6-90. BELED SURESİ’ nden;
NOT:6- Beled suresinin başındaki şu ifade “ la uksimu bi haze el beledi ” ile ilgili yıllarca önce düşündüğüm ve hakkında yazılar yazdığım görüşümü burada da paylaşmak istiyorum. Bütün müfessirler ve yazarlar gibi Aişe Abdurrahman da “Hayır, kasem olsun bu beldeye(Mekke’ye), …” olarak yazmış, çevirenler de hiçbir not düşmemiş. Benim buna itirazım, eleştirim ve alternatif görüşüm var. Önce Yazar’ın, Ebu Hayyan’ndan naklettiği bu görüşümü destekleyen şu pasajı buraya almak istiyorum. “Bu araştırma, Allah Teâlâ’nın kaseme ihtiyaç duymadığına ve kasemin nefyedilmesine ihtiyaç duyulmasının onu te’kid olduğunu açıkça delâlet etmektedir. Şöyle demek, bizim bilinen kullanımlarımızdandır. Lâ usike bi fulanin (sana falanı şiddetle tavsiye ederim). Bu şekilde tavsiye, te’kid edilmiş olur. Nitekim yemine ihtiyaç olmadığını te’kid etmek için yeminsiz olarak söyleriz. (195’nci dip not)” 220
“Beled1-3’ncü ayetler: Hayır, kasem olsun bu beldeye(Mekke’ye), sen hıll/bulunmakta iken bu beldede. Ve kasem olsun valid ve velede.” Kitapta ayetlerin meali bu şekilde verilmiş. Ancak ayetlerin meali şöyle de olabilir: “1-Hayır! Bu beldede bölünme olmadı. 2-Ve sen de bu beldede yaşamaktasın. 3- Dikkat et! Ana-baba ve işte evlat.” Bu anlamdaki bir anlayış, günün tarihsel gidişatına daha uygun olur diye düşünüyorum.
“Müfessirlerin, haze’l-beledi (bu belde) ifadesi hakkında ihtilaf ettiklerini bilmiyorum. Ayette kendisine kasem edilen belde Mekke’dir.” 224
“el-Hıll’in hulûl (ikamet) manasında olduğu kanaatine varıyoruz ki, bu Ebu Hayyan’a göre tercih edilen görüştür. Bununla beraber Rasül’ün içinde bulunduğu bu beldenin hürmetini helal saymaya delalet gözetilmiş, bu belde ve halkının belirgin durumlarına dikkat çekilmiştir. Zira Resulullah’ın başına gelen her türlü eziyet devam etmekte ve görülmekte idi. Resulullah(s.a), bundan rahatsız oluyor ve üzülüyordu. Çünkü o, ikamet ettiği Mekke’de eziyet ve sıkıntıya maruz kalıyordu.” 229
NOT:7- Evet, 229’ncu sayfada da belirtildiği gibi, Resulullah(s), gerçekten çok büyük zorluklar içindeydi. En önemlisi de onu(s), ailelerini parçalamakla suçluyor olmalarıydı. Dolayısıyla ilk üç ayet için düşündüğüm yaklaşımı bu pasaj da desteklemiş oluyor.
“İnsana, insanî değerini geri vermekten daha değerli bir şey yoktur. Beşer ve toplumun hayrı için her türlü ıslah, -köleleştirilerek heder edilen- insana itibarını geri vermekle başlar.” 248
“Allah Teâlâ’nın, bir kıtlık/açlık gününde sözü, durumun vahametini resmediyor. El-Mesğabe, “açlık” veya –EbuHayyan’ın dediği gibi- “kıtlık”tır. Bir kıtlık/açlık gününde, yetim bir yakını veya muhtaç bir miskini tasavvur etmekten daha vahim bir şey yoktur.” 249
“İnsanın nefsinde onu tuğyandan alıkoyan, kendisi gibi bir beşeri köleleştirmeyerek, yetim ve miskinin hakkında kayıtsız kalmayarak onu sınırda tutacak bir engelleyici olmazsa, o insan mü’min olamaz. Öncelikle mal, kuvvet ve servet gururundan kurtulmayan bir insanın, yaratıcı, kadir ve âlim olan Allah’ın varlığına iman etmesi nasıl mümkün olsun?! Bu gurur, insan kardeşi hakkında onun şuurunu işlevsiz kılar; kendisini hiç kimsenin görmediğini ve kendisine hiç kimsenin gücünün yetmeyeceğini zannettirir. Bu yüzden Allah’a iman, kalpleri katılaşmış, içleri kararmış, gözleri ve basiretleri körelmiş, hayr ile şerr arasında ayırım yapamayan kimselere nasip olmayan bir nimettir.” 250
