- Tanrı Elçiliği
“Vicdân, sağduyu ve insan doğasının sesine elçi olan kişinin aranızda olduğunu aklınızdan çıkarmayın. O da sizin gibi duyduğuna inansaydı, pek çok konuda size uysaydı haliniz nice olurdu? Sevgi, acıma, adâlet, sağduyu ve akla güvenmek ve başkaları için güvenilir olmak vicdân ve sağduyu sahibi herkese sevimli gelir, güven duygusu niyet ve bakış açısını[1] güzelleştirir. Vicdân ve sağduyu[2] gerçeği açığa çıkarmayı, tutarlı davranışlar sergilemeyi ve estetik değerler üzerinde yükselen bir yaşam içinde olmayı güzel gösterir. Rüştünü ispat etmiş kimseler, sağduyu ve vicdân sahibi olanlar işte bunlardır. Unutmayın ki her şeyi bilen, her şeyin niyet ve amacından haberdar olan varlık sadece Tanrı’dır.”[3] âyetlerinde gerçekleri karartma, gerçeklerden kaçma çirkin gösterilir, güven duygusu kâlplerin süsü olarak belirtilir.
Tanrı elçisi, vicdân ve sevgi elçisi demektir; tüm insanlığın aradığı, dillendirdiği ve özlediği duygusal talebi seslendiren kişi demektir. Vicdânın sesini kısmaya çalışanlara karşı tepkisel anlamda eyleme geçmede önderlik yapana Tanrı elçisi denir. Bu anlamda tüm baskı ve dayatma yolunu seçen, vicdânî talepleri yok etme peşinde olan kimselere karşı alanlara çıkıp devrimci bir dil kullanan, zalimlere koşulların gerektirdiği tüm yöntemlerle savaşan herkes Tanrı elçisidir. Bu kimse Tanrı varlığını reddetse de bir Tanrı elçisidir.
İlgili âyette sevgi habbe kelimesi üzerinden verilir. Habb(e) ile hubb aynı kök anlamlı kelimelerdir. Habbe tohumdur; hubb, ekilip emekle büyütülen sevgidir. Tanrı fikri ister benimsensin ister reddedilsin mutkala sağduyulu aklın terazisiyle ölçülmeli, mantığın tarafız çıkarımlarıyla sonuç belirlenmeli, sadece doğruyu bulma isteğiyle düşünce yolculuğu hiçbir din ve ideolojinin tekeline bırakılmadan sürdürülmelidir.
- Kıst ve Kısmet
“Barış, güven, dayanışma, paylaşma, direniş ve özgürlük değerlerine güvenen iki toplum, iki grup savaşır veya kavga ederse aralarını barış değerleri ile düzeltin. Barış koşullarının ortaya konulmasına rağmen saldırı ve savaş kararında ısrar eden tarafa karşı barışın tarafında yer alarak saldırganlarla evrensel insanlık değerlerine[4] dönünceye kadar savaşın. Saldırganlar saldırı ısrarından vazgeçerse her iki tarafın arasını adâlet ve kıst[5] ile çözümleyin. Vicdân, akıl ve sağduyu hak edene hak edilen şeyi hak edilen oranda vereni kesinlikle sever.”[6] âyetinde vicdân, akıl ve sağduyu sahiplerinin kimleri sevdiği açıkça belirtilir. Çünkü âyetin sonunda muksitler denilerek kıst sahipleri, yani hak edilen şeyleri hak edilen oranda verenler[7] diye dillendirilmektedir.
Burada kimi meallerde karşılaştığımız “adâlet için hakkınızdan vazgeçin.”[8] biçiminde bir anlam yüklemek bağlama uygun düşmemektedir. Çünkü savaşanlar arasında inatçı tarafa karşı barışçı tarafta yer alarak ortak mücadele önerilmekte ve saldırgan taraf barış koşullarını kabul edince dengeli bir anlaşma yapılması söylenmektedir. Bu durumda hakkından vazgeçme değil hiçbir tarafı mağdur etmeyecek ve savaşa neden olan durumu ortadan kaldıracak bir çözüm dillendirilmektedir. “Toplum vicdânına güven duyan ve kendisine toplumsal sağduyu tarafından güven duyulanlar arasında kardeşlik vardır. Kardeşlerin arasını düzelterek toplumsal sorumluluklarınızı yerine getirin. Böyle davranırsanız aranızda sevgi ve acımanın egemen olmasından hiç kuşku duymayın.”[9] âyeti yukarıdaki âyetin tamamlayıcısı olarak barışın temel değerleri olan kim neyi hak ediyorsa onu vermeye gönderme yapmış oluyor. Bir toplumda haklar verilmediğinde düzen bozulur, çalışma barışı kalmaz ve hukuk rafa kalkar.
