Bir önceki yazımda “Baykal gider mi” diye sormuş ve “CHP siyasetine bakan herhangi biri, CHP’de Baykal’ın olmadığı hiçbir gelişmenin olmayacağını anlar” demiştim. Yanılmış mıyım? Doğrusu olanlara bakınca yanılmış olduğum söylenebilir.
Cumhuriyet’i kuran, neredeyse ülkemizin her daim anamuhalefet partisi olan, onun değişmez önderi Deniz Baykal’ın böyle bir biçimde, “kadersizliğine ağlayarak” siyaset sahnesinden çekileceğini düşünmek bana fazla kolaycı bir yorum gibi geliyor.
Ben yanılmış olabilirim. Ama bu durumda da, bu işi bu yola sokanların, açılan gedikten geçerken aslında tekneye de oldukça derin yaralar aldırmış olduklarını görmeleri lazım.
Çünkü eğer bir gecede bütün bu çeşitli kademelerdeki partililerin davranışı “yaşasın yeni başkan”a bu kadar kolay değişti ise yarın da bir başka “yeni başkana” ya da bizatihi “Baykal’a”, “affet bizi Baykal” şeklinde neden değişmesin ki?
Ve tabii bu iktidarın bitiş düdüğünün kimler tarafından çalındığı konusu da öyle. Çünkü eğer bu kadrolar bir gecede fikirlerini değiştirmişlerse o zaman bizim “İSKİ skandalı” türü bir skandal olabilir diye düşündüğümüz kaset meselesinin çok daha CHP’li bir dizayn olduğu düşüncesi haklılık kazanmaz mı?
Ama her neyse bütün bunlara rağmen sistemin ilahları kararlarını vermiş, Baykal’ı göndermiş ve Kılıçdaroğlu’nun yelkenlerini üflemeye başlamış da olabilirler. Onlar açısından ne Baykal’a vefanın ve ne de yukarıda altını çizmeye çalıştığım defoların bir önemi olmuş olabilir. “Yeni lider, yeni dönem!”sloganını pazarlanabilecek ve satılabilecek yeni bir ürün olarak değerlendiriyor olabilirler.
İyi de bu yeni lider yeni bir dönem anlamına gelebilir mi gerçekten? Bırakın açılan yukarıda andığım yaraları, doğrusu Kılıçdaroğlu’nun bugüne dek gösterdiği performansın da böyle bir “yenilik” iddiası taşıdığını söylemek zor.
Neden mi?
Her şeyden önce Kılıçdaroğlu, bir partinin içinde yaşanan bir zihniyet değişikliğini temsil etmiyor, öyle bir tartışma içinden gelmiyor. Bu bir. İkincisi, önceden de, aday olduktan sonra da basına söylediklerinden ülkenin sorunları konusunda genel CHP duyarlılığının ötesinde bir duyarlılığı temsil etmiyor.
CHP, kökleri kuruluş yıllarına kadar giden bir parti. Dünyaya bakışını da ilkelerini de değerlerini de oralardan alıyor. Bu nedenle de iddia edildiği gibi sol ya da sosyal demokrat bir dünya görüşünden çok “cumhuriyetçi” ve “devletçi” bir dünya görüşüne sahip.
Buraya kadar bir sorun görmeyebilirsiniz. Ama eğer Türkiye’nin bugününü yönetmeye talipseniz, Türkiye’nin bugünkü sorunlarının tam da bu “cumhuriyetçi” bakış açısıyla çelişen ve “daha fazla demokrasi” talebinden kaynaklanan sorunlar olduğunu kabul etmeniz gerekir. Ancak o zaman “gerçek” sorunlarla uğraşmış ve o anlamda da “gerçek” bir siyaset yapmış olursunuz.
Peki, Kılıçdaroğlu’nun yeni diye öne sürdüğü fikirler neler?
Kılıçdaroğlu, ülkedeki yoksulluk ve yolsuzlukların üzerine gideceğinden söz ediyor. İnsanların yoksulluk altında ezilmesinin kabul edilemeyecek bir durum olduğunun altını çiziyor. Bunun önemli bir tesbit olduğu da ortada.
Ama unutuyor ki bu ülkede yoksulluktan daha ezici olan, kimliğinden ötürü horlanıyor olmak, Alevi olduğu için, Kürt olduğu için, başörtüsü taktığı için horlanıyor olmak. Asıl eziyet burada. O nedenle de bugün Türkiye’nin bir numaralı sorunu Kılıçdaroğlu’nun iddia ettiği gibi ekonomi değil, kimliğinden ötürü horlanan, dışlanan ve yoksullaştırılan toplum kesimlerinin varlığı sorunudur. Yani bir “eksik demokrasi” sorunudur.