BİR KIRIK BEBEK
Taksim’de tek başınaymış Töre. İstiklal Caddesi’nde değneklerine tutunarak yürümeye çalışırken karşısından gelen bir adam ona bakıp “Böyle yaşamaktansa öleyim daha iyi be” demiş…
“Bedenimdeki engeli zihnimde de var sanıyorlar. Yüzüme bakarak bunları söylerken anlamayacağımı sanıyorlar” diyor…
Taksim’de tek başınaymış Töre. İstiklal Caddesi’nde değneklerine tutunarak yürümeye çalışırken karşısından gelen bir adam ona bakıp “Böyle yaşamaktansa öleyim daha iyi be” demiş…
“Bedenimdeki engeli zihnimde de var sanıyorlar. Yüzüme bakarak bunları söylerken anlamayacağımı sanıyorlar” diyor…
“Toplum mu engelliyi dışlıyor yoksa sonunda engelli mi kendisini soyutluyor ondan emin değilim” diyor…
“Sevda kapımızı çaldı elbet, biz de buyur gel dedik” diyor…
Ve bütün bunları konuşma bozukluğu sebebiyle oldukça zorlanarak, kan ter içinde kalarak anlatıyor.
Töre Ozan 1987 doğumlu bir genç. Doğum sırasında sıkışma yüzünden havasız kalmış ve bugün sadece dört parmağına hâkim olabilen spastik bir insan olarak yaşam mücadelesi veriyor. Konuşmasını anlayabilmek hayli güç… Ama güzel yüzünden, o güzel gözlerinden taşan ışıklara kapılmamanız imkânsız. Bir süre sonra kullandığı kelimeler, cümleler karşısında diliniz tutuluyor adeta…
Bugün size babasından ve annesinden uzakta, tek başına yaşayan ve üniversiteye giden Töre Ozan Şahin’den bahsetmek istiyorum. Evet, Töre yaşamını tek başına sürdürüyor. Tek başına seyahat ediyor, yemek yiyor, yıkanıyor ve üniversiteye gidiyor. Bir evde bir başına yaşıyor… Babalar gününde babasına kırgın… “Geceleri yattığımda dünyanın adaletine inanmıyorum” diyor… İşte Töre ve annesi Behice’nin hikâyesi…
*****
Çok sıcak bir öğleden sonra İstanbul Kağıthane’de arka mahallelerde birbirinin üzerine binmiş apartmanlardan biri… Sokaktaki tüm binaların üzerinde çocukluğumuzdan kalma “tarihi” sloganların “taze yazılmış” hallerini görmenin de nostaljik bir tadı varmış. Uzun zamandır “Tek yol devrim” cümlesini bir duvar üzerinde görmemiştim zira…
Töre’nin bir tekstil atölyesinde çalışan annesi Behice Hanım bizi yoldan aldı ve önden girerek kapıyı açtı. Oğlu elektrikli arabasıyla kapının önünde bekliyordu. Karanlık ve küçük bir giriş katının çok az ışık alan salonuna geçtik.
Oturur oturmaz başladı sohbetimiz… Bir annesiyle bir Töre’yle konuştuk. Annesi başladı anlatmaya:
“Doğum anında oksijensiz kaldı Töre. Rahimde de sıkışma oldu. Başı geldi ama vücudu gelmedi. Doktor hatası da deniyor ama… Doğduğunda ağlamadı. Hiçbir şekilde uyarmadılar beni o gün. Sadece çocuğun ölümden döndü dediler. O tarihlerde ben hiç ” spastik “ nedir duymamıştım. Hiç bilmiyordum. Gençtim. Çevremde dahi görmemiştim… 8 gün kuvözde kaldı. Benim yanıma da vermediler. Bekledim, çıkmadım hastaneden… Ara ara emzirmeye getiriyorlardı. Ama emmiyordu bebek.”
’Konduramıyorduk’
Belli ki bu eski hikâye artık kanıksanmış ikisi tarafından da. Hiç dramatik bir hali yoktu ikisinin de.