“Hiç kimse toplum vicdânından kaçamayacak. Bu sonu kesin bir durumdur. Yaratılış ve varoluş toplumsal vicdânın bağrında başlıyor ve orada yenilenerek devam ediyor. Bu durum güven oluşturup bu güvenin gereği olan barışçıl eylemler için çaba ortaya koyanların hak ettiklerini eşitçe almalarını sağlar. Toplumdaki varoluş sürecine katılmayarak gerçeklerin üstünü örtenler bu nankörlükleri yüzünden kendilerini kavuran bir pişmanlığa düşerler ve canlarını yakan bir ateşle karşılaşırlar.”[10] âyetinde kıst ile iyilik sergileyenlerden kimseyi dışlamadan herkese eşit muamele yapılacağı anlatılır. Kıst ile yakın anlamlı bir kelime de kısmettir ve bölüştürme, dağıtma anlamlarına gelir. “Onlara suyun aralarında eşitçe bölüştürüldüğünü haber ver. Bundan böyle tüm sulamalar nöbetleşe yapılacaktır.”[11] âyetinde kısmet hak edilen oranda bölüştürmek olarak belirtilir.
Kıst ile aynı yazılışta olup kast biçiminde okunan kelime başkasının hakkını elinden alma, hukuku çiğneme, başkasının imkânını kendine döndürme anlamlarına gelir.[12] Bu tavır Kur’an’da reddedilir. “Başkalarının hukukunu ayakaltında ezenler, hak edileni vermeyenler, haksızlığı yaşam biçimine dönüştürenler hakları yenenlerin, hukûku çiğnenenlerin, emeği çalınanların yaktığı ateşin ortasında kesinlikle birer odun olurlar.”[13] âyetinde gâsidûn denilerek hukuk tanımaz kişiliklerin sonu konusunda uyarıcılık yapılır.
Kıst sevgiyi, kısmet barışı ne kadar ayağa kaldırırsa kast da düşmanlık ve ayrışmayı o kadar gündemde tutacaktır. Bireyler arasında, toplum içinde sevgi isteyenler barış, adâlet ve güveni sağlam temeller üzerine çakmalıdır.
- Dik Duruş
“Vicdân, sağduyu ve akla güvenmenin yanında yaşamın başka başka aşamalarda devam edeceği[14] konusunda şüphesi olmayanlar, barış ve güven değerleriyle bu değerlere sözcülük eden elçi Muhammed’e saldıran kimselerin kendi oğlu, babası, kardeşi, akrabası olması halinde bile onlarla içten bir sevgi bağı kurmazlar, gerçek bir dost olarak kalmazlar. Onlar bu davranışlarıyla gönüllerine güveni sindirmiş, algı gücünü yükseltmiş ve psikolojik bir desteğe ulaşmışlardır. Onlar bu durum nedeniyle alt tarafından nehirler akan bahçelere kavuşacak ve orada uzun süre kalacaklar. Bu sonuç sevgi, acıma, adâlet, sağduyu ve akıl sâyesinde onların birbirinden memnun kalması nedeniyledir. Barış, güven, adâlet ve özgürlük değerlerine gerçek anlamda taraftarlık[15] böyle olur. Kendini kurtarabilenler vicdân değerleri taraftarlığını bu şekilde ortaya koyanlardır.”[16] âyetinde yer alan hadde’l-lâhe ve rasûle-hu ibaresindeki hâdde vicdân değerleri ile onu seslendirerek eylem ortaya koyan gönül elçisine meydan okumayı anlatır. Bu kelime senkronik[17] bir ilişkiyi de dillendirerek karşılıklı meydan okuyuculuğu ve karşılıklı mücadele eylemini belirtir.