7-102. TEKÂSÜR SURESİ’ nden;
“1-Oyaladı, çoğaltma ihtirası sizi, 2- Ta kabristanlıkları ziyaret edinceye (ölünceye) kadar.” 257
“Tekâsür suresinde el-ilha’nın (oyalanmanın) tekâsür ile olduğu görülüyor. Lügatte tekâsür, kıllet’in (azlığın) zıddı olan kesret’ten (çoklu’ktan) tefa’ul kalıbından olup “sayının artması”dır. Rağıp, el-Müfredat’ta bu görüşü ileri sürerek şöyle demiştir: Azlık ve çokluk (kıllet ve kesret), sayılar gibi ayrı kemiyet hakkında kullanılır. Büyüklük ve küçüklük (İzam ve siğar) ise cümleler içindir.” 260
9-68. KALEM SURESİ’ nden;
“ ‘8- 9. Öyleyse yalanlayıcılara itaat etme! Arzu ettiler ki, sen onlara yumuşaklık gösteresin de onlar da sana yumuşaklık göstersinler.’ Burada tekzib(yalanlmak), Allah’ın ayetleri ve Resulullah’ın nübüvveti hususundandır.” 355
NOT:8- Kur’an’da sıkça geçen “yalanladı, yalanlar, yalanlıyor” ifadeleri, Allah’ın ayetleri ve Resulullah’ın(s) nübüvveti hususundadır. Yoksa Allah’ı kimse yalanlamıyor, O’na ortak koşuluyor. Bu önemli bir noktadır…
NOT:9- 15’ci ayetteki “yesturun/esatiru’l evvelin” kelimesinin anlamı “öncekilerin mesalları,” değil, önceki resullere gelen ama müşrik kâfir müstekbirlerin kabul etmediği, yalanladıkları mesajlar için kullanılan bir sözdür. Böylece “önceki resuller de senin gibi uydurup yazıyorlardı” demek istiyorlar. Sonuç olarak hem önceki resuller ve vahiyleri hem de Hz. Muhammed’e gelen vahiyleri ve onun resullüğünü kabul etmediklerini, yalanladıklarını söylemiş oluyorlar. Bu önemli bir durumdur, “masal” deyip geçiştirmemek gerekir… 339
10-103. ASR SURESİ’ nden;
“ 340’ncı not: “Kur’an’a göre insan, Allah’ın yeryüzündeki halifesi değil, sadece yeryüzünde halife kıldığı bir varlıktır. Dolayısıyla inan için, “Allah’ın halifesi” tabirini kullanmak doğru değildir. Zira her zaman ve her yerde hazır ve nazır olan Allah, kullarına halife olur; fakat hiçbir insan Allah’ın halifesi olamaz.(Çevirenler)”. 399
NOT:10- Yazar birçok yerde “muhkem ayetler/ayetleri” ifadesini kullanıyor. Bu ifade “Kur’an’da muhkem olmayan ayetler de var” anlamını ortaya çıkarır. Bu çelişkili yaklaşımdır. Kur’an’ın bütün ayetleri muhkemdir. (Hud, 11: 1) 401
11-92. LEYL SURESİ’ nden;
“Leyl, Fecr ve Duha surelerinin nüzul bakımından birbirine yakın olmaları, Kur’ani beyanın bir gün zarfında nûr (aydınlık) ve zulmetin (karanlığın) –gecenin bürümesi, gündüzün açması, duha’nın (kuşluk vaktinin) doğması, gecenin sükûna ermesi, fecrin parlaması ve sabahın ağarması gibi- maddiyat vasıtasıyla maneviyatı izah etmeye çalışan zahiri üslûbunu ortaya koymaktadır.”413
NOT:11- Leyl, Fecr ve Duha surelerinin ard arda gelemesi, A. Abdurrahman’ın dikkatini çekmiş; buna çok sevindim ve heyecanlandım. Bundan tam (30) otuz yıl önce surelerin dizilişinin anlamlı olduğunu görmüştüm. Ben Yazar’ın bahsetmediği “İnşirah” suresini de konuya dâhil ettim. Çünkü İnşirah suresi de Duha suresinden sonra geliyor. Leyl’den İnşirah’a ulaşmak, bir birey ve toplumun yolculuğunda çok önemlidir. Bu Rabbe rağbetin inşirahıdır. Leyl, Fecr, Duha ve İnşirah surelerinin art arda gelmesini hem fiziki olarak hem insan hissiyatı ve zihnindeki yürüyüşü bağlamında; Allah’a yöneliş ve inşirah aşamaları olarak değerlendirdim. Bu yönde makaleler yazdım ve yayınlandı[1]. Burada şunu da ilave etmek isterim. Az önce 413’ncü sayfadan yaptığım alıntıdaki konumuzla ilgili anlayışı başka kimsede görmemiştim, o nedenle Dr. Aişe Abdurrahman’ı tebrik ediyorum. Ben de herhangi bir kaynakta okuyarak değil, nüzul sırası ve surelerin adları ve içeriklerinden bu espriyi yakalayıp kavradım. En doğrusunu Allah bilir…