“Peki fark etmediniz mi çocukta bir anormallik olduğunu” diye sordum. Şöyle yanıtladı: “Hastaneden çıktıktan sonra evdeki büyükler, fark ettiler. Bir gariplik olduğu belliydi. Konduramıyorduk bir türlü. Parmakları yumuktu, açamıyorduk ve çocukta gerginlik vardı. Aynı ayda doğum yapan bir arkadaşım vardı. Kızı 3 aylıkken doğrulup oturabiliyordu. Ama Töre de o yoktu. Hep bir gergindi vücudu… Doktora götürdüm ama doktor bana çocuk proteinsiz kalmış dedi. Biz başladık çocuğa mercimek yedirmeye. Ama sorunu anlamıyorduk bir türlü. 6 aylık olduğunda Cerrahpaşa’ya götürdük. Eşim tekstil işindeydi o zaman. Ama gelirimiz orta sınıfın altındaydı. Cerrahpaşa’ya gittiğim de sürekli 2 ay ileri atıyorlardı randevumuzu. 4 ay sonra benden beyin tomografisi istediler. Bu arada çocuk oldu 1 yaşında… Ben de bir daha gitmedim oraya.”
’Bir yaşında öğrendim’
“Bir tanıdığımız sayesinde İstanbul Aksaray’da özel bir doktora götürdüm. Bana çocuğun zekâ özürlü olduğunu söyledi. O an çok yıkıldım. O kadar çok üzüldüm ki… Ama sonra o doktora inanmayıp başka bir doktora gittik. O doktor spastik teşhisini koydu. Hayatımda ilk defa duyuyordum bunu. ’Çocuğun zekâsında hiçbir eksik yok, hatta fazlası var ama çocuğun doğum sırasında beyin zedelenmesinden kaslarını kullanamıyor’dedi. Daha sonra fizik tedavi için beni Çapa’ya yönlendirdiler… 6-7 yaşına kadar orada tedavi gördü. Sonra Metin Sabancı Spastik Çocuklar Vakfı’nda 2 yıl daha tedaviye devam etti. Okul öncesi hazırlık ve fizyoterapi yani. 9 yaşında da okula başladı. Bugünkü halini o terapilere borçluyuz.”
‘Grup Yorum dinliyorum’
Bu arada Töre içinden taşanları paylaşmak için can atıyordu. Arada annesinin eksiklerini tamamlıyordu. Annesi konuşmasına biraz ara verip bize kahve yapmaya gitti. Biz de o arada Töre’yle Grup Yorum üzerine konuştuk. Grup Yorum’u anne babası ayrıldığında dinlemeye başladığını söyledi. Anne babasının ayrılma sebebi maddi sorunlar ve Töre’nin sorumluluğunu annesinin tek başına taşımak zorunda kalması olmuş.
Behice Hanım “Yuvamızın yıkılmasının sebebi parasal sorunlardı. Töre 1 yaşındaydı ben ayrılmayı düşünüyordum… Çoğu zaman kendimi yalnız hissediyordum. Babası çok sorumsuz biriydi. Evliliğimizin ilk yıllarında o kadar değildi ama sonrasında çok ilgisizdi. Çocuğumuzun tedavisi için vakıftan yararlanıyorduk ama okula gittiğimizde bazen taksi kullanmamız gerekmekteydi. Çocuğumuz yürüyemiyordu ve 9 yaşındaydı. Taşımak, kucaklamak giderek zorlaşıyordu. Babası parasal sorunlarımızı çözmediği, ilgilenmediği gibi bir de çok kıskanç biriydi ve çalışmamı da istemiyordu.” dedi ve Töre’ye terini silmesi için bir kağıt mendil uzattı. İki kişilik bir hayata doğru giden hikâyelerini anlatırken babanın bugün de hiçbir maddi yardımı olmadığını öğrendik.
‘Oğlum için evlenmedim’
Behice Hanım oldukça güzel bir kadın olmasına rağmen bir daha evlenmemiş.
“Töre son birkaç sene öncesine kadar evlenmeme çok karşıydı. Bana eğer evlenirsen görüşürüm ama evine gelmem diyordu. Ben de oğlumdan olmamak için evlenmedim. Şimdi artık kendisi diyor evlen diye ama benim de korkularım var…” dediğinde “Ne kadar güçlü görünüyorsunuz, hakikaten öyle biri misiniz?” diye sordum.
Behice Hanım şöyle yanıt verdi: “Evet… Babasından ayrıldığım zaman bu kadar güçlü olabileceğime inanmıyordum. Ama yaşam şartları güçlü olmamı gerektirdi. Annemi kaybettiğimin 3’üncü günü eşimden ayrılma kararı almıştım. Ve hasta bir babanın yanına geri döndüm. Haliyle psikolojim çok bozulmuştu. Babasının ilgisizleştiği, çalışmadığı dönemlerde yurt dışında yaşayan ablamın yardımları oldu. Töre’nin okuması ve giyim masrafları için bana para gönderiyordu. Boşanmamda da sonrasında da ablamın desteğiyle hayatımıza devam ettik.”