Bu âyet sevginin yeterli olmadığını, evrensel insanlık değerlerine gösterilen sevginin bedel istediğini, bu hususta en yakınlarını bile karşısına almak gerektiğini belirtir. Böylece vicdân değerlerine anne-baba, eş-evlat, kardeş-akraba da karşı çıksa kişinin yolundan dönmemesi gerektiği Kur’an tarafından vurgulanmış oluyor. Yani kavmî ve duygusal yakınlıklar nedeniyle değerlerimizden vazgeçemeyiz, geçiyorsak söylemlerimiz sadece iddiâ, yalan ve sahte bir âidiyettir.
- Güven Sorunu
“Ey vicdân, sağduyu ve akla güvenenen ve kendisine güvenilenler! Hem evrensel insanlık değerlerine hem de size düşmanlık yapanlara eşit düzeyde yakınlık göstermeyin. Siz onlara yüreğinizi açarken onlar sizin elinizdeki tüm gerçeklerin üstünü örtüyor, hukukunuzu çiğniyor. Sırf evrensel insanlık değerlerini savundunuz diye sizi ve sizin vicdânınızın sesi olan elçi Muhammed’i Mekke’den sürüp çıkarmışken onlara nasıl sırlarınızı anlatırsınız?! Sırf akrabalık sevgisi nedeniyle bunu nasıl yaparsınız? Eğer toplum vicdânının sizden memnun kalmasını istiyor ve vicdân değerleri uğrunda çaba ortaya koyuyorsanız böyle davranamazsınız. Neleri gizleyip açıkladıklarınız toplum tarafından eninde sonunda bilinir.
İçinizden her kim akrabalarını korumak için barış toplumunun sırlarını, gizli planlarını barış toplumunun düşmanlarına haber verirse kendisinin doğru yolda olduğunu düşünmesin. Barış toplumun sırlarını verdiğiniz akrabalarınız eğer sizi gözlerine kestirirler veya ellerine geçirirlerse düşmanlıklarından asla vazgeçmezler. Size el kaldırmak ve dil uzatmaktan geri durmazlar. Hepinizin gerçeklere üç maymunu oynamanızı beklerler. Ayağa kalkış ve devrim gününde çocuklarınız ve aileden yakınlarınız sizin kurtarıcınız olamaz. Çünkü o gün onlarla aranızda hiçbir bağ kalmayacak. Çünkü olan biten her şey toplumun gözü önünde olmaktadır.
Yaşadıklarınızla paralellik arz etmesi bakımından İbrahim ve beraberindekilerde size güzel bir örnek[18] vardır. Onlar bir vakit kendi kavimlerine ‘Hem sizden hem de Tanrı diyerek taptıklarınızdan uzağız. Toplumun sınıfsız bir toplum olması gerektiğini kabul edinceye ve Tanrısal karizma verdiğiniz kimseleri terk edinceye[19] kadar aramızda bitmeyecek bir düşmanlık süregider.’ demişlerdi. Ancak tek istisna olarak İbrahim’in ‘Senin için barış toplumundan bağışlanmanı dileyeceğim. Ancak kamu vicdânından sana gelecek hiçbir şeyi önlemeye gücüm yetmez.’ diye babasına söz vermesiydi. Fakat diğerleri ‘Ey besleyen, büyüten, donatan vicdân, sağduyu ve akıl sahipleri ile doğa yasaları! Sadece size güvenerek yüzümüzü size çevirdik,[20] gönlümüzü size verdik. Çünkü tüm yollar size çıkar.[21] Ey besleyen, büyüten, donatan vicdân, sağduyu ve akıl sahipleri ile doğa yasaları! Gerçeği karanlıklara boğanların elinde bizi bir oyuncağa dönüştürmeyin ve hatalarımızın faturasını ödetmeyin. Sözü şerefli ve davranışı hikmetli olan sizsiniz.’ diye vicdân ve doğa yasalarını yardımlarına çağırdılar. Onlar bu davranışlarıyla vicdânî değerlere ve yaşamın aşama aşama süreceğine güven duyanlar için güzel örnek oldular. Ancak kim gerçeği karartanları kendine yakın tutarsa iyi bilsin ki vicdân ve sağduyu ile donanmış bir akıl kimseye ihtiyaç duymaz. Bu anlamda da zenginliğin tek sahibi vicdân ve sağduyu ile donanmış akıldır. Bu nedenle övgüyü gerçekten hak eden tek varlık odur.[22]
