Eğer 28 Şubat olmasaydı;
Eğer Cumhurbaşkanı’nın seçimi sırasında Cumhurbaşkanı’nın karısının başörtüsü sorun olmasaydı;
Eğer Anayasa Mahkemesi hukuku zorlayarak 367 kararını vermeseydi;
Eğer asker, seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın karısının elini sıkmamaya
çalışmasaydı;
Eğer Anayasa Mahkemesi, kanunda yazıldığı halde esasa girerek başörtüsü yasağının kalkmasını önlemeseydi;
Eğer Cumhuriyet Başsavcısı AKP’yi kapatmaya çalışmasaydı;
Eğer asker e-muhtıra vermeseydi;
Eğer askerin darbe planları yaptığı ortaya çıkmasaydı;
Eğer yüksek yargı üyeleri Ergenekon davasını bir biçimde etkilemeye çalışmasalardı;
Eğer asker son YAŞ kararlarında sivil siyasetin belirleyiciliğinden rahatsız olmasaydı;
Eğer bütün bunlar böyle olmamış olsaydı, AKP’nin bu değişiklikleri yapış biçiminden giderek yaklaşan referandumda “hayır” demek benim gibi Cumhuriyetçi ve laikçi iklim içinde yetişmiş insanlar için “normal” bir davranış olurdu.
Ya da etnik olarak Kürt olmadığım halde kendimi demokrat bir insan olarak gördüğümden, Kürtlerle ilgili hiçbir düzenlemenin referandum paketine konmamış olmasına da tepki göstererek referandumu “boykot” da edebilirdim.
Ama öyle değil. Değil çünkü yukarıda sıraladığım bütün bu olaylar son on beş yılda bu ülkede oldu. Son on beş yılda AKP ile devletin çeşitli kurumları arasında inanılmaz gerginlikler ve karşılaşmalar yaşandı.
Şimdi referandum günü yaklaşırken, herkesin, nasıl oy vereceğine karar vermeden önce, devletin organlarının AKP’nin iktidarına karşı neden rahatsızlık duyduğunu ve neden çeşitli yollar deneyerek ondan kurtulmaya çalıştığını bir biçimde açıklamaları gerekiyor. Çünkü sanırım işin püf noktası burada…
Aslında dikkatli bir gözle bakarsak “devlet”in AKP’ye yaptığı ve yukarıda altlarını çizdiğim olaylar gibi olmasa da az çok benzerlerini geçmişte sol siyasetlere, mesela TİP’e ve Kürt siyasetine de yaptığını biliyoruz. Onlara da davalar açtığını, onların da partilerini kapattığını vs. biliyoruz.
Yani, hani ne derler “O, yârimin eski huyudur” misali, seksen küsur yıldır, yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğmuş Cumhuriyet’imizin bir daha yıkılmaması için elinden geleni yapan ve kendi varlığını tehlikeye düşüreceğinden kuşkulandığı kimselere asla prim vermeyen ve onların iktidara gelmelerini de asla istemeyen bir devlete sahibiz.
Peki, bu size normal geliyor mu?
Doğrusu bana normal gelmiyor. Devletin sivil siyaset üzerinde bu denli müdahil olması ve AKP’yi, solda ve Kürt alanındaki partiler gibi defteri dürülmesi gerekenler içinde algılaması bana normal gelmiyor. Bu nedenle de ben AKP’nin “korku imparatorluğu” kurmak isteyen bir parti olarak lanse edilmesi çabalarının uydurma çabalar olduğunu ve meselenin de burada düğümlendiğini düşünüyorum.
Dolayısıyla referandumda “hayır” diyeceklerin ikna edici olabilmeleri, bize AKP’nin “gizli ajandası” olabilecek kanıtları göstermeleriyle mümkün. Öte yandan boykot edenlerin de “ceberut devletle” AKP’nin aynı şey olduğunu…
Eski efendilerle toplumun yeni efendileri olmak isteyenler arasındaki kavga, dışında durularak seyredilebilecek bir kavga değil. Çünkü kavga daha henüz bitmiş bir kavga değil. O nedenle de sivil siyasetin önünü açan, bir “gıdım” da olsa özgürlük alanını genişleten her adım değerli bir adım olacaktır.