trabzon’da, Bursa’da, Seferihisar’da, Cunda’da, Altınova’da, İzmir ve Bayramiç’te…
Bugün İnegöl ve Dörtyol’da…
“Tahrik edilen vatandaşın tepkisi” ya da “üç beş kendini bilmez ülkücü tosunun işi” hikayelerini geçelim…
Kürtlerin kimlik mücadelesini “bölücülük” olarak sunan ve yıllarca aklı hayali zorlayan bir “gayri nizami savaş”la üzerine giden ‘devlet aklı’ (‘sivil’ payandalarıyla birlikte elbette), yaklaşık 2005’ten bu yana, söz konusu ‘linç iklimi’ne de doğrudan yatırım yapmaya başlamıştı.
Sözüm ona “Kürt bölücülüğüne” karşı verilen askeri savaşın ilelebet sürdürülemeyeceği gerçeğini hesaba katarak, devreye sokulacak en son düşmanca yanıt, “Türk bölücülüğü” olmalıydı ve yatırımlar da buna yapılmaya başlandı.
Kürt sorununu çözmemek adına çözümsüzlüğü topluma yayan, gerekirse bir iç savaşla halkları boğazlaştırmayı bile göze alabilecek şoven bir stratejiydi söz konusu olan ve bu amaçla, alttan alta bütün memleketi kesen ve gerçekten bölücü bir ‘fay hattı’ şekillendirilmeye başlandı.
Nihayetinde ‘adli’ nitelikteki en basit olaylar bile bir anda boyutlanarak tam bir Kürt linçine dönüştürüldü. Ellerde bayraklar, “Vatan sana canım feda” sloganlarıyla Kürt avına çıkıldı, evler, işyerleri yakılıp yağmalandı…
Hesaplı kitaplı bir stratejiydi bu…
Kürt sorununda ısrar edilen çözümsüzlüğe kitleleri de ortak ettirmeyi, halkı, çözümsüzlük politikasının bileşeni yapmayı amaçlayan bir strateji…
Bu son dalga, Kürt hareketini yok etmekten çok -zira bunun mümkün olmadığı açıktır- çözümsüzlüğü askeri sınırlarından öteye taşıyıp topluma yaymak, yayarak toplumsallaştırmak amaçlıdır.
Bu ne anlama geliyor?
Savaş kliği, ‘sivil toplum’da yarattığı ve yaratacağı “infial kültürü”yle, silahların sonuç vermediğinin artık açıkça anlaşıldığı koşullarda bile çözümsüzlüğü mümkün olduğunca uzatmanın peşindedir.
Artık etkisiz kalmış silahların yerine, şoven ‘sivil’ dalgaya sığınmak, onu kullanmak…
Kürt sorunundaki çözümsüzlük bir de böyle sürdürülmeye çalışılmaktadır.
Bu en son ve en tehlikeli oyundur.
Çözümsüzlüğü toplumsallaştırma yöntemidir.
Askeri mücadelenin başarısızlığının kefaretinin sokaklara yüklenmesidir…
Evet, “bu iş silahla çözülmüyor” fikrinin geniş bir kabul gördüğü noktadayız bugün. Tam da bu noktada devreye sokulan linçlerin oturduğu mantık, militarizmi ve de çözümsüzlüğü toplumsallaştırma mantığıdır.
Savaşın yerine, ‘iç savaş’ı ikame edebileceklerini gösteriyor birileri.
“Son terörist temizlenene kadar…” masallarının ikna ediciliği kalmayınca, dağdaki savaşı ‘iç savaş’a dönüştürme mevzisinde son savunma hamlesine girilmektedir.
Aşağılık bir rehin ve şantaj politikası bu:
Dağdakiler silahları bırakmazsa, Batı’da Kürtleri barındırmayız!
Denilen budur.
Böylesine hayati bir durum var ortada.
Örneğin Dörtyol’da olup biteni, “PKK de polisleri öldürmeseydi” şeklinde gerekçelendiren yaklaşımlar, tam da linçi meşrulaştırıcı, psikolojik harbin ağına takılmaktan başka nedir ki?
PKK polis vuruyorsa Türkler de Kürtlere saldırsın demektir bu.
PKK silah kullanırsa linçler gelişir mantığıdır…
Askeri başarısızlığı linçle ikame eden bu derin stratejinin karşısında barışseverlik de demokratlık da bir kez daha sınavdadır şimdi…
Çözümsüzlüğün toplumsallaştırılmasına yem olmamak bu ülke halklarının geleceğine dair en küçük kaygısı olan herkesin birincil hassasiyeti olmalıdır.
Ve hep söylediğimizi bir kez daha tekrar ederek bitirelim:
Bütün bu melanetler, toplumsal ölçekte bir demokratik barış cephesinden yoksunluğun kefaretidir aslında.
Kitlesel linçle ateşe atılan halkların ortak geleceğinde şimdiden açılmış sonu belirsiz karanlık boşluğu doldurabilecek tek güç odur…
Eksikliğini her gün daha fazla ve daha yana yakıla hissettiğimiz o örgütlü güç…
Evrensel