Toplumsal vicdân, düşmanlarınızla aranızda bir dostluk köprüsü kurabilir. Toplum vicdânında bu potansiyel vardır. Kamu sağduyusunda toleranslı davranış, sevgi ve merhamet egemendir. Kamusal akıl ve sağduyu, yaşam biçiminiz konusunda sizi öldürmeye kalkışmayan[23] ve sizi yerinizden yurdunuzdan çıkarmayan kimselere karşı nazik davranmanızı ve eşit muamelede bulunmanızı yasaklamaz. Çünkü vicdân, akıl ve sağduyu kim neyi hak ettiyse hak edilen şeyi hak edilen oranda vereni sever.[24] Kamu vicdânı sizinle yaşam biçiminiz için savaşan ve sizi yerinizden yurdunuzdan çıkarmaya çalışan veya onlara yardım ve yataklık eden kimselerle dost olmanızı yasaklar. Bu gerçekliğe rağmen kim onlarla dost olursa gerçeği baskı ve dayatmalarla karanlığa gömenlerden biri de o olur.”[25] âyetleri sevgide ölçü belirlenmesi konusunda bilgilendirici olduğu kadar İslam tarihinin ilk dönemleri konusunda da epey ipucu vermektedir. Çünkü ilgili ayetler Hâtıb bin Ebi Beltea’nın Mekke’deki eşi, çocukları ve malına zarar gelmesini önlemek için Sâre adında köle bir kadınla Mekke’ye mektup göndermesi sırasında kadının yakalanması ve mektubun ortaya çıkması üzerine oluşmuş bir metindir. Ayrıca Medine’de Muhammedî olan ve olmayan akrabalarla nasıl yakınlık kurulması gerektiği konusunda yönlendirici nitelik taşıyan tarihsel içerikli âyetlerdir.
Yukarıdaki âyetlerin Ebubekir’in kızı Esmâ’nın Muhammedî olmayan annesi tarafından ziyaret edilme isteği karşısında Esmâ’nın görüşmek istememesi üzerine oluştuğu da aktarılmıştır.[26] Bu âyetler Medine’ye göç nedeniyle oluşan kimi toplumsal olaylara da ışık tutmuştur. H.6’da imzalanan Hudeybiye Antlaşması gereği Medine’ye gelen Mekkeliler iade edilecekti. Ancak Muhammed peygamber iâde edileceklerin sadece erkekler olacağını, Mekkeliler ise kadın-erkek herkesi kapsadığını düşünmekteydi. Bu sırada Mekke’den evli kadınlar da Medine’ye kaçınca kocaları tarafından istendi. Ancak vicdân elçisi Muhammed kadınların niyetini tam test ettikten sonra kadınları geri göndermedi, şirk içinde yaşayan eşlerinden ayrılabileceklerini söyledi; boşanmak isteyenlerin mehirlerini[27] eski kocalarına Mekke’ye gönderdi ve Medineli Müslümanlarla evlendirdi.[28] Medine’den Mekke’ye kaçan kadınlar da vardı. Bunlar içinde en ünlüsü Ebu Süfyan’ın kızı Ümmü Hakim’dir. Bu kadın, kocası Abbas bin Temim’i gizlice terk ederek Mekke’ye dönmüş ve İslam’ı terk etmiştir. Ancak bunun gibi kaçanlar Mekke’nin ele geçirilmesinden sonra başta Ebu Süfyan’ın karısı ve Peygamber’in amcası Hamza’nın katili Hint olmak üzere tüm Ebu Süfyan çocukları gibi sözde Müslüman olmuşlardır. Ebu Süfyan’ın sülâlesi o günden beri de İslâm devriminin baş belası olmuş ve İslâm devrimini muhafazakâr abdestli kapitalizme dönüştürerek Sünnîlik adı altında yüzyıllardır egemenlik kurmuştur. Bugünkü siyasal/politik Sünnîlik bu egemenliğin devamıdır.[29]
Kimi, niçin, nasıl ve nereye kadar seveceğimizi iyi belirlemeli, sevgi şımarığı veya sarhoşluğu ile hareket etmemeliyiz. Sevgi sevdâya[30] dönüştürülmemeli. Etrafı güllerle çevrili aşk bataklığı değil emek ve değer dengesiyle var edilmiş muhabbet bağı tercih edilmelidir. Anne babamız, çocuğumuz, kardeşimiz ve eşimize de hubb türü sevgi beslemeliyiz. Sevgi tanrısı/tanrıçası veya tanrıcıkları üreterek sevgiyi hasta etmemeliyiz. Örneğin Afrodit de aşk adlı hastalıklı sevginin tanrılaştırılmış adıdır. Ona gösterilen sevgi, aslında putlaştırılmış, kutsanmış, dokunulmaz ilan edilmiş ve yüceltilmiş sevginin bir yansımasıdır.