*****
“Sevda kapımızı çaldı elbet, biz de buyur gel dedik” diyor…
Ve bütün bunları konuşma bozukluğu sebebiyle oldukça zorlanarak, kan ter içinde kalarak anlatıyor.
Töre Ozan 1987 doğumlu bir genç. Doğum sırasında sıkışma yüzünden havasız kalmış ve bugün sadece dört parmağına hâkim olabilen spastik bir insan olarak yaşam mücadelesi veriyor. Konuşmasını anlayabilmek hayli güç… Ama güzel yüzünden, o güzel gözlerinden taşan ışıklara kapılmamanız imkânsız. Bir süre sonra kullandığı kelimeler, cümleler karşısında diliniz tutuluyor adeta…
Bugün size babasından ve annesinden uzakta, tek başına yaşayan ve üniversiteye giden Töre Ozan Şahin’den bahsetmek istiyorum. Evet, Töre yaşamını tek başına sürdürüyor. Tek başına seyahat ediyor, yemek yiyor, yıkanıyor ve üniversiteye gidiyor. Bir evde bir başına yaşıyor… Babalar gününde babasına kırgın… “Geceleri yattığımda dünyanın adaletine inanmıyorum” diyor… İşte Töre ve annesi Behice’nin hikâyesi…
*****
Çok sıcak bir öğleden sonra İstanbul Kağıthane’de arka mahallelerde birbirinin üzerine binmiş apartmanlardan biri… Sokaktaki tüm binaların üzerinde çocukluğumuzdan kalma “tarihi” sloganların “taze yazılmış” hallerini görmenin de nostaljik bir tadı varmış. Uzun zamandır “Tek yol devrim” cümlesini bir duvar üzerinde görmemiştim zira…
Töre’nin bir tekstil atölyesinde çalışan annesi Behice Hanım bizi yoldan aldı ve önden girerek kapıyı açtı. Oğlu elektrikli arabasıyla kapının önünde bekliyordu. Karanlık ve küçük bir giriş katının çok az ışık alan salonuna geçtik.
Oturur oturmaz başladı sohbetimiz… Bir annesiyle bir Töre’yle konuştuk. Annesi başladı anlatmaya:
“Doğum anında oksijensiz kaldı Töre. Rahimde de sıkışma oldu. Başı geldi ama vücudu gelmedi. Doktor hatası da deniyor ama… Doğduğunda ağlamadı. Hiçbir şekilde uyarmadılar beni o gün. Sadece çocuğun ölümden döndü dediler. O tarihlerde ben hiç ” spastik “ nedir duymamıştım. Hiç bilmiyordum. Gençtim. Çevremde dahi görmemiştim… 8 gün kuvözde kaldı. Benim yanıma da vermediler. Bekledim, çıkmadım hastaneden… Ara ara emzirmeye getiriyorlardı. Ama emmiyordu bebek.”
’Konduramıyorduk’
Belli ki bu eski hikâye artık kanıksanmış ikisi tarafından da. Hiç dramatik bir hali yoktu ikisinin de.
“Peki fark etmediniz mi çocukta bir anormallik olduğunu” diye sordum. Şöyle yanıtladı: “Hastaneden çıktıktan sonra evdeki büyükler, fark ettiler. Bir gariplik olduğu belliydi. Konduramıyorduk bir türlü. Parmakları yumuktu, açamıyorduk ve çocukta gerginlik vardı. Aynı ayda doğum yapan bir arkadaşım vardı. Kızı 3 aylıkken doğrulup oturabiliyordu. Ama Töre de o yoktu. Hep bir gergindi vücudu… Doktora götürdüm ama doktor bana çocuk proteinsiz kalmış dedi. Biz başladık çocuğa mercimek yedirmeye. Ama sorunu anlamıyorduk bir türlü. 6 aylık olduğunda Cerrahpaşa’ya götürdük. Eşim tekstil işindeydi o zaman. Ama gelirimiz orta sınıfın altındaydı. Cerrahpaşa’ya gittiğim de sürekli 2 ay ileri atıyorlardı randevumuzu. 4 ay sonra benden beyin tomografisi istediler. Bu arada çocuk oldu 1 yaşında… Ben de bir daha gitmedim oraya.”
