BM Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada, Türkiye’nin Brezilya ile birlikte, İran’a yaptırımlara “hayır” demesi, “eksen kayması”, “Türkiye batıdan kopuyor mu?” tartışmalarını yeniden gündemin ön sırasına çıkardı.
Sorunu böyle ortaya koyanlar, kuşkusuz ki ortada olup bitenin anlaşılmasından çok, AKP Hükümeti karşısında ABD ve AB yanlısı (Batı’da bunlar oluyor) güç odaklarını, hatta AKP’nin Türkiye’yi Batı’dan kopararak İslamcı bir ülke olmaya zorladığını söyleyen Kemalist, Avrasyacı odakları birleştirmek istemektedirler. Bu, bugün “Türkiye’nin en baş sorununun AKP’den kurtulmak” olduğunu iddia edenler için çok akıllıca bir yaklaşımdır!
Elbette burada sermaye güçlerinin, Türkiye’de Demokrat Parti ve Adalet Partisi gibi ABD’nin dolaysız desteğiyle iktidara gelen partilerin ABD ile çatıştığı için iktidardan düşürüldüğüne dair, çok da haksız sayılmayacak bir kanıya sahip olmaları da onları böyle, tarihten ders aldıkları bir stratejiye yöneltmektedir.
Elbette bu, “Türkiye Batı’dan kopuyor” propagandasını yapanlar, aynı zamanda AKP’yi “antiemperyalist, ABD’nin Ortadoğu’daki stratejisiyle çatışan, Türkiye’yi emperyalizmin Ortadoğu’daki karakolu olmaktan kurtarmak isteyen ve mazlum halklara sahip çıkan bir parti” (hiç de hak etmediği halde) olma mevzisine taşımış olmaktadırlar. Ama bir yandan ABD, AB; öte yandan TÜSİAD, TOBB, Genelkurmay, CHP ve MHP gibi odaklardan beslenen bu propagandanın bir bilinç çarpıtması yaratıyor olması, onların umurunda değildir. Onlar için varsa yoksa AKP’yi Batı emperyalizmi ile tam bir uyum içinde tutmak için zorlamak, AKP’yi her türlü sapmadan alıkoymak üzere terbiye etmek, o da olmuyorsa düşürmektir!
Olup bitenin daha açıkça anlaşılması ve bundan sonraki tartışmalara bir temel oluşturmak üzere şu soruya yanıt vermek gerekmektedir: Türkiye gerçekten Batı’dan kopmakta mıdır?
Bu soruya “evet” diyen güçler, Türkiye’nin İsrail’e karşı yürüttüğü pek alışılmamış polemiği ve İran’a yönelik ABD merkezli ve öteki ülkeleri de yanına alan ambargoya karşı çıkmasını örnek göstermektedir.
Suriye ve öteki komşularıyla ilişkilerini geliştirmesini de bu iki politikaya bağlayıp; iddialarını Türkiye’nin bölgede ABD ile liderlik yarışına girdiğine kadar götürmektedirler. Bu tez, elbette Batı kaynaklıdır ve Batılı ülkelerdeki basın tarafından giderek daha çok ve daha yüksek perdeden dile getirilmektedir.
Ancak bu tez, bu kadar geniş bir destek bulmasına karşın son derece de çürüktür. Çünkü AKP Hükümeti, iktidara geldiği sekiz yıldan beri, Türkiye’nin ekonomisini Batı emperyalizminin liderliğindeki sisteme bağlamak için en radikal kararları almış bir hükümettir. Dahası; AKP Hükümeti, Türkiye’nin Kürt sorunu gibi temel bir sorununun çözümünde, ABD’yi resmen direksiyonun başına oturtarak aynı zamanda bölgede ABD stratejisiyle tam uyum için girişimlerde bulunmakta, bunu da açıkça ilan etmektedir. Bugün de bundan geri adım attığını gösteren ciddi bir şey yoktur. İsrail ve İran konularında bile belki bazı tutumları ABD’yi rahatsız etmektedir ama bunlar tolore edilemez sapmalar olmadığı gibi, son tahlilde ABD ve AB’nin de işine gelecek girişimlerdir. Dahası; gerek İsrail konusunda, gerekse İran konusunda Türkiye, bu tutumuyla “Batı”dan kopuyorsa, en azından “Doğu”dan (bir batı varsa ona karşı bir de doğu olmalı) yana da değildir. Çünkü İsrail sorununda, Türkiye Batı denilen birçok ülkeden destek aldığı gibi, bundan daha önemli bir sorun olan İran sorununda da Brezilya dışındaki tüm diğer ülkelere; Çin, Rusya, Hindistan gibi “Doğu” denilebilecek ülkelerle de karşı karşıya gelmiştir.
Bu durumda Türkiye’nin “Batı’dan kopması” için tek mantıklı gerekçe; Türkiye’nin, Brezilya’nın, İran’ı da yanlarına alarak bütün dünya kapitalist sitemine karşı yeni bir odak oluşturmaya yöneldiğini iddia etmektir.
Yok değilse; “Türkiye Batı’dan kopuyor” yaygarası, tamamen iç politikaya ilişkin dış kaynaklı bir komplo teorisidir!
Evrensel