Hiçbir sevilen zihinlerimizi işgâl eden bir puta dönüştürülmemelidir, Tanrı ve peygamber dâhil.
_________________________________________
[1] Kalbinizi
[2] Allâh
[3] Hucurât, 7-8/Va’lemû enne fî-kum rasûla’l-lâh(i) lev yutî’u-kum fî-keśîrin mine’l-emri le’anit-tum velâkinna’l-lâhe habbebe iley-kumu’l-îmâne ve zeyyene-hu fî-gulûbikum ve kerrahe iley-kumu’l-kufra ve’l-fusûga vel’isyân(e) ulâ-ike humu’r-râşidûn(e) fazlen mina’l-lâhi ve ni’me(ten) va’l-lâhu ‘alîmun hakîm(un)
[4] Barış, güven, dayanışma, paylaşma, direniş ve özgürlük
[5] Fe-eslihû beyne-hu-mâ bi’l-‘adli ve egsidû
[6] Hucurat, 9/İnne’l-lâhe yuhibbu’l-mugsidîn
[7] Rağıp el-İsfehani, el-Müfredat, Kıst Maddesi, Çeviren: Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007.
[8] Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, Hucurat suresi-12.dipnot, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2014
[9] Hucurât, 10/İnne-me’l-mu’minûne ihvetun fe-aslihû beyne ehavey-kum ve’t-tegû’l-lâhe le’alle-kum turhamûn(e)
[10] Yunus, 4/İleyhi merci’u-kum cemî’â(an) va’da’l-lâhi hakk(an) inne-hu yebdeu’l-halga sümme yu’îdu-hu li-yecziye’l-lezîne âmenû ve ’amilu’s-sâlihâti bi’l-gısd(i) ve’l-lezîne keferû le-hum şerâbun min hamîmin ve ’azâbun elîmun bi-mâ kânû yekfurûn(e)
[11] Kamer, 28/Ve nebbi’-hum enne’l-mâe gısmet-un beyne-hum kullu şirb(in) muhtazar(un)
[12] Rağıp el-İsfehani, el-Müfredat, Kast Maddesi, Çeviren: Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007.
[13] Cin, 15/Ve emme’l-gâsidûne fe-kânû li-cehenneme hatab(an)
[14] Allah’a ve âhirete iman
[15] Hizbu’l-lâh
[16] Mücadile, 22/Lâ tecidu gavmen yu’minûne bi’l-lâhi ve’l-yevmi’l-âhiri yuvâddûne men hâdda’l-lâhe ve rasûle-hu velev kânû âbâe-hum ev ebnâe-hum ev ihvâne-hum ev ‘aşîrate-hum ulâ-ike ketebe fî gulû-bi-himu’l-îmâne ve eyyede-hum bi-rûhin minh(u) ve yudhilu-hum cennâtin tecrî min tahtihe’l-enhâru hâlidîne fî-hâ raziya’l-lâhu ‘an-hum ve razû ‘anh(u) ulâ-ike hizbu’l-lâh(i) elâ inne hizba’l-lâhi humu’l-muflihûn(e)
[17] Senkronik: Eşzamanlı, aynı anda(lık)
[18] Usvetün hasenetün
[19] Ta’budûne min dûni’l-lâhi (…Allah’ın yanında kimseye ibadet etmeyinceye…)
[20] Ve ileyke ebnâe-nâ
[21] Ve ileyke’l-masîr
[22] Ğaniyyun hamîd
[23] Yugâtilû-kum fi’d-diyni
[24] İnne’l-lâhe yuhibbu’l-mugsıdîn
