Erdoğan, çocukken söz dinlemeyip okul yerine topa gidince babası onu çok sert dövermiş. Zaman zaman işkenceye dönüşen bu dayak seanslarından sonra küçük Erdoğan gözyaşları içinde gider, babasının ayaklarına kapanır, ayakkabısını öpermiş.
En son 70 yaşındaki, AKP vekilinin söyleşisini dinleyince bu sahne geldi aklıma… Aynı zamanda doktor olan vekil, Erdoğan’ın “dünya lideri” olduğunu belirttikten sonra onu eleştirmek şöyle dursun, ”ayakkabısını elimizle yalamamız gerektiğini” söylüyordu.
Elle nasıl ayakkabı yalanacağı meselesi bir yana, doktora bile bulaşan bu tapınma kültürü, demokratik siyasetin önündeki en büyük engellerden biri… Çünkü lider, böyle peygamber konumuna çıkarılınca ister istemez onu eleştirmek de ihanet sınıfına giriyor.
Seçim sistemi ve Partiler Yasası, lidere, vekilleri bizzat seçme yetkisi verdiği için, vekiller de bütün siyasi yatırımlarını, halka değil, kendilerini seçecek lidere yapıyorlar. Tapınma kültürü biraz da buradan besleniyor.
Hem lideri bu yükten, hem vekili sürekli çamur yalama yükümlülüğünden, hem ayakkabıları tapınak statüsünden kurtarmanın yolları var. Öncelikle demokratik siyasetin önünü açmak; vekilleri lider tahakkümünden kurtarmak… Parti içinde demokratik seçim kanalları açmak, seçim yasasında vekillerin halka hesap vereceği formüller kurmak; lideri gökyüzünden yeryüzüne indirmek…
Ama daha derine inildiğinde, demokrasi kültürünü, aile içine taşımanın zaruriyeti de görülüyor. Tek adam saplantısı, büyük ölçüde ataerkil aile düzenine dayanıyor. İtiraz kabul etmeyen, iknaya değil, itaate dayalı bu düzen, en ufak farklı sesi, şiddetle boğuyor. Ailedeki baba figürü, kulları olarak gördüğü aile bireylerini, ayakkabısını yalamaya zorluyor. İşe aileden başlayıp eve, okula, camiye, ofise, sokağa, ekrana itiraz kültürünü, tartışma geleneğini, empati alışkanlığını, katılımcı demokrasiyi sokmadığımız sürece, mecliste, partide, bürokraside, iktidarda daha çok ayakkabı yalayıcısı görürüz.