’Bir yaşında öğrendim’
“Bir tanıdığımız sayesinde İstanbul Aksaray’da özel bir doktora götürdüm. Bana çocuğun zekâ özürlü olduğunu söyledi. O an çok yıkıldım. O kadar çok üzüldüm ki… Ama sonra o doktora inanmayıp başka bir doktora gittik. O doktor spastik teşhisini koydu. Hayatımda ilk defa duyuyordum bunu. ’Çocuğun zekâsında hiçbir eksik yok, hatta fazlası var ama çocuğun doğum sırasında beyin zedelenmesinden kaslarını kullanamıyor’dedi. Daha sonra fizik tedavi için beni Çapa’ya yönlendirdiler… 6-7 yaşına kadar orada tedavi gördü. Sonra Metin Sabancı Spastik Çocuklar Vakfı’nda 2 yıl daha tedaviye devam etti. Okul öncesi hazırlık ve fizyoterapi yani. 9 yaşında da okula başladı. Bugünkü halini o terapilere borçluyuz.”
‘Grup Yorum dinliyorum’
Bu arada Töre içinden taşanları paylaşmak için can atıyordu. Arada annesinin eksiklerini tamamlıyordu. Annesi konuşmasına biraz ara verip bize kahve yapmaya gitti. Biz de o arada Töre’yle Grup Yorum üzerine konuştuk. Grup Yorum’u anne babası ayrıldığında dinlemeye başladığını söyledi. Anne babasının ayrılma sebebi maddi sorunlar ve Töre’nin sorumluluğunu annesinin tek başına taşımak zorunda kalması olmuş.
Behice Hanım “Yuvamızın yıkılmasının sebebi parasal sorunlardı. Töre 1 yaşındaydı ben ayrılmayı düşünüyordum… Çoğu zaman kendimi yalnız hissediyordum. Babası çok sorumsuz biriydi. Evliliğimizin ilk yıllarında o kadar değildi ama sonrasında çok ilgisizdi. Çocuğumuzun tedavisi için vakıftan yararlanıyorduk ama okula gittiğimizde bazen taksi kullanmamız gerekmekteydi. Çocuğumuz yürüyemiyordu ve 9 yaşındaydı. Taşımak, kucaklamak giderek zorlaşıyordu. Babası parasal sorunlarımızı çözmediği, ilgilenmediği gibi bir de çok kıskanç biriydi ve çalışmamı da istemiyordu.” dedi ve Töre’ye terini silmesi için bir kağıt mendil uzattı. İki kişilik bir hayata doğru giden hikâyelerini anlatırken babanın bugün de hiçbir maddi yardımı olmadığını öğrendik.
‘Oğlum için evlenmedim’
Behice Hanım oldukça güzel bir kadın olmasına rağmen bir daha evlenmemiş.
“Töre son birkaç sene öncesine kadar evlenmeme çok karşıydı. Bana eğer evlenirsen görüşürüm ama evine gelmem diyordu. Ben de oğlumdan olmamak için evlenmedim. Şimdi artık kendisi diyor evlen diye ama benim de korkularım var…” dediğinde “Ne kadar güçlü görünüyorsunuz, hakikaten öyle biri misiniz?” diye sordum.
Behice Hanım şöyle yanıt verdi: “Evet… Babasından ayrıldığım zaman bu kadar güçlü olabileceğime inanmıyordum. Ama yaşam şartları güçlü olmamı gerektirdi. Annemi kaybettiğimin 3’üncü günü eşimden ayrılma kararı almıştım. Ve hasta bir babanın yanına geri döndüm. Haliyle psikolojim çok bozulmuştu. Babasının ilgisizleştiği, çalışmadığı dönemlerde yurt dışında yaşayan ablamın yardımları oldu. Töre’nin okuması ve giyim masrafları için bana para gönderiyordu. Boşanmamda da sonrasında da ablamın desteğiyle hayatımıza devam ettik.”