“Kur’an-ı Kerim’deki et-tasdik kelimelerinin çoğu, “Allah’ı, ayetlerini, resullerini, kelimelerini ve O’na kavuşmayı tasdik” anlamında dini manasıyla geçer. Kalplerin takvasının değeri, şu ayetlerde bütün açıklığıyla görülmektedir: Hac 22/32; Hucurat 49/3; Mücadele 58/9.” 428
NOT:12- Sayfa 436’da 15’nci ayetin mealinde “şaki” kelimesi için, parantez içinde “bedbaht” kelimesi yazılmış. Bu yanlış bir anlayış ve yaklaşımdır. “Bedbaht/bahtıkara” böyle bir şey yok, hiç kimse “bahtı kara/bed baht/kötü kaderli” değildir. Herkes yaptıkları ile sorumludur. “Baht” halk arasında “kader/kaderi” olarak anlaşılıp kullanılır. Hiç kimsenin kaderi kötü ve kara değildir. Şaki: yol kesen, haydut, eşkıya, kötü kişi, azgın vs dir. Muttakinin zıddıdır.[2]
13-104. HÜMEZE SURESİ’ nden;
“ et-Dirayet (bilmek), “marifet” ten daha hususidir. Bu üslûbun –ve ma e drake’nin- beyani özelliği, sorulanın bilgisini (dirayetini) aşan hususlarda kullanılmış olmasıdır. Bu bilmemek, iki sebepten olur: A) Durumun yüceliği ve azametinden dolayı olur: Kadr suresi’ndeki, Ve ma e drake ma leyletu’l-kadr [ne bildirdi ki sana, nedir kadir gecesi?](Kadr, 97/2); Ve ma drake me’l akabe [ne bildirdi ki sana, nedir akabe] (Beled, 90/12) ayetlerinde olduğu gibi.
- B) Beşerin bilmesini [dirayetini] aşan, idrakine ve hayaline sığmayan, ahirette varılacak yer ile alâkalı gaybi bir husus olmasından ötürü olur. Şu ayetlerde olduğu gibi: “Onu sekar’a yaslayacağım! Ve ne bildirdi sana (ve ma edrake, nedir sekar?” (Müddessir, 74/26, 27; Hakka, 69/1-3; Karia, 101/3, 10; Mürselat, 77/13, 14; İnfitar, 82/17-18; Mutaffifin, 83/18-19).” 526, 527
SON NOT 13- Kitaptaki Türkçe daha güncel bir dil olabilirdi. 2- Dr. Aişe Abdurrahman, Muhammed Abduh ve Ragıp el-İsfahani’nin görüşlerini sıkça aktarmış. Bu iki âlimin görüşlerine genellikle, özellikle de İsfahani’ninkine katılıyor. Bu durumu Kitap için olumlu olarak karşılıyorum. Kitaptan çok yararlandığımı söylemeliyim. Çalışma tarzlarımız birbirine yakın; kavram ve yorum anlayışlarımız da benzer görünüyor. Türkçe’ye çevirenleri de tebrik ediyorum. Gerçekten Yazar’ın hissettiklerini çeviride yansıtabilmişler. 5-Kitapta yeri geldikçe ve gerekli gördüğümde ilgili notlar yazdım. O nedenle son notu şu ifadelerle bitiriyorum: değerli bir kitap okudum[3], Kur’an çalışmalarım için bana bir cesaret kaynağı oldu, bunu unutmayacağım…
[1] Kalem; Düşünce ve Kültür dergisi; Temmuz 1988, sayı: 7, “İnşirah Aşamaları ve İnşirahı Duymak”. Kur’anî Hayat dergisi, Ocak-Şubat 2011, “Allah’a Yöneliş Açılımı”
[2] Kalem; Düşünce ve Kültür Dergisi, 1988/Temmuz, Sayı: 8,.”Leyl suresinde iki insan tipi: muttaki ve şaki”.
[3] Dr.Aaişe Abdurrahman Bintu’ş-Şâti’, “Beyanî Tefsir / Yöntemi ve Örnekleri”, Çevirenler: Ertuğrul Özalp – Prof. Dr. Ömer Aydın, İşaret Yayınları, 1’nci baskı, İstanbul – 2015