[25] Mümtehine, 1-9/Yâ eyyuhe’l-lezîne âmenû lâ tettehiżû ‘aduvvî ve ’aduvve-kum evliyâe tulgûne iley-him bi’l-meveddeti ve gad keferû bi-mâ câe-kum mine’l-haggi yuhricûne’r-rasûle ve iyyâkum en tu’minû bi’l-lâhi rabbi-kum in kun-tum ḣarac-tum cihâden fî sebîlî ve’b-tiğâe merzâtî tusirrûne iley-him bi’l-meveddeti ve ene a’lemu bi-mâ ahfey-tum ve mâ a’len-tum ve men yef’al-hu min-kum fegad zalle sevâe’s-sebîl(i) in yesgafû-kum yekûnû le-kum a’dâen ve yebsutû iley-kum eydiye-hum ve elsinete-hum bi’s-sûi ve veddû lev tekfurûn(e) len tenfe’a-kum erhâmu-kum velâ evlâdu-kum yevme’l-giyâmeti yefsilu beyne-kum va’l-lâhu bi-mâ ta’melûne basîr(un) gad kânet le-kum usvetun hasenetun fî ibrâhîme ve’l-lezîne me’a-hu iz gâlû li-gavmi-him in-nâ buraâu min-kum ve mimmâ ta’budûne min dûni’l-lâhi kefer-nâ bi-kum ve bedâ beyne-nâ ve beyne-kumu’l-’adâvetu ve’l-baġzâu ebeden hattâ tu’minû bi’l-lâhi vahde-hu illâ gavle ibrâhîme li-ebî-hi le-estaġfiranne le-ke ve mâ emliku le-ke mina’l-lâhi min şey’in rabbe-nâ ‘aley-ke tevekkel-nâ ve ileyke eneb-nâ ve ileyke’l-masîr(u) rabbe-nâ lâ-tec’al-nâ fitneten li’l-lezîne keferû va’ġ-fir le-nâ rabbe-nâ inne-ke ente’l-’azîzu’l-hakîm(u) legad kâne le-kum fî-him usvetun hasenetun li-men kâne yercu’l-lâhe ve’l-yevme’l-âhir(a) ve men yetevelle fe-inna’l-lâhe huve’l-ġaniyyu’l-hamîd(u) ‘asa’l-lâhu en yec’ale beyne-kum ve beyne’l-lezîne ‘âdey-tum min-hum mevedde(ten) va’l-lâhu gadîr(un) va’l-lâhu ġafûrun rahîm(un) lâ yenhâ-kumu’l-lâhu ‘ani’l-lezîne lem yugâtilû-kum fî’d-dîni ve lem yuhricû-kum min diyâri-kum en teberrû-hum ve tugsidû iley-him inna’l-lâhe yuhibbu’l-mugsidîn(e) inne-mâ yenhâ-kumu’l-lâhu ‘ani’l-lezîne gâtelû-kum fî’d-dîni ve ahracû-kum min diyâri-kum ve zâherû ‘alâ ihrâci-kum en tevellev-hum ve men yetevelle-hum fe-ulâike humu’z-zâlimûn(e)
[26] İbn-i Kesir’in ilgili bölüm tefsirine bakılabilir.
[27] Mehir: Evlenirken erkeğin kadına bir yaşam güvencesi olarak verdiği ve sadece kadının kullanım hakkı olan mal/para.
[28] Elmalılı, Kurtubî, Râzî ve İbn-i Kesir’in ilgili bölüm tefsirlerine bakılabilir.
[29] İrfan Aycan-M. Mahfuz Söylemez, İdeolojik Tarih Okumaları, 2. Baskı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 1999; İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye bin ebî Süfyan, 2. Baskı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2001; Mehmet Evkuran, Sünni Pardigmayı Anlamak, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2005; M. Hayri Kırbaşoğlu, Sünni Paradigmanın Oluşumunda Şafi’î’nin Rolü, 2. Baskı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2003; Mehmet Azimli, Tarih Okumaları, Araştırma Yayınları, Ankara, 2013.
[30] Sevda: Karartı, gözü karartma, kişinin kedini duygusal saplantı veya yoğunlukla aptallaştırması.