*****
Aşk kapımızı çaldı elbet ‘buyur gel hoşgeldin’ dedik
Annesinden sonra Töre’ye döndük…
Kaslarına hâkim olmakta güçlük çektiğinden ayaklarını ve bacaklarını arabaya bağlamıştı. Sol elinin dört parmağını kullanarak her işini kendi görüyormuş. Hikâyenin kalan kısmını Töre anlattı:
“Annem ve babam boşandıktan sonra kendimi çok kötü hissettim. Hayat bana anlattıkları gibi değildi. Tam da ergenliğe girmiştim. Her şeyi sorguluyordum. Dinlediğim müzikler bile değişiyordu. Ahmet Kaya dinlemeye başladım. Şarkı sözleri beni çok etkiliyordu. Yusuf Hayaloğlu okuyordum. Benim için çok önemli bir adamdı o. Sonra Metin Sabancı’da yatılı okumak istedim. Annemle babamdan uzakta olmak istedim. Ama okula gittiğimde kurallar var dediler. Balkona çıkamazsın, pencerenin önüne gidemezsin, bu saatte yatacaksın gibi… Bizi korumaya yönelik kurallardı ama özgürlüğümü kısıtlıyordu. Sevemiyordum o kuralları. Beş ay kaldım orada. O sırada aşk kapımızı çaldı. Biz de buyur gel, hoşgeldin dedik” derken kahkahalar atıyordu. Ne kadar ısrar ettiysem de kız arkadaşının adını vermedi. Artık başkasıyla evliymiş çünkü.
’Kimseye muhtaç olmak istemedim’
“Hep benim içimde olurdu aşk ilk defa birisi bana âşık oldu. Onu da aldım okuldan çıktık. Ev tuttuk” dediğinde inanamadım.
“İki gencecik spastik insan nasıl yalnız yaşamaya cesaret edebilir” diye sordum hayretle.
“Annesi babası ölmüştü onun kimsesi yoktu. Bir süre birlikte yaşadık ama olmadı. Ayrılmak zorunda kaldık. Kendimi taşımak zordu, onun sorumluluğu da vardı. Sonra da hep kendi kendime baktım ben. Benim hayatım beni güçlü yapmak zorundaydı. Kimseye muhtaç olmak istemedim ve istemiyorum. Bugüne de geldim sonunda. Kendimi bu bedene hapsolmuş bir ruh olarak görüyorum. Aşk benim için kapanmış bir defter. Ne kadar çok severdim onu… Tabii ki şimdi de göze alırdım aşk için çok şeyi… Yine seviyorum ama… Onu görmek için yollara da çıkarım ama…” deyip yeni bir kahkaha daha patlattı. Aşktan konuşurken yaşlı bir adam olmuştu sanki. Nasıl anlatsam… İhtiyar bir edası vardı… Konuyu şakalarla değiştirdi zaten hemen. Okulundan bahsettik biraz.
“Gazeteci olmak istiyorum aslında. Bu yüzden tekrar üniversite sınavına gireceğim. Şu anda Aydın’da Adnan Menderes Üniversitesi’nde Büro Yönetimi okuyorum. Kendim ev tuttum. Ev sahiplerim de yardımcı oluyor. Her şeyimi yapıyorum. Yemek dışında tabii. Bir bursum var, onunla kiramı ödüyorum ve okula gidiyorum. Yazmayı çok seviyorum. Şiirlerim kitap olacak yakında. Bilgisayar yakın arkadaşım” dedi…
’Babamı Eylül’den beri görmedim’
Yazıya oturduğumda, Töre’nin anlattıklarını ekranımda yazılı görünce içim cız etti bir yerde. Babasına olan kırgınlığını anlatırken ne kadar kontrollü ve ölçülüydü. Tıpkı aşktan konuştuğumuz anlarda olduğu gibi babasından konuşurken de ihtiyar bir adama dönüşüyordu. Sanki babası değil de onu çok üzmüş bir oğuldan bahseder gibiydi…
“Yalnızlığımı seviyorum ben, her şey yolunda sorun yok” dedi kısaca…
“Yakın arkadaşın var mı peki Töre” diye sordum…
“Var sanıyordum ama yokmuş… Sizin var mı? Siz ne kadar yalnızsanız arkadaşlarınızla ben de o kadar yalnızım…” dedi…
Ama en çok şarkılar dinleyerek değiştirip geliştirdiği düşüncelerini anlatırken söylediği bir cümle asılı kaldı aklımda…
“Geceleri yattığımda düşünüyorum. Kader mi? Kader var mı? Bizi bir yaradan var… Ama ben dünyanın adaletine inanmıyorum…”
Röportaj: İclal Aydın / Vatan